İlk bakışta "ne güzel" dedirtiyor insana. Ama birkaç nokta var ki, toplumsal cinsiyet ve kadın hakları konularını biraz dert edinmiş olanları bile, en hafif deyimle "hayal kırıklığına" uğratıyor.
Toplumsal cinsiyetsiz kadın tartışması
NTV'deki "Neden" programında Radikal gazetesi yazarı Nuray Mert, sıra kendine geldiğinde söze "Kadınların sanki homojen bir grup oluşturuyorlarmışçasına konuşulmasının çok ciddi yanıltıcı sonucu olacağını düşünüyorum. Öncelikle sınıfsal ayrımları devre dışı bırakıyor ki bu çok önemli" diyerek başladı.
"Ufuk açıcı bir şey geliyor galiba" diye düşündürtebilecek sözler; ama devamı şöyle geliyor:
"Kadın olma durumu siyasal bir durum değil. Siyasal duruşunuzun ne olduğudur siyasal alan ve o tartışmanın geçtiği yer o olmalıdır. Kadın olmuş olmak biyolojik olarak veya başka bir şekilde tarif edilsin ki başka bir şekilde tarif edilmesinin son derece saçma buluyorum. (...)Yani biyoloji bir şeyin garantisi olsun, onu hiç anlamış değilim."
Toplumsal bilimlerle uğraşanların öğrendiği ilk temel kavramlardan ikisi "toplumsal cinsiyet" ve "ideoloji"dir. Toplumsal cinsiyet dendiğinde de bir biyolojik durumdan değil, tamamen siyasal olan, siyasal alanı da belirleyen kodlardan, rollerden, tutumlardan bahsedilir.
Yani, "kadın" olmak ya da "erkek" olmak toplumsal cinsiyet bağlamı olmaksızın tartışıldığında, zaten siyasi niteliğini kaybediyor. Hoş, ille biyolojiden bahsedeceksek, kadın bedeni de fevkalade siyasi bir konudur. Toplumsal örgütlenmenin politik nesnesidir. Feminist toplumbilimciler bütün bu olguları görünür kılmak için yıllarca boşuna çabalamadı.
Inter Press Service'in (IPS) gazeteciler için hazırladığı ve Türkçesini bianet'in yayınladığı "Gazeteciler İçin Cins Bakışı Sözlüğü" ndeki birkaç tanıma bir bakalım:
Toplumsal Cinsiyet (Cins): (İng: gender) Kadınlar ve erkekler arasındaki toplumsal olarak kurulmuş, zaman içinde değişebilen ve kültürler arasında ve her bir kültürde yaygın değişiklikler gösteren farklılıklar. Toplumsal cinsiyet insanların rol, sorumluluk, kısıt ve fırsatlarını çözümlemeye yarayan sosyo-ekonomik ve siyasal bir değişkendir ve hem erkekleri hem kadınları kapsar.Açıkçası, toplumsal cinsiyet üzerinden geliştirilen herhangi bir analizin "kadınları", "erkekleri" homojen bir grupmuş gibi görmesine zaten olanak yok.Cins Bakışı: (İng.:gender perspective) Erkek ve kadının ekonomik, siyasal, toplumsal, hukuksal ve kültürel olay ve süreçleri nasıl farklı etkilediklerinin ve bunlardan nasıl farklı etkilendiklerinin araştırılması. Bu farklılıklara ilişkin bilgi ve bağlamın sunulması bir haberde kapsanan yeni ve yeterince önemsenmeyen bilgi ve bakış açılarını ortaya çıkarır. Cins bakışının en basit biçimi, genellikle kalkınma konularında kendilerine kulak verilmeyen kadın ve kızların seslerinin duyurulmasıdır.
Cins Bilinci: (İng.: gender awareness) Kadın ve erkeği farklı farklı etkileyen kalkınma plan, program ve projelerinin merkezine kadının ihtiyaç ve önceliklerini yerleştirme tavrı. Bu bilinç, kalkınma politika ve projelerinin tasarım ve uygulanmasında erkek kadar kadına da başvurulması gerekliliğinin farkında olunmasını da içerir. Cins bilinci cins duyarlılığını (cinsiyet temelinde ayrımcılığın gerisindeki sosyo-kültürel etmenlere ilişkin düşünce ve anlayışları) gerektirir.
