Her gün yeni birileri çıkıyordu televizyona, Andy Warhol'un 70'lerin kült cümlesi "Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak" gerçek oluyordu. 90'lardan bugüne "kimler geldi, kimler geçti" diye baktığımızda, kalanların gidenlerden çok daha az olduğunu görüyoruz. Neden gidenler daha çok bilinmez tabii. İki olasılık var, ya biz çok maymun iştahlıyız ya da gelenlerin çoğu pek bir tahammül edilmez...
İşte bu gelenlerden, ancak gitmeyenlerden biri de "Tanrı Misafiri" olarak girdi hayatımıza. Ayrık dişli, yaşını 20 yıl daha fazla gösteren korkunç assolist kıyafetleriyle şarkı söyleyen bu genç kadın henüz 19 yaşındaydı bu "aleme" düştüğünde. Dönemdaşlarından ayıran özelliği ise iyi sayılabilecek bir sesi olmasıydı! (Düşünsenize, durum ne kadar vahim, iyi bir ses bir ayrıcalık olabiliyor!)
Ebru Gündeş, tipik bir ünlü adayıydı. Bir konfeksiyon atölyesinde işçi olarak çalışıyordu, ama güzelce bir sesi vardı. Hiç müzik eğitimi almamıştı. Ailesi zengin sayılmazdı. Tipik bir anne-baba ayrılığı ve varlığı kabul edilmeyen baba durumu vardı. Ve günün birinde sesinin güzelliğini keşfeden! bir tanıdık elini tuttu, plakçıların kapısını çaldı, ilginçtir, ilk çaldığı kapıyı açtılar. Önce "alemi" tanısın diye Emel Sayın'a vokalistlik ile başladı "sahne hayatı", sonra 1993 yılında kasetli sanatçılar kervanına katıldı, "Tanrı Misafiri" adlı albümüyle.
Ebru Gündeş'in ilk günlerini hatırlayan herkes, genç kadının yıllar içindeki evrimini şaşkınlıkla seyrediyor. Güzel sayılmayacak bir kadından arzu edilen kadına geçiş, "Beni Baştan Yarat" hikayesi aslında. Hikayedeki problem, Gündeş'in bir kerelik "baştan yaratılma" ile yetinmemesi, sürekli değişmesi. Kendisi bunu popüler kültür cümleleriyle "ben halka mal olmuş bir sanatçıyım, halk değişikliği seviyor" diye açıklasa da, değişikliğin de bir sınırı var diye düşünüyor insan çoğu zaman.
İlk sahneye çıktığı zamanlarda, 80'lerin modasının etkileri henüz bitmemişti. Kocaman karpuz kollu, düğün pastasını hatırlatan kabarık etekli kıyafetler neyse ki sadece sahnede şarkı söyleyen insanlarda az da olsa kalmıştı. Gündeş çabucak büyük kadın gibi görünme hevesinden olsa gerek, ki o zamanlar ne imaj vardı ne de imaj meykırlar, korkunç renkli kabarık kıyafetlerle arzı endam etti sahnelerde. Herkese komik gelen bir giyim tarzı vardı, güzel de sayılmazdı, ama allah için sesi güzeldi. Zaten sesi sayesinde sıyrıldı biraz da. ilk albümüyle bir anda patladı, yakıştırmaları pek seven medyamız hemen "yeni Muazzez Abacı" diye sundu Gündeş'i. Mütevazıydı Gündeş, "haşa" dedi iddialara. Aslında daha da prim yaptı böylece. İlk kasetin 1 milyonun üstünde satması prodüktörlerin de dikkatinden kaçmadı tabii. Hemen diziler başladı, dönemin ünlü sayılabilecek jönleriyle yapılan diziler kasetlerinin hit şarkılılarının adlarını taşıyordu ve izlenme rekorlarını alt üst ediyordu. 80'li yılların şarkıcı filmlerinden farkları, şarkı söyleyenin derin felek çemberi durumlarına maruz kalmamasıydı. Diziler çok beğenildi. Evlerimize girmesine izin verdiğimiz komşu kızları kervanına çoktan onun da katılmasına izin vermiştik.
Gündeş hızlı ve çalışkan bir kadındı. Özel hayatı ile gündeme çok da fazla oturmuyordu. Hayatında hep birileri oluyordu. Hani sevgilisi olmadığı bir zamanı hatırlamaya çalışsak, olmuyor. Ama Gündeş sevgilileri ile sürekli gündem meşgul edecek kadar önemli hiç olmadı sanırım. Medyayla ilişkilerinde hep tuhaf bir tavrı vardı. Hiç bir şeyini medyadan saklamadı, medya da onun bu açık tavırlılığı karşısında sanki bir anlaşma yapılmışçasına, ona asla fazla soru sormadı. Biraz da ondandır ki, Gündeş'le ilgili çok fazla atlatma haber yoktur aklımızda kalan.
