-Eğer yaşamını kaybettiyse Gülistan Doku’nun cenazesi halen bulunamadı.
-Cemal Metin A., Pınar Gültekin’i öldürdükten sonra ona işkence etti.
-Emine Bulut’u tasarlayarak öldüren Fedai Varan’a mahkeme indirim uyguladı ve gerekçeli kararında, “cinayeti tasarlayarak ve canavarca hisle işlemediğine” hükmetti.
-Kimsesizler mezarlığındaki kadınlar
Örnekler çok…
Kadınlar için “ölüye saygı” ve “gömülme hakkı” ne anlama geliyor? Hak mücadelesinde bu kavramlara da alan açmak, neden önemli?
Feminist avukat Fatoş Hacıvelioğlu, “ölüye saygı cinsiyetçi bakış açısı ile harmanlanmış bir ahlaki değer. Yani yaşam gibi ölüm de cinsiyetçi ne yazık ki” diyor.
"Ölü beden değil "kadın bedeni" olmaya devam ediyor"
Öncelikle “gömülme hakkı” ve “ölüye saygı” hukuken ne demek?
Herkesin onurlu bir şekilde gömülme, hatıra sembolü olan bir mezara sahip olma hakkı vardır ve bu hak tüm medeniyetlerde kanunla
yazılı olarak düzenlenmeyi bile gerektirmeyecek kadar doğal ve tartışmasız bir haktır.
Anayasa’da kişilere ölümlerinden sonra uygun bir defin imkânı sağlanması gerektiğine ilişkin açık bir hüküm bulunmuyor fakat Anayasa’nın başlangıç bölümünde insan onurundan, 17. maddesinde işkence ve eziyet yasağından ve 20. maddesinde özel hayatın korunmasından bahsedilen maddeleri bu kapsamda değerlendirilebilir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde açıkça gömülme ve kişinin yakınlarını gömebilme hakkı düzenlenmemiştir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konuyu AİHS’ın özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını koruyan 8. maddesi altında değerlendirmekte.
Ölüye saygı eski çağlardan bu yana varolan bütün insanlığın yüzyıllar boyu öncesinden bu yana ortak değerlerinden biri olarak kabul edilen ahlaki bir değer, etik bir ilke, bir yükümlülük.
Ağırlıklı olarak uluslararası insancıl hukuk veya savaş hukukunun düzenlediği bir konu. Uluslararası Kızıl Haç’ın derlediği geleneksel uluslararası insancıl hukuk kurallarında 112 ile 117. kurallar “ölüye saygı ve adaleti” düzenlemekte.
Bu kurallar: Ölüleri arama ve toplama yükümlülüğü, ölülerin soyulmaya ve vücut bütünlüklerinin bozulmasına karşı korunması, ölülerin kalıntılarının ve kişisel eşyalarının iadesi, ölülerin defnedilmesi, ölülerin kimlik tespiti ve kayıp kişilerin akıbeti hakkında bilgi verilmesidir.
Kadınlar açısından ölüye saygı biraz daha karmaşık bir durum bence. Bu kadın bedenine bakış ile doğrudan ilgili. Kadın bedeni, patriyarkanın, tarih boyunca çeşitli biçimlere bürünen tahakküm ve denetim mekanizmalarının, birbirinin üstüne yığılarak, çok katmanlı bir biçimde yoğunlaştığı “yer” çünkü.
Yani tarihsel olarak tek tanrılı dinlerde kadın bedenini “kötülüğün/günahın” taşıyıcısı ve somutlaşmış biçimi, erkeği yoldan çıkarmaması için mutlak bir şekilde denetlenecek, kapatılacak, ama aynı zaman da tohum verilecek bir kaynak, toprak. Kimi kültürde, “bekâret” günahsızlıktan ziyade “namusun” ve “iffetin” simgesi kimi zaman da kadın bedeni çeşitli sıvılarıyla, âdet kanıyla, plasentasıyla, “pisliğin”, mikrobun yuvası. Dinlerin yanı sıra üretim tarzları da kadın bedeni üzerindeki patriyarkal tahakkümün ve denetimin biçimlerini çeşitlendirmiş.
Yani kadın bedeni artık hem günahkâr, hem pis, hem namus simgesi, hem kutsal ana, hem pornografi nesnesi; hem ince olmak zorunda, hem de dolgun.
Hem âdet kanımızın pisliğinden dem vuruluyor, hem doğurganlığımız/analığımız kutsanıyor. Hem cinselliğimizi bastırmamız, gizlememiz bekleniyor, hem bedenimiz fetişleştirilmiş cinsel organlar halinde parçalanarak seyirlik malzeme haline getiriliyor. Bu çok katmalı çatışmalı durumda kadın beni üzerinde kurulan tahakküm ve denetimin en uç noktası kadın cinayetleri.
