Büyükada, her 23 Nisan'da bir başka hareketli. Ada'nın en yüksek tepesine konumlanmış Aya Yorgi Manastırı'na ismini veren Yorgi'nin isim günü. Ortodoks ikonografisinde sıkça kullanılan, ejderhayı mızrağıyla yere seren ordu komutanı Aziz Giorgios'un günü.
Ama hareketliliğin sebebi, maalesef bu değil. Motorlar ve vapurlar normal tarifenin dışına çıkarak, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte çalışmaya başlıyorlar. Bu saatlerde yola çıkmazsanız kiliseye ulaşmanız dahi çok zor. Bugün kiliseyi ziyaret edenlerin sayısı 60-70 bini buluyor, insanlar saate aldırmadan, Büyükada'daki Aya Yorgi Manastırı'na doğru, akın akın gidiyorlar. Büyük çoğunluğunun amacı, kendileri ve sevdikleri için dilek dilemek.
Bu geleneğin geçmişi, kilisenin tarihiyle çok ilintili. Bizans döneminde işgal altında kalan Kilise'nin ikonalarını ve kutsal eşyalarını kurtarmak isteyen papazlar, bu cisimleri toprağa gömerler. Uzun yıllar sonra, Aziz Yorgi, bir çobanın rüyasına girerek, ona kiliseye uzanan yolu tırmanmasını, bir çan sesi duyduğu yerde durup toprağı kazmasını söyler. Çoban, aynı rüyayı üç gece üst üste görünce, kiliseye uzanan uzun yokuşu, çıplak ayakla, arkasına hiç bakmadan ve hiç konuşmadan, tek başına tırmanır. Rüyasında gördüğü gibi, kiliseye yaklaştığı anda çan sesleri duymaya başlar; o noktayı kazar ve gömülü cisimleri bulur. Çobanın bulduğu ikonalar ve diğer eşyalar, bugün Aya Yorgi Manastırı'nda sergilenmekte.
Fakat kilisenin yönetiminin de fazlasıyla rahatsız olduğu üzere, yaklaşık son 10 yıldır, dilek dileme ritüelleri giderek farklılaşıyor.
Bunlardan en çok öne çıkanı, manastıra giden yokuşun başında bir ağaca bağladığı bir ipi, kilisenin bulunduğu tepeye kadar hiç koparmadan açabilenlerin dileklerinin gerçekleşeceği inancı. Fakat sürekli olarak artan kalabalık yüzünden iyice zorlaşan bu yöntem, son yıllarda yerini, her adımda ipi eline dolayarak dilek tutmaya ve sonrasında ip tutamını denize atmaya bırakmış.
Dilekte bulunmanın piyasası da giderek büyümekte. Aya Yorgi'ye çıkan yokuşun bulunduğu meydana geldiğinizde, her dilek için ayrı renkte mumlar satanlar ve dileği simgeleyen küçük metal eşyaları tezgâhlara serenler etrafınızı sarıyor; lacivert: İşte başarı ve araba, turuncu: okulda başarı, kırmızı: aşk, beyaz: sağlık, mor: çocuk sahibi olmak, yeşil: para, mavi: kariyer, sarı: şans, pembe: kısmet. Hatta yanınızda bulunmayan bir yakınınız için dilediğiniz dileğin tutması için, meydanda satılan çamaşırlardan alarak, daha sonra o insana giydirmeniz gerekmekteymiş.
Bu ritüelleri uygulayan insanlarla konuştuğumuzda, neredeyse hepsi hiç inanmadığını ve yokuşu spor yapmak için tırmandığını söylese de, araya, bir yakını için dilediği dileğin yerine geldiğini sıkıştırmayı ihmal etmiyor.
Yıllardır 23 Nisan'larda yokuşta simit satan Erol, o gün adaya gelenlerin sayısının her sene arttığını ve bunun da, insanların ne kadar mutsuz olduğuna işaret ettiğini söylüyor. Kilise ise, uygulanan ritüellerden, sadece kilisenin içindeki dilek kutusuna dileklerin bırakılmasını ve eğer yerine gelirse bir sonraki ziyarette şeker veya yağ getirilmesini destekliyor. Eskiden kilisenin ihtiyacını karşılamak için kandil yağı getirilse de, böyle bir ihtiyaç ortadan kalkınca ayçiçeği yağına dönülmüş. Kilise görevlileri, bunun fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamak adına faydalı bir hareket olduğu görüşünde.
Kiliseden çıkış da bambaşka bir hikâye. Yine kilise yönetimi karşı çıksa da, insanlar hangi dilekte bulunuyorlarsa onu simgeleyen motifleri kilisenin çıkışındaki duvara çiziyorlar veya kibrit çöpleri ve şeker yardımıyla bu motifleri oluşturuyorlar. Bir önceki gelişinde dilediği dilek gerçekleşmiş olanların uzattığı şekerler de, iniş yolculuğunuzun katığı oluyor.
Bu yoğunluk gün sonuna kadar devam ederken, herkes inişte, kilisenin bir sonraki ayin gününde, yani Meryem Ana'nın ölümünün kırkıncı günü olan 24 Eylül'de, gerçekleşmiş dilekleri ve ellerinde, kiliseye şekerleriyle gelmeyi umuyor. (SB/EKN)
* Haber Agos gazetesinin 27 Nisan 2012 tarihli 837. sayısından alınmıştır.
** Fotoğraf: Berge Arabian