Belirttiğim zaman dilimi içinde hemen her hükümet değiştiğinde, bölgeye yönelik mutlaka bir ekonomik ve sosyal paket açıklanıyordu. Açıklandıktan sonra hamaset edebiyatı gırla gidiyordu. Bir dolu insan beklenti içerisine giriyordu, ama üzerinden zaman geçtikten sonra, o açıklanan paketlerin içinin ne denli boş ve kof olduğu, altyapısının önceden hazırlanmadan sırf zevahiri kurtarmak için "ortaya karışık" sunulmuş menüler olduğu da hemen netleşiyordu. Umutlar bir başka bahara, ya da bir başka pakete kalıyordu.
Tabi bizler sadece o ekonomik ve sosyal paketlerin tarafı ya da muhatabı olmakla kalmıyor fikir de beyan ediyor, ciddi laflar üretiyor; hatta laf üretmekle kalmayıp dosyalar dolusu raporlar yazıp, basın, siyaset, bürokrasi ve de ilgilisi ile paylaşıyorduk.
Çoğu kez temsilcisi olduğumuz kurumun çapını aşacağını bilerek bölge için "siyasal çözüm" modelinden de dem vuruyorduk. Önerilerimiz bazen ilgi de görüyordu.
"Siyasal vaatler" olarak kalıyordu her bir şey!
Mesela kimi siyasetçiler; "Bask modelinin" tartışılabileceği ve model olabileceğini ifade ediyorlardı. Başkaları "Kürt realitesini" tanıyorlardı. Kimileri "Avrupa Birliği'nin yolunun" bizim "oralardan" geçtiğini vurguluyorlardı.
Ama bütün bu söylenenler, üzerinden kısa bir süre geçmeden, tıpkı o ekonomik raporlar gibi, devletin bir takım kapalı kapılarının ardında bilmediğimiz ajandaların yitik sayfalarında, üzerinde çalışılmamış ve de unutulmaya mahkûm, uygulanma şansı da olmayan "siyasal vaatler" olarak kalıyordu her bir şey!
Olan, sonunda elbette yine bizlere oluyordu.
Gerçekleşmemiş siyasal vaatlerin ve de daha sonra yinelenecek vaat beklentilerinin bekçileri/bekleyicileri oluyorduk.
Yeniden sıkı bir süreci yaşıyoruz. Bu kez "Biz oraları iyi biliriz. En az bin operasyon yaptık oralarda" diyen dünün polis şefi, valisi; bugünün politikacısı, şimdi diyor ki: "Dağlarda kuş sesleri olsun, çiçekler açsın. Siyaset yapmak isteyen de ovaya insin".
Bunları neden düşündüm!
Adı "Neden" olan NTV'de Salı akşamları yayınlanan Can Dündar'ın programını izlerken (10 Ekim 2006) düşündüm. Ve neden! dedim. Son yirmi yıldır Kürt sorununu tartışıyoruz.
Bir tarafta ısrarla, epeyce daraltılmış manada bu ülkede sadece "Türk Ulusu" ve "onun hakları vardır" diyen (Armağan Kuloğlu), hemen yanında ısrarla "bu ülkenin demokrasi isteyen tüm vatandaşları" diyen (Osman Baydemir) iki şahsiyet. İkisi yan yana. Asker tabiriyle "dirsek teması" mesafesinde. Ama henüz söylemler ve ifadeler birbirine epeyce uzak. Yan yana oturmak/oturtulmak bir televizyon programcısının (Can Dündar) tercihi. Ama sanki herkesin gönlünden geçen...
Bir başka açıdan, bir dolu ve her soydan, her boydan politikacılar "meseleyi" çözmeye ya da taraf olmaya zaman içinde soyunmuşlar. MHP'sinden CHP'sine kadar! Şimdi sıra bir dolu "karanlıkta kalmış iş"in, "yanıtları henüz verilmemiş" sorularının, bir dönem kesin adresi olan şahsiyetlerinin, bugün "politik kimlikli halleri" ile sorun çözücülüğe soyunmuş duruşları ile ilgili...
Ne demek gerektiği konusunda, emin olun kafam/kafalar bulanık. Ama bir özlü söze sahip çıkmak galiba en iyisi: "Denize düşen yılana sarılır." Bu ülke "denize düşmüş"ü oynuyor. Umuyor ve diliyorum ki sarınılan yılan, geçmişte insan yutan bir ejderha değil de insan başlı "eftalya" olur, denizkızı olur.
Haydi hayırlısı.
Barış olsun.
Silahlar toprağa gömülsün.
İyisi mi?
Siyaset düze, ovaya insin (mi)? (ŞD/KÖ)