Ve yine aynı nedenle de ölü kadın bedeni “ölü beden “değil “kadın bedeni” olmaya devam ediyor. Ölüye tecavüz, ölü de olsa kadın bedeninin hala bir haz nesnesi olarak görülmesi bununla ilgili.
"Yaşam gibi ölümde toplumsal cinsiyetle doğrudan bağlantılı"
Kadın cinayetlerini düşündüğünüzde bu hak gözetiliyor mu? Örneğin Pınar Gültekin'in katledilmesinde yaşananlar ne anlama geliyor?
Kadın cinayetleri noktasında bu hakkın gözetilmediği çok açık. Kadın cinayeti dosyalarında erkeklerin öldürdükleri kadınlara işkence
Türkiye'den bazı örneklerÖrneğin kopya çekerken yakalanmış hukuk fakültesi öğrencisi Hasan İsmail Hikmet tarafından katledilen araştırma görevlisi Ceren Damar'ın dosyasında yargılama sırasında sanık avukatı Vahit Bıçak'ın yaptığı savunmalarda, kullandığı "Maktule, 'kamu görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanarak cinsel saldırıda bulunma' suçunu işlemiştir. Maktule, hayatta olsaydı bu suçtan yargılanabilirdi. Böylesine ağır bir suçun mağduru olmuş bir sanığın karşınızda olduğunu söylemek isterim. İlk cinsel saldırıdan sonra maktule baskılarını arttırmıştır. Sanığı okulda sıkıntıya sokacağını söyleyerek sanığı baskıya almıştır. Sanık, maktulenin tehditlerine boyun eğmek zorunda kalmıştır.' ifadeleri nedeniyle Ceren Damar'ın ailesi, savcılığa suç duyurusunda bulundu. Vahit Bıçak hakkında dava açıldı. Bıçak, 'hakaret, kişinin hatırasına hakaret' suçlarından 10 yıla kadar hapis talebiyle yargılanacak. Ayrıca Vahit Bıçak hakkında sosyal medya paylaşımları, duruşmalardaki cinsiyetçi söylemleri için de para cezası verilmişti. |
etmeye devam ettiğini defalarca gördük.
Ölü bedene yapılan bu işkencenin patriyarkal tahakküm ve denetimin yarattığı öfke ile yapıldığını görmek zor değil.
Girdiğim bir davada kadın öldükten sonra vajinasına kurşun sıkan katili hatırlıyorum mesela. Bununla birlikte ölüye saygı bağlamında Şemse Allak’ı herkes hatırlayacaktır.
Ailesinin 15 günlük yasal süre içinde cenazeyi almaması üzerine kadınlar cenaze namazını kılıp Şemse’yi defnetmişti.
Yani erkekler tarafından öldürülen kadınların “namus” adı altında cenazelerinin alınmaması ve kadınların kimsesizler mezarlığına gömülmesi, dini ritüellerin yerine getirilememesi, cenazesi yıkanmayan kadınlar, camiye sokulamayan öldürülmüş kadınlar, Gülistan Doku’da olduğu gibi cesedin bulunmamasını “ölüye saygı” bağlamında ele alabiliriz.
Kadınlar için “ölüye saygı” cinsiyetçi bakış açısı ile harmanlanmış bir ahlaki değer. Yani yaşam gibi ölümde cinsiyetçi ne yazık ki.
Son dönemde ise Pınar Gültekin’in katiline verilen ödül gibi ceza bunun son örneği.
Pınar’ı şiddet göstererek bayıltan, boğmaya çalışan, boynuna altı yedi kez kalın bir urgan dolayıp cenin pozisyonunda bir varile sokan, bu korkunç işkencelerden sonra benzin döküp yakan, üstüne beton döken Cemal Metin Avcı’ya “haksız tahrik indirimi” ile 23 yıl hapis cezası verildi.
Mahkeme tüm bu vahşetin “canavarca hisle veya eziyet çektirme” amacıyla yapılmadığına karar verdi ve gerekçesinde; “Sanığın maktule yönelik yakma fiilini gerçekleştirmedeki amacının eziyet çektirmeye yönelik olmayıp maktulün cesedini yok ederek yakalanmaktan kurtulma ve suç delillerini yok etmeye yönelik olduğu gözetildiğinde mahkeme sonuç cezaya etkisi olmamakla birlikte koşulları oluşmadığından söz konusu unsurun somut olayda gerçekleşmediğini kabul etmiştir” dedi.