Ebru Gündeş, çok çalışan şarkıcılardan. 93'ten beri geçtiğimiz hafta çıkanı da sayarsak tam albümü olmuş genç kadının. Bu kadar çalışmayla da geçtiğimiz sene çıkarttığı Klasikler albümü normal tabii!
Gündeş 2000 yılının ilk aylarında "Dön Ne Olur" adlı kasetinin tanıtım toplantısı sırasında ağır bir beyin kanaması geçirdi ve deyim yerindeyse, ölümden döndü! Evin küçük kızının başına gelenler elbette hepimizi çok üzdü. Dinleyicilri hastane kapılarında sabahladılar, günlerce merak ettiler ve uzun süren bir tedaviden sonra Ebru'larına kavuştular. Ebru hastalık döneminden sonra hemen çalışmaya başladı herkesi şaşırtarak. Televizyonda ya da program yaptığı yerlerde onu izleyen herkesin yüreği her an ağızlarındaydı "şimdi bir şey olacak" diye, ama neyse ki bir daha tekrarlanmadı hastalık. Zaten ona göre hastalıktan kurtulmasının tek yolu sahneye çıkıp şarkı söylemesiydi.
Bütün bu gelişmeler ve değişmeler içinde değişmeyen tek şey Gündeş'in sürekli kendisini değiştirme alışkanlığı idi. İlk çıktığı günlerdeki ayrık dişleri yerini iyi kotarılmış porselenlere bıraktı, kaşlar düzgünce modaya uygun bir biçimde alındı. Sıra kıyafetlere geldiğinde mutasyonu biraz daha uzun ve çetrefilli bir yoldan gerçekleşti. Gittikçe daha da kadın olmak istiyordu, belliydi, ama yaşının bu tür kıyafetler için daha çok erken olduğunu farkındaydı. İlginç bir yol seçti kendine, sahnede ne kadar şatafatlıysa, günlük hayatta o kadar sade giyiniyordu, böylece sahne için yapılanla gündüz giyilen kıyafetler birbirlerini eşliyorlardı. Kot pantolondan çıkıp, allı, pullu kıyafetlere geçiş nasıl bir ruh hali yaratıyordu bilinmez, ama Ebru bu kıyafetlerle olmaktan çok mutluydu belli ki. Aslında genç yaşına rağmen kendinden beklenmeyecek şekilde modaya bile katkı yaptı Gündeş. O beyin kanamasını geçirdiği kokteyl sırasında taktığı kırmızı kemik çerçeveli gözlükleri ile bir anda fırtınalar estirdi. Pazarlardan en trend mağazalara kadar her yerde, her fiyatta renkli çerçeveli numaralı gözlükler satılır oldu. Hatta gözlüklerin adı da Ebru Gündeş gözlüğü olarak kaldı.
Gündeş, geçtiğimiz ay yeni bir albüm çıkarttı. Magazinciler boş durmadılar elbette. Hemen eski defterleri karıştırdılar ve birden ortaya çıktı ki, Gündeş her albümünde yeni bir sevgili bulup, onunla evleneceğini açıklıyormuş! Magazin dünyasını bilenler bilir, bunun yeni bir keşif olmadığı, magazincilerin bir ünlünün sabah kahvaltısında ne yediğini bile bildikleri düşünülürse, Gündeş'in hayatındaki bu tesadüfü şu anda keşfetmiş olduklarına inanmak oldukça güç. Öyle bile olsa, bunun yine bir kaset zamanına gelmesi ilginç bir durum. Reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığıyla, Gündeş gazetelere manşet olmasına hiç yorum yapmadı, kimselere bir şey söylemedi, daha yeni kaseti çıkmıştı, kendisinden konuşulması işine gelirdi, konuşmanın içeriği çok da önemli değildi. Zaten konuşulan şey de çok kötü sayılmazdı, çünkü o her fırsatta ne kadar çok evlenmek istediğini anlatıyordu. Yani kutsal aile birliğine yürekten bağlıydı. Sadece şanssızdı ve doğru adam karşısında çıkmıyordu ama bu kez çıkmıştı, bu sene hep yapmak isteyip yapamadıklarını yapma yılı olacaktı. Evlenecekti, çocuk doğuracaktı...
Bütün bunlar bizi neden mi ilgilendiriyor? Çünkü Ebru Güneş'in bir türlü doğru adamı bulamaması aslında bizi de üzüyor. Çünkü biz de çoğu zaman bulamıyoruz. Çünkü Ebru Gündeş'in bir türlü kendine yakışan bir tarz yakalayamaması canımızı sıkıyor, çünkü bazen biz de kendimizi 10 yıl aşlı gösteren kıyafetlerle pek hoş olduğumuzu zannediyoruz. Çünkü biz de kadınlığımızı yaşamaya çalışıyoruz, o da...