Cins Çözümlemesi: (İng: gender analysis) Bir süreç ya da görüngünün, kadın ve erkeği etkileyen cins temelinde iş bölümü, üretken olan ve olmayan etkinlikler, kaynak ve imkanlara erişim ve denetim ve sosyo-ekonomik ve çevresel etkenler gibi temel konular da dahil olmak üzere kadın ve erkek rolleri ele alınarak çözümlenmesi. Cins çözümlemesi ayrıca kalkınmanın kadın ve erkek üzerindeki ayrı ayrı etkilerinin sistematik bir biçimde araştırılmasıyla da ilintilidir. Bu çözümleme cins temelinde ayrıştırılmış verilere- örneğin, bağımsız bir değişken olarak cinsiyet ve işin nasıl bölüştürüldüğü ve değerlendirildiğine ilişkin bilgiler dayanır. Cins çözümlemesi ırk, sınıf, etnik köken, cinsel tercihler ve yaş gibi çeşitli ve içi içe geçmiş değişkenleri göz önünde tutar.
Ama bir not da benden. Toplumsal cinsiyet, yalnızca "kadınları" ve "erkekleri" kapsamıyor. Geyler, lezbiyenler, biseksüeller, travestiler, transseksüeller (GLBT) de aynı zamanda bir toplumsal cinsiyet konusu. Akla gelen ilk örneği verelim: Bütün dünyada GLBT'lere heteroseksüel toplumsal cinsiyet kodları dayatılıyor. Ve bu da tamamen siyasal bir alan.
Kısacası, kadınlara siyasi örgütlenmelerde kota talebi, jenital organlardan kaynaklanmıyor. Kadınların bedeni üzerine kurulu siyasetin de dahil olduğu, toplumsal cinsiyet bakışıyla açıklanabilecek bir ayrımcılığın ortadan kaldırılması için isteniyor bu.
Bu doğru bir yöntem midir, mekanizmaları nasıl kurulur, tartışmalarına/uygulamalarına ayrıca ihtiyaç var ve kadın hakları savunucuları bu konuda epey yol aldı.
Kadına yönelik şiddet fiziksel şiddetten ibaret değil
Mert'in konuşmasında insanı düşündüren ikinci nokta da kadına yönelik şiddetle ilgili söyledikleriydi.
"(...) Üniversite mezunu, ekonomik özgürlüğü olan, liberal bir kültürel çevrede yaşayan bir kadın niye şiddete maruz kalır? Yani sizin aklınız alıyor mu? Bir kere kalabilir veya tesadüfen belki. O da bir büyük tesadüf olur ancak bir insanın hayatında ve ikinci kere buna katlanmaz. Eğer katlanıyorsa kusura bakmasın hak ediyordur. Yani bir üniversite mezunu, ekonomik bağımsızlığı olan bir kadın kendisine el kaldıran bir adamla aynı çatı altında bir saat oturmayı kabul ediyorsa ben bunu kendime yani aynı konumda olan bir insan olarak yani gururuma yediremiyorum kusura bakmayın. Bunun bir sorun olarak algılanması, telaffuz edilmesi bile bana çok küçültücü geliyor."Üç nokta çok önemli:
* "Ekonomik özgürlüğü olan, eğitimli kadın şiddete maruz kalmaz" savı.
* "Bir kere kalabilir, ikinci kez buna katlanmaz" savı.
* "Katlanıyorsa hak ediyordur" savı.
Birincisi, öncelikle "kadına yönelik şiddet" kavramının düzeltilmeye ihtiyacı var. Çünkü, kadına yönelik şiddet sadece fiziksel şiddetten oluşmuyor. Çok önemli iki parçası, "kadına yönelik psikolojik şiddet" ve "kadına yönelik ekonomik şiddet."
Daha da ileri gidelim; temel hak ve özgürlüklerden biri olmasına karşın hep unutulan, görmezden gelinen "kendini geliştirme/gerçekleştirme hakkı" kadınların en çok ihlal edilen haklarından biri ve şiddetin en görünmeyen hallerinden biri.
Ve bu konudaki bütün çalışmalar, bize kadına yönelik şiddetin -yalnızca fiziksel şiddet olarak tanımlansa bile- sınıf, ülke, coğrafya, topluluk, kültür, eğitim düzeyi tanımadığını, her yerde varolduğunu gösteriyor.
Birleşmiş Milletler 2007 Uluslararası Kadınlar Günü için "Kadına yönelik şiddetin cezasızlığını sona erdirme" temasını benimsedi. BM'den bir not:
"En az üç kadından biri, yaşamı boyunca dövülüyor, cinsel ilişkiye zorlanıyor veya istismar ediliyor. İstismar eden, genellikle kendi ailesinden veya tanıdıklarından biri oluyor. Ev içi şiddet dünyada kadına yönelik istismarın en yaygın türü ve bölge, kültür, etnisite, eğitim, sınıf veya din tanımıyor."Şimdi akla şu soru geliyor: "Eğitimli kadın bir kere şiddete maruz kalabilir, ikinci kez buna katlanmaz" neden bu kadar kolayca söylenebiliyor? Şiddet görmeyi reddetmek için bir kere görmüş olmak şartı mı var?
