Travestileri, Transseksüelleri, Geyleri, Lezbiyenleri Koruma Yardımlaşma ve Kültürel Etkinlikleri Geliştirme (Gökkuşağı) Derneği'nin başkanı Öykü Evren'in düğünü vesilesiyle hatırladıklarımız ayrımcılığın cinsel "tercihini" de haksızca tepemize dikiyor.
Ülkenin bölünmez bütünlüğünü tehdit etme potansiyelini haiz görülmemesi nedeniyle köşelerde bırakılan azınlıklardan -örneğin farklı cinsel yönelimde olanlarca oluşturulan azınlıklardan- "şen medya"nın dışında zikreden bir dille konuşmak için demokrasinin mütemadiyen sunduğu fırsatı artık değerlendirmek gerek.
Çünkü Öykü'nün yaşadıkları "heteroseksüel zapturapt"ın ırkçılığın, ayrımcılığın ve dolayısıyla cinsiyetçiliğin elinden nasıl su içtiğini açıkça gösteriyor.
Öykü de "Biz aslında dışlanmış ve ötekileştirilmiş tüm kesimlerin örgütüyüz" derken aradaki bu bağı yakalamış bizlere gösteriyor. Kürt ya da Müslüman bir eşcinsel örneğinin eğlendirici bir malzeme olarak kullanılması veya valisinden dernek başkanına sık aralıklarla duyduğumuz "bizden eşcinsel çıkmaz" despotluğunu milli bir kriter koyarcasına zikretmesi bu ittifakın en somut örnekleri olarak aklımızda kalanlar.
Öykü'nün söyledikleri
Türkçe konuşup da, konuştuğunun da tercümesini yapmak zorunda bırakılanların muhatap edildiği bir sakat iletişimin hangi demokrasinin gereği olduğunu anlamak için Öykü'ye kulak vermek, son günlerce siyasilerce çokça tekrarlanan "birarada yaşamanın" çapını düşünmek açısından önemli bir deneyim sunabilir.
35 yaşından sonra kadın olan Öykü erkekliğinden "feragatinin" yanı sıra bir transseksüel olarak yaşadığı ayrımcılığın yükünü birlikte üstleniyorken, siyasilerin literatürünü "herhangi bir yerde adaletsizlik olduğunda her yerde adaletin tehlikede olduğunu (Martin Luther King)" bilerek ikinci bırakılanların kulağıyla dinlemek gerek.
Öykü de "bir kitap okuyunca hayatı değişenlerden". Ümit Oğuztan'ın "Kraliçe Sisi" isimli kitabını okuduktan sonra "ben buyum" diyerek kendini kendine işaret ediyor; öbürünü de tanıyor böylece. Fakat İmam Hatip'te okuduğu dönemlerde hocalarına durumunu izah etmeye "kalkışan" Öykü, dini hoşgörü listesinde adı bulunamayınca (en azından hoşgörü!) okuldan ayrılmak zorunda kalıyor.
"Kız Ömer'den" Öykü'ye geçişte annesinin sitemlerini arttırmasını şöyle özetliyor:
"Pek çok insan nasıl birinci sınıftan ikinci sınıfa geçtiğimi anlamıyordu. Onlara göre erkek olmak birinci sınıftı çünkü".
Telkinlerin ardından doktora gidiyor. İlk doktorunun "Türkiye'de eşcinsel olarak mutlu olmak istiyorsan ya cinsiyetini değiştirip kadın olacaksın ya mevki sahibi olacaksın" sözlerinden "mutlu olmak" hissiyatının yanına açılan ayrı bir kategorinin -eşcinselin mutlu olması- küçük bir ihtimal olarak inşa edildiğini anlıyor.
Ayrımcılığın sınıfsal ve heteroseksüel bağları bir eşcinsele ancak kadın ya da zengin olduğunda "hoşgörü" ihtimalini tanıyor çünkü. Buraya kadar her şey kalıp yargılarımızı şahlandırmaya müsait değil mi?
Bize savrulan yumrukları savurabileceğimiz birini bulduk! Fakat hikayenin devamını üstelik Öykü'nün sözleriyle okumak dilimizi düğümleyecek ayrıntıları hayatın bütün listelerini iptal etmeye yönelik olarak devreye sokuyor.
"Ben buyum" diyenlerce işletilen bir samimiyetin sunduğu destek birarada yaşamak ne demekmiş onu gösteriyor. Öykü'nün gelinliğini diken Aysel Paşaoğlu "Öykü'nün transeksüel olduğunu bilmiyordum. Böyle insanlarla tanışmadığım için yadırgıyordum ama Öykü'yü tanıyınca fikirlerim değişti" derken küfürlerin neden hep tanımayanlarca edildiğinin ironisini de sunuyor aslında.
Annesinin katkısının yanı sıra evlendiği erkeğin babasının bankadan çektiği kredi ile ameliyat olan Öykü'nün eşi ise "sen bilirsin" diyen bir babanın oğlu. Arkadaşlarının "gecelik ilişkilere sıcak bakıyorken beraber gözükmeye karşı" olmasına karşın Mehmet, erkekliğin rüştünün ispatında birincil kaynak olan cinselliğin ötesini görerek bir yarış gibi yaşamadığı tarafını tercih ediyor hayatın.
