Göç ve Çokdillilik Bağlamında Okullarda Okuryazarlık Edinimi başlıklı rapor için Türkiye'de yapılan saha araştırması esnasında tespit edilen bulgular Türkiye'deki eğitime dair çok sayıda ipucu veriyor.
Saha araştırmasının yapıldığı Sabiha Necipoğlu İlköğretim Okulu'nda öğrencilerin yarıya yakınının birinci dili Türkçe, yarıya yakınının ise Kürtçe. Geri kalan diller ise Arapça, Zazaca, Ermenice.
Bi Türkçe konuşun!
Raporda yer alan okul içinden örnekler dil, ayrımcılık ve önyargılar üzerinden okunduğunda çarpıcı nitelikte...
Okul muhasebe işleri sorumlusu: "1500'ü Doğulu (...) Normal Türk vatandaşı yok. Eskiden 40 öğrencinin 5-6'sı Doğulu'ydu. Artık Kürtçe konuşma uğultu haline geldi. Geçen gün bir sınıfa girdim. En sonunda elimi masaya vurdum: Oğlum bi Türkçe konuşun, dedim."
Kürt bir öğretmenin ağzından çocukların önyargılarına ilişkin bir örnek...
"Romanların babaları yılın altı ayı hapistedir. Benim ikiz öğrencilerim var. Babaları bırakıldı. İkisi de gelmedi okula. Dedi: Kürtler eniştemi dövmüş. Annem okulda bir şey olur diye göndermedi. Dedim: Ben bırakır mıyım? Dedi: Yok öğretmenim, bırakmazsın. Dedim: Ben de Kürdüm, biliyorsun değil mi? Dedi: Sen çok iyisin öğretmenim. Keşke sen Kürt olmasaydın."
7 yaşındaki bir öğrenciyle araştırmacılar arasındaki bir diyalog:
"- Ben 5 aldım. Atatürk resmi getirdiğim için.
- Atatürk kim?
- O düşmanı öldürdü. Ama onlar (düşman) tekrar çıktı.
- Düşman kim?
- Teröristler, bi de Kürtler."
Aileler
Okulda çocukları okuyan aileler şehre göç ederek gelmiş, maddi olanakları olmadığı için Pınarcık semtine yerleşmiş.
Araştırma ayrımcılığa uğradığını hisseden etnik grupların diğer etnik gruplara yönelik önyargılar beslediğini gösteriyor.
Bir Kürt annenin okula gittiğinde müdürün kendisini dinlememesi karşısında verdiği cevap: "Elbisemi gördün. Başım kapalı. Gözümde kalem yok. O süslü püslü. Ona bakıyorsun, bana bakmıyorsun. Ben Çingene değilim, ben de senin gibi insanım."
Rapor annenin ifadesindeki Çingenelere karşı önyargının altını çiziyor.
Öğretmenler
Bir öğretmen kendisiyle yapılan mülakatta Romanlarla Kürtleri karşılaştırıyor: "Kuralsız yaşıyor Romanlar. Temizliği bilmiyor çocuklar. Sıvı sabun aldım, koydum oraya. 'Bu ne' diye soruyorlar. Eğitimsiz aileler. Çocuğun istediği yapılıyor. (...) Varoşlarda ezilmişlik, başkaldırı vardır. Emeğe saygı vardır. Romanlar beleşe alışmışlar. Tembeller. Hazıra konmaya alışık bir halk..."
Rapor "kuralsız yaşayan, temizliği bilmeyen, eğitimsiz Romanlar" vurgularını belirliyor.
Aynı öğretmen "Yönlendirmeye çalışıyorum yeteneğine göre. Müziğe, dansa yetenekli onlar. (...) Onlara onu yaptırmalı. Okuma yazma öğrensinler, bir de basit matematik işlemlerini. Yeter onlara. Sürekli müzik yaptırmak lazım onlara."
Rapor bu örnek üzerinden "damgalanmış grupların" kalıpyargıların tehdidi altında omlarına değiniyor.
Otosansür
Bir öğrencinin aynı olayı Türkçe dersinin yazılı sınavında ve araştırma için ürettiği kişisel anlatıda aktarışı arasındaki fark kendini nasıl bir otosansür uygulamak zorunda hissettiğini gözler önüne seriyor:
"Bir gün telefon çaldı, dayım dediki yarın silivriye gezmeye gideceğiz. Sonra hazırlık yaptık ve gittik. Orada yemek yedikten sonra, denize gittik. 1-2 saat denizde yüzdükten sonra, orada bir halı saha vardı. Orada benle dayımın oğlu ve birkaç çocuk maç yaptık ve nedense bilmiyorum ama dayımın oğlu çocuğu dövmeye başladı ve kötü bir olay yaşadık. Ak şam eve dönerken dedimki o kötü olay olmasaydı günüm çok güzel geçecekti."
"Birgün akşamüstü dayımlar telefon açtı. Dedi ki yarın denize veya pikniğe gideceğiz. Bende çok heyecanlanmıştım. Sonra hazırlıkları yaptık. Sonra sabah oldu. Babam arabayla dayımlara haber verdi. Bide 2 amcam ve aileside geldi. Sonra biz en az 1- 1,5 saat yolda kaldık. Çünkü çok uzaktı. Sonra oraya vardığımızda oranın görevlisi benim babamı ve dayımı eskiden tanıyormuş. Sonra bize en güzel yeri verdi. Sonra annem ve yengemler yemek hazırlıkları yaptı ve yemek yiyip denize gittik. 2 saat yüzmüştük geldik oradada bir halı saha ve park vardı. Kızlar parkta oynuyorlardı. Bizde top oynuyorduk. Zaman geçiyordu ve baktıkki kapıda 4 çocuk geldi. Maç yaptık sonra onlar çok küfür ediyorlardı. Bize siz kürtsünüz diyorlardı. Dayımın oğlu 2 tanesinin kafalarını kırdı. Ben de bir tanesinin gözünü, diğerinin burnunu kırmıştım. 1 saat sonra abileriyle geldiler. 2 tanesi başı sargılı, biri burnu sargılı diğeride elinde buz koyuyordu. Sonra biz gittik günde böyle geçti." (YY)