İpek Yolu üzerinde bulunan Gaziantep, bu gün Doğunun bir ticaret ve sanayi merkezi olduğu kadar bir tarih ve kültür kenti. Fırat havzası üzerinde ve çevresinde bir yerleşim alanı olan Gaziantep tarih boyunca kimleri ağırlamamış ki Hititler, Asurlular, Persler,Mekadonyalılar, Seleukoslar, Kommagene Krallığı, Romalılar, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Eyyubiler, Haçlılar, Memlükler ve Osmanlılar...
Gaziantep, tarihi MÖ 4000 yıllarına kadar uzanan en eski yerleşim bölgelerinden biri. Dülük ilk insanların yaşadığı, mağaraların bulunduğu, çok sayıda ülke ve kültürün merkezi olmuş.
Kısa bir tarihçe...
Gaziantep ilinin 12 km. kuzeyinde, Dülük köyünde kurulan eski kent, tarihi verilerde "Ayıntap" olarak tanımlanır. Kent, Babil İmparatorluğu'nun yörede yaşanan egemenliğinden sonra Hitit Devleti'nin kenti olmuş (M.Ö. 1700) ve Dülük Şehri Hititler'in önemli dini merkezi konumuna gelmiştir.
Tarihi kentte, M.Ö. 700-546 yıllarında Asur, Med ve Pers İmparatorluklarının yönetimi görülmektedir. Makedonya Kralı Büyük İskender'in en büyük emeli Pers Devleti'ne son vermesi ile Anadolu kentlerinin sınırları değişir.
Gaziantep'te önce Roma, daha sonra (M.S. 636 yılına kadar) Bizans İmparatorluğu'nun sınırlarına dahil edilmiştir. 1071 tarihinde Malazgirt Savaşı'nı takiben bölgede Selçuklu İmparatorluğu'na bağlı bir Türk Devleti kurulmuştur.
Anadolu'nun büyük tahribat yaşadığı Moğol istilası ile 1270'de yıkılan kent, önce Dulkadiroğulları (1339), sonra da Memlüklülerin (1471) eline geçmiştir.
1516 tarihinde Padişah Yavuz Sultan Selim komutasında Memlüklülerle yapılan Mercidabık Meydan Savaşı'ndan sonra Gaziantep, Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarına katılır. Ve sonra imparatorluğun çöküş yılları, Fransız işgali, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet...
Yıkıntılardan Arta Kalan
Evet, bir zamanların kültür kenti olmanın özelliklerini içermesi nedeniyle, "Küçük Buhara" diye anılan Ayıntap, zamanla Antep adını alır ve Kurtuluş Savaşı'nda Karayılan, Mehmet Sait (Şahinbey), Gâvur Hacı, Yusuf Usta gibi halk kahramanları ile emperyalistlere karşı verdiği çetin savaşın ardından Cumhuriyetle birlikte "Gazi" unvanı alarak Gaziantep olur.
İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya gibi zamanın önde gelen emperyalist güçlerinin, halklar arasına nifak tohumlan ektiği Cumhuriyet öncesi tarihe kadar, Anadolu'nun birçok yerinde olduğu gibi Gaziantep de Gayrimüslim ve Müslüman halkların yani Ermenilerin, Yahudilerin, Türklerin ve Kürtlerin kardeşçe bir arada yaşadığı kentti. Onun için günümüzde bu zengin kültürün izleriyle her yerde karşılaşmak mümkün.
Şehrin göbeğinde Romalılardan kalma dev bir kale ve bu kalenin etrafınca yayılan betonarme yapılar ile yoksulların barındığı derme çatma yapıların arasında hala direnen enfes mimarisi ile eski yerleşim alanları varlığını sürdürüyor: Hanlar, hamamlar, tapınaklar, camiler, kiliseler, evler, dükkanlar...
Bir kültür, bir kent
Gaziantep'te nereye dönseniz bir tarih gözünüze ilişir. Öyle ki, kimi mahallelerin dar sokaklı tarihi evleri arasından geçerken sanki zaman tünelindeymiş hissine kapılırsınız.
Ama ne yazık ki bu tarih, sahipsizliğe terk edilen bir tarihtir. Onun için dünyanın en zengin mozaiklerine sahip Zeugma'yı baraj suları altında bırakan zihniyete Antep'in her yanında rastlamak mümkün.
O güzelim tarihi yapılar sanki birer harabe ya da çöplük yeri olmuş. Cafe, lokanta vs. işletme amacıyla restore edilen tarihi yapıları saymazsak Gaziantep'in yüzlerce tarihi yapısı yok olmakla karşı karşıya.
Tarihi Antep Evleri
Gaziantep ve çevresinde hakimiyet kuran uygarlılıklar, haliyle kültürlerini bölgeye taşımışlar. Zengin geçmişiyle büyük bir tarihi mirasa sahip, Antep'te tarihi varlıkların bir çoğu, savaş ve erozyon gibi doğa olaylarının yanı sıra tarihi eser kaçakçılığı, korumasızlık, bakımsızlık, terk edilmişlik, ihmalkarlık ve hatta bile bile baraj suları altında bırakılmak gibi bir kaderle başbaşa bırakılarak yok edilmiştir.
