Özgür Gündem’in nöbetçi yayın yönetmenlerinden üçü, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi ve bianet raportörü Erol Önderoğlu ve gazeteci yazar Ahmet Nesin 20 Haziran'dan beri cezaevinde.
Bu iç ismin tutuklanmasıyla, Kürt basınına yönelik baskılar tüm dünyada konuşulmaya başlandı. Özgür Gündem çalışanları aslında kurulduğu 1992’den beri soruşturmalar, davalar, tutuklamalar, işkence, toplatmalar ve kapatmalarla karşı karşıya.
Çözüm sürecinde azalan baskılar, Temmuz 2015’ten beri artarak devam ediyor. Sadece 2016’da Özgür Gündem’e Terörle Mücadele Kanunu’ndan (TMK) 149 soruşturma açılmış. 149 soruşturmanın 110’u davaya dönüşürken, altısında takipsizlik kararı çıkmış. Altı takipsizlik kararının tamamı nöbetçi yayın yönetmenleriyle ilgili soruşturmalardan. Gazetenin sorumlu yazı işleri müdürleri ve genel yayın yönetmenleri hakkındaki davalar ise sürüyor.
Temmuz 2015’ten Haziran 2016’ta kadar gazeteye TCK 301’den (Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama) ve TCK 299’dan (Cumhurbaşkanına hakaret) ise 47 soruşturma açılmış. Soruşturmalardan 30 tanesi davaya dönüşmüş durumda ve yargılamalar devam ediyor.
Özgür Gündem’in avukatı Özcan Kılıç, adliye, cezaevi ve gazete arasında mekik dokuyor. Özgür Gündem’de buluştuğumuzda gazete çalışanlarıyla hararetli bir sohbetteler, davaları, tutuklamaları konuşuyorlar.
Avukat Özcan Kılıç’la Metris’te Erol Önderoğlu ve Ahmet Nesin ziyareti dönüşü buluştuk, Kürt medyasına yönelik baskıları konuştuk.
Nöbetçi yayın yönetmenleri kampanyasına giden süreci biraz anlatır mısınız?
7 Haziran seçimlerinden sonra hükümet Kürtlerin meşru demokratik bir alanda güç haline gelmesinden rahatsız oldu. İlk etapta Temmuz 2015’te DİHA, Özgür Gündem web sitesi ve Kürtlerin haber sitelerine erişim engellenmesiyle karşılaştık. İtirazlarımızın hepsi reddedildi. Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) haber alma hakkı engellendiği gerekçesiyle başvurular yapıldı ancak aradan yaklaşık 10 ay geçmesine karşın hiçbir gelişme yaşanmadı. Aynı AYM Nisan 2015’te Facebook ve Twitter’la ilgili bir hafta - 10 gün içinde ihlal kararı vermişti. Bu kararlar yerinde ve doğru kararlardı, ancak başvuru konusu Kürt haber siteleri olunca AYM ayırımcı ve taraflı hareket ediyor, bu çok açık şekilde ortaya çıktı.
2015 Ağustos’unda bu kez basılı yayınları kapsayan uygulamalar devreye girdi. Bu uygulama için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bünyesinde Terörle Mücadele bölümünde iki savcı özel olarak görevlendirildi. Bu savcılar her gün özellikle Özgür Gündem başta olmak üzere muhalif gazeteleri ve dergileri incelemeye alıyorlar. İlk gittiğimizde önümüze 45 günlük gazete koyup, bunların hepsiyle ilgili soruşturma başlattıklarını söylediler.
Ve Eylül 2015’ten bugüne kadar her gün için bir dava sistemi başladı. Biz her hafta Savcılığa gidip gazetenin bir haftalık sayılarındaki birçok haber ve makale ile ilgili ifade vermek durumunda bırakıldık. Gazetede yer alan kimi haber ve yazılara ilişkin sorular soruluyordu, ismi bilinen-tanınan yazarlara ise doğrudan soruşturma ve dava açıyorlardı.
Bu süreç devam edip gazete yayın çizgisinden taviz vermeyince savcılar bu kez, Genel Yayın Yönetmeni Eren Keskin ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü Reyhan Çapan için yurtdışı yasağı ve adli kontrol uygulaması kararı çıkarttılar. Bu aşamada eğer gazetedeki görevlerine devam ederlerse bu kez tutuklama kararı çıkartacaklarını açıkça yüzümüze söylediler.
Eren Keskin avukat ve aynı zamanda aktivist bir insan. Onun sadece gazetedeki görevini değil, diğer alanlardaki işlerini de yapamaz duruma getirmeyi amaçladılar. Biz de gazetedeki arkadaşlarımızla çeşitli görüş ve önerileri konuşmaya başladık. Her gün için farklı bir kişinin yayın yönetmeni olabileceği fikri üzerinde tartışırken değişik çevrelerden özellikle gazetecilerden çok sayıda insan bu işi üstlenmeyi önerdi.