Algı sınaması
Öykü'nün öyküsü bizler için önemli bir algı sınaması olarak zihinlerimizi dürtükleye dursun gazeteler bu "ilgi çekici" malzemeyi iyi değerlendirmek istemiş görünüyor.
Vatan gazetesi haberi "Bursa'da aldığı krediyle cinsiyet değiştirerek Öykü adını alan travesti Ömer Evren evlendi" başlığı ile duyuruyor. Milliyet'te konuyu haber yapan Sabanur Kıraç ise "bir zamanlar Ömer olan Öykü Evren" diyerek konuya başlıyor. Sadece bu iki örnekte bile "Öykü Evren ismiyle tanıttığımız şahsın özeti travesti Ömer Evren'dir" uyarısında buluyor gazeteler.
Milliyet haberinin tanıtımında yer alan "Öykü önce eşcinsel sonra travesti olmuş, şimdiyse bir transseksüel" sözleri kategorik kolaylığı kullanarak ayrıntıları güme götürüyor. Haberler boyunca travesti ve transeksüel ayrımında yatan cinsiyetçi tavır kategorik kısırlıkta O kişinin kendini nasıl hissettiği ile ilgilenmiyor.
Cinsel organın "kullanım durumu" (yani karşı tarafın "faydası") kişinin kendini nasıl hissetmesi gerektiğinin komutunu veriyor çünkü: Ameliyat olmadıysan travesti, olduysan bir transeksüelsin!
Oysa Öykü'nün eşi Mehmet, cevabın en gerçeğini yapıştırıveriyor: "Öykü kendini kadın gibi hissettiği için ben de onu kadın olarak görüyorum." Diğer yandan haberlerde Öykü Evren'in sözleri konuşma tırnakları içinde yazılırken damadın sözleri bir uyarı levhası gibi tek tırnak içinde veriliyor: "Yüzünü gizleyen damat da 'çok mutlu' olduğunu söyledi."
Milliyet'te ise tüm dileklerin ardından "birbirlerini her haliyle sevebilen" çifte mutluluklar dileniyor.
Sabah gazetesinde ise habere "Mehmet'le travesti Ömer evlenmek isteyince..." sözleriyle giriş yapılarak, Öykü Evren'in başkanı olduğu Gökkuşağı Derneği'nin tabelasına yazılan "Top Derneği" yazısı "şakacı bir arkadaşın yorumu" olarak sunuluyor.
Gazetenin, Öykü ile Mehmet'in Öykü'nün seks işçiliği yaptığı dönemde tanışmasına uygun gördüğü başlık ise "Her Şey Seksle Başladı" başlığı oluyor.
Transeksüellerin "fuhuş kader değildir" sloganını anımsayarak Öykü'nün bir üniversite mezunu olduğu halde işini yapamamasının bol ayrımcılık kokan nedenine değinmek bir habercilik değeri taşımıyor besbelli! Öte yandan her homoseksüel kimlik tartışmasında "şehitlik" temelli bir kıyasa yönelinmesi de "devlet odaklı düşünen" bir toplumda her tür düşünmenin "merkeze taşınma" tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Vatan Gazetesi'nden Hilal Bayraktar Onur Yürüyüşü'ne şehitler için yapılan mitinglerden daha fazla katılım olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirirken, Hürriyet'ten Bekir Coşkun transeksüel gelinleri "Nasıl ki darbelere, yolsuzluklara, şehit asker tabutlarına alıştık.." sözleriyle birlikte değerlendirmeye alıyor.
"Adım Öykü yerine Barış olsun isterdim ama Barış çok erkeksi" diyen Öykü bu listeli anlayışta barış için sırası gelmeyenlerden! Fakat o milletvekili adaylığının Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından iptalini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıyarak, arkadaşına defalarca tecavüz eden birini istemeden öldürerek girdiği hapisanede kendisine tecavüz edenlere de AİHM'de dava açarak ya da mahkeme kararıyla cinsiyet değiştirme iznini alan ilk kişi olarak bu sırayı bozmak istiyor.
O şimdi "dışlanmış biri olarak, dışlanmış bir bebeğe sahip çıkmak istediği" için zenci bir bebek evlat edinmenin peşinde. "Düğünümde köylü teyzelerle apartman topuklu ayakkabılar giymiş travestiler birlikte eğlenecek" diyordu. Gerçekten de düğün fotoğrafları siyasi dilimizin kaldıramayacağı kadar bol kelime gerektiren görüntülerin tarihi oldu.
Öykü eşcinsel olduğu için arkadaşlığını kesenleri hatırlayarak kolaya kaçmıyor; hatta tam da bu yüzden yine de eşcinsel olarak doğmak istiyor; gerçeği tanımak için. "Türkiye'de öteki olmak, Alevi, Kürt, eşcinsel, Laz, Ermeni olmak ne demek çok iyi bilirim" diyen Öykü zorla ittiğimiz bir "arada" yaşamaya direnerek, "bir arada" yaşamının imkanlarını zorlamış.
Bizi de yanına al Öykü!(GE/EÜ)