Türkiye Cumhuriyeti'nin güya demokratikleşmeye başladığı 1950'li yılların ikinci yarısında, birden hayatımıza giren bu yeni sanatçı, birden ne olduğumuzu şaşırttırdı belki, ama iyi de yaptı. Evet, muhteşem bir sesi vardı, muhteşem şarkı söylüyordu, ama ortada bir tuhaflık vardı. Bu "adam", kadın gibi giyiniyordu. İlk önce ortalıkta dedikodular dolaşmaya başladı, aslında sırf sahne şovu için öyle giyiniyordu, yani kendini kadın gibi hissettiğinden falan değildi. Zaten, aslında evliydi, zaten aslında, zaten, zaten, zaten...
Zeki Müren'in açtığı yol, uzun yıllar sadece kendisi tarafından kat edildi. Zaten ülkenin de ondan başka bir "cinsiyetsiz"i kabul edip, etmeyeceği belli değildi. Onu kabul etmesi de uzun ve çileli bir süreç içinde olmuştu zaten. Ama o "sanat güneşi"ydi, başka bir tane daha Zeki Müren yoktu. Dolayısıyla, sahnede etek giymesinin de, upuzun tırnaklarını yuvarlak törpületip, parlak ojeler sürmesinin de bir sakıncası yoktu, çünkü o sanat güneşi Zeki Müren'di.
Yıllar boyu tek başına sürdürdüğü saltanatının keyfini çıkarttı Müren. 1980'lerin ortalarında Özal ile birlikte başlayan "özgürlük" ortamı, cinsel tercihlerin, en azından sahnede, yani göz önünde olanlar için rahat yaşanılası durumlar haline gelmesine neden oldu. Özel televizyonların da hayatımıza girmesiyle birlikte, aynı sokakta oturduğu eşcinsele ya da travestiye tahammül edemeyen Türk halkının, televizyonda izlediği eşcinsel şarkıcının biten ilişkisine üzülmeyi de beraberinde getirdi. Türkiye'de artık moda, eşcinsel şarkıcılardı. Hatta durum bir süre sonra, o kadar ileriye gitti ki, aslında eşcinsellikle alakası olmayan bir sürü insan, sadece ünlü olabilmek için, eşcinsel gibi davranmaya, transparan kıyafetlerle sahneye çıkmaya, makyajlarını eksik etmemeye başladılar. 90'ların ortalarına gelindiğinde, artık halk da, eşcinsel olarak sunulan şarkıcılar da, gerçeği unutmuş bir hale geldiler. Zaten sahnedekilerin hiç biri çıkıp da "ben eşcinselim" demedi. Sadece biz, izliyorduk ve biliyorduk. Daha doğrusu tahmin ediyorduk ya da öyle zannediyorduk. Bu işe, 80'lerin sonunda, sadece moda olduğu için eşcinsel gibi davranarak giren bir sürü insan da artık gerçeği unutmuş, duruma kendileri bile inanır hale gelmişlerdi.
Türkiye her zaman şaşırtan bir ülkedir insanı. Eşcinsel şarkıcıların baş tacı edildiği dönemlerde, ülkede, ciddi bir transseksüel ve travesti avı başlamıştı. İnsanlar, sokaklarında oturan travestilerin evlerini basıyorlardı, sokaklarda travesti ve transseksüllere saldırılıyordu. Aynı insanlar her gece televizyonda, eşcinsel şarkıcıların hayatlarını merakla izliyorlar, ayrıldıkları sevgililerine onlarla birlikte üzülüyorlardı. Evet, belki bu insanların hemen hepsi, Zeki Müren'in ardından gidiyorlardı ama, Müren cinselliğini asla bu şekilde sunmamıştı izleyiciye.
Furyayı başlatanlar, hala televizyonlardalar. Fatih Ürek, Arto, Dr. Bilal ve en eskileri, Aydın.
Aydın, 90'lı yılların başında girdi eğlence hayatına, Etiler'de bar kültürünü başlatan insanlardan biri. Uzun yıllar sahne aldığı barın adıyla anıldı, Papyon Aydın dendi ona uzun süre. Zaten, arkasından gelen insanların çoğu da onu taklit ederek başladı işe. İstanbul gece hayatında, transparan kıyafetlerle sahneye çıkan, sırtı açık gömlekleri ilk giyen hep o oldu. Sonra, Etiler keşfedildi. Aydın artık rakipsiz değildi, yeni ufuklar bulması gerekiyordu, en uygun malzeme, televizyondu. O da bu fırsatı değerlendirdi, ve Star televizyonunda bir program yapmaya başladı. Program gündüz kuşağındaydı, belki de o zamanlar bu durumdan hiç memnun olmamıştı Aydın. Geceleri prime-time programı yapmak varken, böyle bir gündüz kadın programı ilk bakışta yeterince prestijli görünmeyebilir insana, hele de rakipleri bir bir sahaları doldurmaya başladılarsa...
Ama eminim ki, Aydın'ın bile asla hayal edemeyeceği bir şey oldu, kadınlar, yani aslında televizyon denilen endüstrinin en büyük müşterileri ve bir anlamda da karar mekanizmaları, Aydın'ı bağırlarına bastılar. Aydın, bir fenomen haline geldi. Kadınlar, Aydın'ı kendilerinden biri bildiler. Ve şaka değil, tam beş yıldır onu ekranlarda tutmayı başardılar. Bilen bilir, gündüz programı yapmak kolay değildir, hele kadın programı yapmak hiç kolay değildir. Çünkü, kadınlar televizyon konusunda maymun iştahlılardır. Her şeyi beğenmezler, beğendikleri bir şeyi, bir hafta sonra kesinlikle istemeyebilirler. Biraz da ondandır, televizyonlardaki sabah şekeri enflasyonu.