Eren Keskin aslında gazeteye sürekli davalar ve soruşturmalar açıldığı için bir avukat olarak eş genel yayın yönetmeni olmamış mıydı zaten?
Tabii. Zaten savunmasında da bunu söylüyor. Gazeteye destek olmak, yıllardır yaşadığı baskı ve haksız uygulamalar karşısında sahiplenmek için yayın yönetmeni oldu. Yaklaşımı buydu.
Nöbetçi yayın yönetmeni uygulaması başladıktan sonra soruşturma savcıları, gönüllü yayın yönetmenliğinin kağıt üzerinde kalacağını düşünmüş olmalılar ki ifade için gittiklerinde savcılar bu işi hafife alarak geçiştirmeyi düşündüler. Arkadaşlarımız savcıların bu tavrına karşı şunu söylediler: “Beğenirsiniz beğenmezsiniz, yaygın medyanın devlet-hükümet güdümünde haber yaptığı mevcut ortamda biz bu gazetenin yayınlanması gerektiğini ve bunu sağlamanın da insani ve mesleki bir sorumluluk olduğunu düşünüyoruz.”
Savcılar nöbetçi yayın yönetmeni uygulamasının ne kadar süreceği ve nasıl örgütlendiğini de arkadaşlarımıza soruyorlardı. Bu sahiplenmenin kararlı bir şekilde devam edeceği ortaya çıkmaya başlayınca rahatsızlıkları artmaya başladı. Biz de başvuruların fazla olduğunu, dolayısıyla ne kadar süreceğine bizim değil başvuruların belirleyeceğini söyledik.
Unutmayalım, bunlar olurken Cizre’de, Nusaybin’de korkunç çatışmalı bir döneme girilmişti ve oradan doğru haber alamıyorduk. Dünya kamuoyu ve Türkiye’deki insanlar yaşanan olaylardan DİHA ve JİNHA muhabirlerinin yaptığı haber ve fotoğrafların Özgür Gündem gazetesinde yayımlanması ile haberdar oldular.
Bu sırada bizim yayınladığımız haberleri yapan, imzası olan DİHA ve JİNHA muhabirlerinin nerdeyse tümü gözaltına alınıp işkenceye maruz kaldı ve tutuklandı. Burada haberleri yayımlayan Özgür Gündem gazetesinin sorumluları da soruşturma ve davalarla sindirilmeye çalışıldı.
Soruşturma açtıkları gazetecilere neler sordular?
Yayın yönetmenlerine “Bu haberi gördünüz mü? Başlığa müdahale ettiniz mi? Manşet ve Fotoğraf seçimine karıştınız mı? Hangi haberlere müdahale ettiniz?” gibi anlamsız ve gereksiz sorular sordular. Nöbetçi arkadaşlarımız savcılara gerçek gazeteciliği, “devlet gibi düşünmek- yazmak” zorunda olmayan özgür gazetecilik ilkelerini, halkın haber alma hakkını, düşünce ve ifade özgürlüğünü, editoryal özgürlüğü, sansürü-otosansürü ve daha başka ilkeleri anlatmaya çalıştılar.
Savcıların bu ilkelerden çok fazla haberdar olmadıkları ya da görmek istemedikleri açık. “Olur mu o zaman siz orada ne yapıyorsunuz” şeklindeki sorulara “Anaakım medyanın çalışma düzenini reddettiklerini, patronun veya yöneticilerin, devletin-hükümetin istemediği-beğenmediği haberleri sansürleme, yaptırmama şeklindeki yaklaşımının kendileri için geçerli olmadığını belirttiler.
Bununla birlikte seçtikleri kimi haberler hakkındaki düşüncelerini sorup polemiğe girmeyi denediler, nöbetçi arkadaşlar gazeteci olarak haber hakkındaki kişisel görüşlerinin kendilerine ait olduğunu, editoryal bağımsızlık ilkesine uygun davrandıklarını belirttiler.
Sizce bunu yaparken sorumlu tutabilecekleri başka isimler mi arıyorlardı?
Evet. Bu teklif nereden geldi, bu işi kim örgütlüyor, gibi sorular da sordular. Özellikle çok farklı ve değişik düşüncelerden, çevrelerden, mesleklerden insanların bu işi üstlenmesi onları oldukça rahatsız etti.