Örneğin Fırat'ın taşları ile işlenmiş ve tonlarıyla birlikte 13 renk kullanılmış Zeugma mozaiklerinin üçte ikisi (2/3) ülkemizin bir çok bölgesinde olduğu gibi çalınarak "kayıplar" arasına girmiştir.
Bütün bu kötü yazgıya rağmen Antep topraklarında yaşamış toplumlara ait kimi eserler kendini koruyarak günümüze kadar gelebilmiş. İşte bu eserler içinde önemli bir yeri olan tarihi Antepevleri tarihe karşı hoyratça davranışlardan nasibini alarak halen varlığını sürdürüyor.
Bu yapıların bir çoğu Osmanlı döneminde ticaret ve zanaat açısından gelişmiş ve nüfusun önemli bir kısmını oluşturan Ermeni ve Yahudilerden kalmadır. Konak tipi yapılar genelde 1800'lü yılların sonu ve 1900'lü yılların başında yapılmış.
Bu dönemde taş ve ahşap oymacılığı ile demir işçiliği altın çağını yaşar. Özellikle iç mekanlarda ahşap işçiliği, resim ve boyama sanatı, demir işçiliği önemli yer tutar.
Zeugma kazıları sırasında gün ışığına çıkarılan ve bugün sular altında kalan Roma villaları, çeşitli özellikleri ile Gaziantep mimari tarihinin en önemli halkaları.
Bu kazılar sırasında villalarda ortaya çıkan pencere demirleri, çatı kiremitleri, banyo kurnaları ve avlulu ev mimarisinin benzerleri yüzyıllar sonra Antepevleri'nde karşımıza çıkıyor.
Kapı komşularıydı
~
Antepevleri'nin büyük bahçeli olması şehrin geniş bir alana yayılmasına neden olmuş. Bu yayılmaya rağmen dar ve çıkmaz sokaklar göze çarpıyor. Bazı mahalle ve semtlerde ise gruplaşmalar göze çarpıyor.
Bu da din ayrımından kaynaklanıyor. Bazı semtlerde Ermeniler, bazı semtlerde Yahudiler bazı semtlerde Müslümanlar bir arada olmuşlar.
Evler konumlarına göre çeşitli isimlerle anılır. Çıkmaz sokağın sonundaki ev "dip gurna ev", sokak başındakilere "köşe ev", saçağı olan evlere "köşklü ev" denilir.
Kullanım ve görünüm açısından özenli olan bu evler iklim koşulları göz önüne alınarak iki bölüm halinde oluşturulmuş ve orta kısmına geniş bir bahçe yapılmıştır.
Yapılan iki binanın birinin yönü kuzeye (poyraz ev) diğerinin yönü ise güneye (kıble ev) bakacak şekilde yapılmıştır.
Bunun nedeni de güneş ışığından daha fazla yararlanmaktır. Poyraz ev güneşi arkasına aldığı için yaz ve bahar aylarında, güneye bakan kıble ev ise bol güneş aldığı için kışın oturulmak için tercih edilmiştir.
Evlerden geriye kalan
Camiler, medreseler, hanlar ve buna benzer bir çok eseri yanı sıra, bazı kaynaklara göre 1880 yılında Gaziantep'te 6000 civarında ev ve 2500 civarında dükkan bulunuyormuş. Bu yıllarda şehir nüfusu ise 40-50 bin civarlarındadır.
Bu nüfus savaş, göç vs. yıllarının ardından Cumhuriyet kuruluş yıllarında 30 binlere kadar düşer. Şehrin nüfusunun zamanla artmasından dolayı yapılaşma hızlanır; ancak sanatsal değeri olan merkezler azalmış, 1920'li yıllardan sonra daha basit ve tek katlı evler yapılmış. Ve şu anda bu tarihi mekanlardan geriye kalan ise sadece 500 civarında yapıdır.
Sınırlı sayıda kalan bu yapılar SİT alanı olmasına rağmen kaynak ayırıp da restore edilmediği gibi hiçbir koruma önlemi alınmış değil.
Hatta SİT alanı olduğundan dolayı yapılara dokunamayan sahipleri daha çok bu yapıların yıkılmasına katkı da bulunuyorlar. Çünkü eski yapılardan kurtulunca yeni yapı yapma izni alabiliyorlar.
Evet koca bir tarih ilgi ve bakımdan yoksun bir şekilde göz önünde yok olup gidiyor. Her biri ayrı bir sanatsal değere sahip olan ve sıcak görüntüleri bu tarihin yapıların yerine çok katlı beton binalar dikiliyor.
Ben nerde yok edilmekle yüz yüze bırakılmış bir tarihi değer görsem, bu eserleri üretmiş insanların sitemkâr bakışlarını üzerimde hissediyorum. Ya siz? (SA/BA)
* Sinan Araman'ın yazısını ilk sayısı çıkan Ark Sanat dergisinden aldık. Gaziantep'te yayımlanan derginin ilk sayısı esas olarak yerel yazar ve sanatçıların kent ve kültür üzerine çalışmalarından oluşuyor.
Kaynakça
Osmanlı Dönemi Antepevleri, Ali Atalar, İl Turizm Müdürlüğü Yayınları
İlk İnsanlardan Bugüne Çeşitli Yönleriyle Gaziantep, M. Oğuz Göğüs