Peki Aydın, bütün bu kalabalık içinden, cinsel tercihine rağmen/sayesinde, sıyrılmayı ve altıncı yılına girmeyi nasıl başardı?
Aslında Türkiye gibi bir ortamda bu soruya verilebilecek çok cevap var. Bunların ilki, kolaya kaçan bir cevap, Aydın'ın televizyondaki "ayol, şeker" içerikli konuşmaları kadınları "eğlendiriyor", gülüyorlar, dolayısıyla izliyorlar. Bu cevap gerçekten, her iki tarafa da haksızlık gibi görünüyor; izleyiciye de, programı yapanlara da. İkinci cevap, "aman işte, kadın programı, şarkı söylüyor, olup bitiyor" olabilir. Daha cümle bitmeden, şarkı söyleyen pek çok kişi olduğunu hatırlayıp, cevabı geri çekmek gerekir. Üçüncü cevap, açıklayıcı ve nettir; "Kadınlar Aydın'ı kendilerinden biri bildiler, bu sabah programlarında şanslı olan bazı programcılara kısmet olan bir durumdur, bunu koruyabilenler, televizyondaki kariyerlerine emin adımlarla devam edebilirler."
Sabah programları, Türkiye'de özel televizyonculuğun geçmişi kadar bir tarihe sahip. Dolayısıyla henüz, yalpalayan bir televizyon formatı. Kimse tam olarak ne yapılacağını bilmediği için, bir ya da iki ünlüyü bir araya getirerek, konuklu, şarkılı, türkülü ve tabi ki ödüllü bir program yaparak en azından üç saati kurtarma mantığı hakim. Aslında bu açıdan bakıldığında, Aydın'ın programı da tam tamına böyle bir program, kesinlikle özen yok, bir ünlü getirilerek tüm program kurtarılıyor vs,vs,vs... Ama Aydın'ın seyirci ile ilişkisinin yarattığı elektrik, normalde programı izlemeyenlerin bile anında fark ettikleri bir hal almış durumda. Yaşlı teyzelerden, yirmilerine gelmemiş yeni yetmelere kadar çılgın bir kadın izleyici kitlesine sahip Aydın. Cinsel tercihi mevzu olmuyor, ama programı izleyen ya da uzun çileler çekerek stüdyoya giden izleyicilerin tamamı durumu farkında. Sevgilisinden ayrıldığını canlı yayında açıklayan, kendi deyimi ile "Haddimi bildim bu güne kadar, sesimin yetmediği şarkıyı söylemedim, ama beni mazur görün, bugün bu şarkıyı söylemek istiyorum" diyerek, ayrıldığı sevgilisine ağır bir Türk sanat müziği şarkısı yollayan Aydın'ın ağlamaklı gözlerine eşlik eden stüdyodaki kadınlar, ayrıldığı sevgilisinin cinsiyeti ile ilgili net bilgiye sahip olmamalarına rağmen -zira, Aydın'ın eşcinsellik görüntüsünün 90'ların başından kalan modadan mı olduğunu yoksa, gerçekten böyle bir tercihi mi olduğunu doğal olarak bilemiyoruz- onun için üzüldüler, hatta bazıları ağladı.
Stüdyodaki Zehra teyzenin, Aydın'ın aşk acısını paylaşması doğal belki, ama ufak bir senaryo yaratın kafanızda. Aynı Zehra teyze, akşam evine gidiyor, ve küçük torunu Cenk'in cinsel tercihinin kendi cinsine yönelik olduğunu öğreniyor. Sizce, Zehra teyze, torununa da Aydın'a olduğu kadar hoşgörülü davranıp, kavga ettiği sevgilisi ile ilgili onu teselli edebilecek mi? Aydın ve benzerlerinin televizyon dünyasından hayatımıza girmeleri ve buna bu kadar kolay izin vermiş olmamızın nedenlerinden biri de "davulun sesi uzaktan hoş gelir" olabilir mi acaba?
Aydın'ı ve yaptığı programları baş tacı etmemizin sebeplerinden biri de belki de onu kendimize tehlike olarak görmüyor oluşumuzdur. Dikkat edin, adı sabah şekerleri ya da sevimlileri olan diğerleri, evdeki genç kızımızın ya da kocasıyla sorun yaşayan büyük kızımızın dikkatini çekebilecek yakışıklılıkta seçiliyor, erkekler zaten ya eski Mr. Bilmem ne, ya da mankenler. Dolayısıyla sadece görüntüleri ile genç kadınlardan oluşan izler kitleyi garantiye almış oluyorlar, onlara öpücük ya da bakış fırlatarak da durumu iyice kurtarıyorlar. Ama, Aydın bütün bunları yapmıyor, çünkü kimse ondan öpücük istemiyor, ondan sadece sanki evlerindeki güne gelmiş gibi davranmasını istiyor izleyici, o da bunu yapıyor, dedikodu yapıyor, yağlarını aldırmasından söz ediyor ya da sevgilisini anlatıyor. Belki biraz bizden, biraz da sizden bir gibi davranıyor, belki sahte belki de değil, biz sadece televizyonda inanmak istediğimize inanıyoruz. Tıpkı cinsel tercihinde olduğu gibi... İzleyenler onu evin insanı bilmekten hoşnut, onun da öyle bildiğini düşünmek ayrıca mutlu ediyor. Gerçekle televizyon arasındaki ince çizgiyi yok etmek rahatlatıyor izleyiciyi. Yaşlı bir anneannenin dediği gibi;
"Ben onun sevgilisinden ayrılmasına üzüldüm, çünkü biliyorum ki, o beni tanısa, o da benim beyle kavga etmeme üzülürdü".