Üç arkadaşımızın tutuklandığı gün, onları tutuklayan savcı “Bugün gelenler dişli çıktı” gibi bir cümle kullandı. Tutuklama talebiyle mahkemeye sevk ettiler. Olaylar böyle gelişti. “Biz bu işten rahatsızız. Tutuklarız. Devam edecek olanları da tutuklarız. Siz de gelip bu nöbete katılmayın” mesajı vermek istediler.
TCK 214 (Suç işlemeye tahrik) ve 215 (Suçu ve suçluyu övme) son dönemlerde gazeteciler hakkındaki iddianamelerde görmeye alışkın olmadığımız maddeler. Siz sık karşılaşıyor musunuz?
Bu maddeler “Sayın Öcalan” döneminde sık kullanılıyordu. AİHM ve AYM’den buna ilişkin kararlar çıkınca uygulama azalmıştı.
Soruşturmalarda ve sorgularda daha çok hangi haberleri soruyorlardı?
PYD’nin terör örgütü olduğuna dair bir mahkeme kararı yok ama “Biz böyle görüyoruz” diyorlar, PYD haberlerini soruyorlar. Sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte YPS haberlerini sordular. Özgür Gündem’in Kadın eki Binevş’in her sayısı için en az üç kadın yazara dava açıyorlar. Mesela Şebnem hanımın [Korur Fincancı] tutuklanmasına gerekçe gösterilen haberlerden birinin başlığı “Gülüşlerimizi takas edelim” idi. Ebû Leyla haberine dava açtılar, haberin altında Obama’nın taziye mesajı var!
Eskiden bu yana gazeteye yönelik baskılarda ne değişti?
Eskiden gazeteyi kapatıyorlardı, toplatıyorlardı. Biz ismimizi değiştiriyorduk, davalar açıyorduk, bir formülünü buluyorduk.
Artık AİHM’in önü kapatıldı. Anayasa Mahkemesi’ne gidiyoruz, onlardan karar çıkmıyor. İç hukuk yollarını tüketmemizi engelliyorlar, süreyi uzatıyorlar. İkinci olarak sizi bu süre boyunca sürekli tedirgin bir halde bırakıyorlar. Artık okuyucu da gazeteyi almaya çekiniyor bazı yerlerde. Hem gazeteyi hem okuyucuyu kriminalize ediyorlar. Çalışanlar da genç çocuklar, nasıl bir psikolojideler bilmiyorum ama gerginler. Bize kayyum da atayamıyorlar.
Neden atayamıyorlar?
Yasaya göre, borsada yatırımı olan şirketlere atayabiliyorlar. Bizim de borsayla bir işimiz yok.
Peki hangi maddelerden açıyorlar davaları?
Eskiden hep Terörle Mücadele Kanunu’ndan (TMK) açıyorlardı. Son 6 aydır, TCK 301 (2. Fıkrası: Askeri, polisi aşağılama) ve TCK 299 (Cumhurbaşkanına hakaret) maddelerinden de açmaya başladılar.
Mesela Yüksekova’da özel timcilerin insanların yatak odalarına yazdıkları hakaretlerle çektirdikleri fotoğrafları haber yaptık. Savcı diyor ki siz askerimize, polisimize “çete” diyorsunuz!
Yargı, Kürtlerin evlerine yapılan yazılamaların devlet güçleri tarafından yapıldığını kabul ediyor mu?
Biz de onu söyledik ama konunun o tarafıyla ilgilenmiyorlar, “Çete” denmesiyle ilgililer. “Kahraman polis ve askerlerimize nasıl çete dersiniz?” diye soruyorlar.
Soruşturmaların ve davaların sayısını eskisiyle karşılaştırdığınızda nasıl bir tablo çıkıyor?
Çözüm süreci boyunca, yani iki yılda 10-15 dava açıldı. Artık her güne birkaç dava var.
O zaman, Özgür Gündem için üç dönem oldu, çözüm sürecine kadar olan dönem, çözüm süreci ve şu an. Çözüm sürecinden öncesini ve şu anı karşılaştırabilir misiniz?
90’larda savaş bölgede yürüyordu ama siyasi zeminde zaten Kürtler yok sayılıyordu. O zaman askeri hakimler vardı ve inanın kurallara uygun davranıyorlardı. Yasalar kötüydü ama askeri hakimler yasa neyse onu uyguluyordu. Biz de AİHM’e kadar götürüyorduk.
Şimdi yasaları boş verdiler, AİHM falan hak getire… Sıkıntı bu. Yasalar daha esnek ama hukuku uygulayan yok. Örneğin Toplantı ve Yürüyüş Kanunu hala aynı ama şu anda kimse dışarı çıkıp bir basın açıklaması bile yapamıyor.
“AKP devleti” hukuku uygulamıyor. Sadece bize değil, tüm medyaya bunu yapıyor. Ben yapacağım diyor, yapıyor.