"Katlanıyorsa hak ediyordur" bölümüyse, aslında kadına yönelik şiddetle mücadeleyi ve bu mücadele mekanizmalarını görünmez kılan -belki de bilmemekten kaynaklanan- bir söz.
Çünkü, birçok ülkede, şiddet gören kadınların şiddeti dile getirmesi ve yasal yolla mücadele edebilmesi, bunu yaptığında da korunması için özel mekanizmalar var.
Bir not daha: Eğitimli, kültürlü, liberal bir kültürel çevrede yaşayan ve -hadi ekonomik, psikolojik şiddetten vazgeçtik- fiziksel şiddet gören ve bunu dile getirmekte zorlanan, saklayan o kadar çok kadın ve acılı öykü var ki, insan ilk anda inanamıyor.
Zaten asıl sorun da bu: Mert'in kadın hakları savunucularının yüz yılı aşan bilgi birikimini hesaba katmadığını düşündüren savları, kadına yönelik ayrımcılığın sistemik niteliğini yok sayıyor ister istemez.
Programda yüreğe su serpense, Prof. Dr. Meryem Koray'ın sözleri oluyor. Mert'in ilk duyulduğunda umut veren, sonrasında hayal kırıklığına uğratan giriş sözlerini doğru bağlama Koray oturtuyor:
"Tıkanma şurada, yani bugüne kadar liberal feminizm özellikle bunları gerçekleştirmek açısından başarılı oldu ama liberal feminizm geldi bir yerde duvara tıkanıyor. Çünkü sisteme ait bir takım eleştiriler getirmezse kendi söylemini de açamıyor, söylem orada duruyor, istek orada duruyor ama hayata geçemiyor.Kadın öldürenleri "adam öldürme"den cezalandırmak"Bu erkek egemen toplum yalnız kadın üzerinde bir egemenlik kuruyor değil ki, bütün toplumsal değerler sistemini o şekilde oluşturuyor. Örneğin işte erkin, gücün, başarının, rekabetin bu kadar yüksek değerler kazanmasını biz büyük ölçüde erkek egemen toplumla ilişkilendirebiliriz.
"Ben kültürel feminizmden yanayım, yani kadınla erkeğin biyolojik olarak, zihinsel olarak farklı özelliklerinin olduğunu düşünüyorum ve bunu bir eksiklik olarak görmüyorum bir fazlalık olarak görüyorum ve diyorum ki; kadın daha işte korumacı, daha barışçı, daha efendim işte güvene yönelik belki bir değerler sistemini bu dünyaya hediye etsin, getirsin ve bu dünyayı çok daha olumlu bir noktaya götürsün, böyle bir söyleme ihtiyaç varsa bu söylemin bence en önemli sahipleri de kadınlar olmalıdır diye düşünüyorum."
CNN Türk'teki programdaysa, Adalet ve Kalkınma Partisi'nden (AKP) Fatma Şahin yeni Ceza Yasas'nda töre/namus cinayetlerine getirilen cezaların yükseltilmesini olumlu bir değişiklik olarak anlatırken, bu suçun artık "nitelikli adam öldürmek" kapsamında cezalandırıldığını söylüyordu.
Yine mi "insan" yerine "adam" deniyor? Hem de bir kadın hakları savunucusu tarafından. TCK Kadın Platformu bu adlandırmanın değiştirilmesi için az uğraşmamıştı. Fatma Şahin, bu adlandırmanın -saçmalığı ne kelime- erkek egemen niteliği üzerine bir iki söz söyleyip bunu da görünür kılamaz mıydı?
23 Nisan programı gibi kadın programları
8 Mart için kadınların kadın sorunlarını konuştuğu bir program yapmak elbette iyi bir fikir. Ama bu da başka bir şeyi görünmez kılmıyor mu? Tıpkı dünyanın en eşitsiz temsilini ve katılım haklarının büyük ihlalini yaşayan çocukların 23 Nisan'larda yetkili koltuklarına oturtulmaları, gazetecilerin mikrofonu çocuklara yalnızca 23 Nisan'da uzatmaları gibi.
BİA'nın kadın hakları ve haberciliği eğitimlerinde hep dile getirdiği bir şey var: "Gazetelerde kadın sayfası sorunlu bir uygulama. Bunun yerine her haberinize toplumsal cinsiyet bakışını taşıyın. Her haberinizde kadınlara söz verin."
Umarız, Can Dündar da, Ahmet Hakan da, tartışma programlarına da konuşmacılarının dağılımına da toplumsal cinsiyet bakışını taşır. (TK/EK)