Daha önce genel yayın yönetmeni düzeyinde tutuklu yargılama olmuş muydu?
1993’te Gurbetelli Ersöz ve Ferda Çetin. Onlar işkence de gördüler. Gazeteyi bastılar, çaycıdan avukatlara hepimizi gözaltına aldılar. Bir ara da yazıişleri müdürlerimizi tutukluyorlardı, iki ayda 15 müdürümüzü tutukladılar. Biz 16.yı bulunca pes ettiler.
Şimdi de gazeteciler nöbetçi yayın yönetmenliğini devralmaya hazır olduklarını açıklıyorlar. Şimdiye kadar 56 kişi nöbetçi yayın yönetmenliği yaptı, 50’si hakkında soruşturma, bunlardan 16’sı hakkında da dava açıldı. Sizce neden bu üç ismi tutukladılar?
Şebnem Korur Fincancı, bölgedeki çatışma ve yıkım sürecinde oraya gitti ve bir rapor hazırlığındaydı. Erol Önderoğlu, bu ülkede ifade özgürlüğü raporlamasını en iyi yapan insan. Hatta o gün mahkemeye de söyledi, “Ben 28 Şubat’ta sizin taraftarınız olan gazeteciler için de rapor yazdım” dedi. Ahmet Nesin de Türk olduğu ve Aziz Nesin’in oğlu olduğu için seçildi.
Eskiden yayın yönetmenleri davalarda sorumlu tutulmuyordu ama bir kanun değişikliği oldu. Bu kanun nasıl ve ne zaman değişti hatırlıyor musunuz?
2005’te yeni bir basın kanunu yazıldı. Bu arada, bu kanun gazetecilerin el kitabıdır, bilmeleri gerekir.
O yasa yapılırken, Özgür Gündem gazetesinin pratiği Adalet Bakanlığı’nın önüne sunuldu. Denildi ki, “Özgür Gündem gazetesi Abdullah Öcalan’ın yazısını takma isimle yayınlıyor ve biz dava açamıyoruz. Milletvekilleri bu gazetede köşe yazıları yazıyor, devlete saydırıyor ama biz dokunulmazlıkları olduğu için dava açamıyoruz. Yurtdışında yaşayan yazarlar var, dava açamıyoruz.” Yasayı öyle bir formüle ettiler ki, yazarı değil, yayın kuruluşunu sorumu tutuyorlar.
Tabii bu sadece bizimle ilgili değil. O zaman Doğan Grubu ve Sabah Grubunda hükümete yönelik eleştirel bir haber yayınlandığında, yayın yönetmeni “Benim haberim yok, sorumlu müdür yapmış” diyordu. Sorumlu müdür mesela “Ben o gün izinliydim” dediğinde kimi sorumlu tutacaklar? Onlar da medyaya bir çeki düzen vermek istediler. Birilerini cezalandırabilmek için yaptılar. Şimdi hem yayın yönetmeni hem yazıişleri müdürü sorumlu tutuluyor, birinden biri değil, ikisi birden.
Galiba eskiden tutuklu yargılanma istisnaiydi, şimdi tutuksuzluk hali istisnai hale geldi. Sizce böyle mi?
O aslında dönemsel bir şeydi. Kısa bir dönem bir bahar havası oldu. Balyoz ve Ergenekon davaları da bu çözüm sürecinde temizlendi.
Şimdi üç nöbetçi yayın yönetmeniniz tutuklu. Onları ziyaret etme fırsatınız oldu mu? Nasıllar?
Bugün Erol Önderoğlu ve Ahmet Nesin’i ziyaret ettim. Bakırköy’e daha gidemedim. Erol’u yakından tanıyorum, ruh halini merak ediyordum. Çünkü tutuklandığınız gün anlayamazsınız, insanlar şaşkın olur. Ziyarete gittiğimde cezaevinde ikinci günüydü. Erol yanıma mutlu geldi, ben de mutlu oldum. Yaptığı ifade özgürlüğü raporlamasının ne kadar doğru bir iş olduğunun bu tutuklamalarla da kanıtlandığını söyledi. Ahmet de aynı. Genelkurmay Başkanının neden Bakanlar Kurulu toplantısına katıldığı üzerine konuştu. Hatta Özgür Gündem’e bu konuda bir yazı yazdı.
Süreç nasıl işleyecek sizce? Tutukluluğa itirazdan serbest kalırlar mı?
Can Dündar- Erdem Gül yargılamasında olduğu gibi duruşma tarihi erkene verilebilir. İddianame hazır ama henüz resmi bir hale gelmedi. Bekliyoruz. (ÇT)
Özcan Kılıç kimdir?1992’den beri Özgür Gündem gazetesinin avukatı. 53 yaşında. Ağrılı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. |