Bu durumu sadece delilleri yok etmek ile açıklamak kadına yönelik korkunç boyutlara ulaşan şiddeti ve kadın cinayetlerini yok saymak olur.
Yaşam gibi ölüm de toplumsal cinsiyetle doğrudan bağlantılı. Kadının nefes almasının bile haksız tahrik sayılabileceği cinsiyetçi yargıda bir katilin daha ne yaparsa canarvaca hisle ve eziyet çektirerek öldürmüş olacak sorusu geliyor akıllara.
"Erkeklere ödül gibi cezalar veriliyor"
Kadınları işkence ile öldüren erkeklere veya cansız bedenine işkence eden erkeklere yönelik özel bir düzenleme var mı hukuksal açıdan?
Yukarıda bahsettiğim gibi ölü bedene yapılan işkenceye ilişkin açık bir düzenleme yok.
Cinsiyetçi savunma biçimiÖrneğin 10 yaşındaki kızının yanında boğazından bıçaklanan ve "Ölmek istemiyorum" sözleri hala kulaklarımızda çınlayan Emine Bulut cinayetinde de mahkeme katil Fedai Varan’ı "kasten öldürme" suçundan müebbet hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme gerekçeli kararında, Varan'ın cinayeti tasarlayarak ve canavarca hisle işlemediğine hükmederek, "Yargıtay içtihatları dikkate alındığında, çok sayıda darbe ile ölüm meydan gelmesi, tek başına canavarca hisle öldürme suçunu oluşturmaz” diyerek Yargıtay’ın kriterlerine uyarak katili ödüllendirdi. Yine İpek Er dosyasında tüm delillere rağmen devlet tarafından korunan ve tutuksuz yargılanan Orhan’ın avukatı Mehmet Erkan Akkuş, duruşmalarda tecavüze maruz kalan İpek için “Rızası vardı” dediği gibi ailenin “terörist” olduğunu ve kızlarını “töre cinayetiyle” öldürdüklerini iddia etti. Bu durumuna sosyal medyada tepki gösteren birçok sanatçıya (Ezgi Mola), müvekkiline “hakaret” ettikleri gerekçesi ile suç duyurusunda bulunan sanık avukatı, müvekkilini aklamak ve İpek Er’in ailesine verilen kamuoyu desteğini kesmek için yoğun şekilde çaba sarf etti. |
Mezarlıklara yönelik saldırı ve ölen kişinin hatırasına hakaret suç olarak düzenleniyor TCK’da.
Fakat özellikle kadın cinayetleri açısından oldukça önemli bir düzenleme olan Türk Ceza Kanunu’nun 82/1.b Maddesinde ; (1) Kasten öldürme suçunun; b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,” İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde bir düzenleme mevcut.
Kadın cinayeti dosyalarında kasten öldürmenin nitelikli hali olan “Canavarca hisle veya eziyet çektirerek “ öldürme maddesinden ceza verilmesi, cezaların caydırıcı olması açısından çok önemli.
Çünkü nitelikli hal kabul edildiğinde cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası oluyor.
Fakat birçok kadın cinayeti dosyasında bu madde uygulanmıyor ve kadın katillerine uygulanan “haksız tahrik” ve “iyi hal” indirimleri ile ödül gibi cezalar veriliyor.
Türkiye'de işkence ve eziyet sonucu öldürülen kadınların sayısı artıyor ama mahkeme kararlarında “canavarca hisle ve eziyet çektirme “nitelikli hali gittikçe daha az uygulanıyor.
Özellikle erkek avukatların tecavüze uğramış, katledilmiş, şiddete uğramış kadınlara saldırgan ve cinsiyetçi söylemlerde bulunuyorlar çünkü kadının hayatını yargılayan, suçlayan bir savunma geliştirirlerse biliyorlar ki müvekkillerine iyi hal indirimi, haksız tahrik indirimi alacaklar ya da daha iyi ihtimalle beraat ettirebilecekler.
Oysa savunmalarda avukatların uyması gereken etik ilkeler var. Kadına yönelik şiddetin kaynağındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yeniden üreten söylem ve savunmalardan uzak durulması meslek etiği gereği.
Başta Anayasa’da ayrımcılık yasağı olmak üzere, sanık avukatlarının ve yargının cinsiyetçiliğine karşı İstanbul Sözleşmesi ve TCK’daki maddeler yargıda kadına yönelik ayrımcılığı ve cinsiyetçiliği yasaklıyor. İstanbul Sözleşmesi’nde bu konuyla ilgili çok açık maddeler var. Örneğin ‘Taraflar herhangi bir hukuk veya ceza davalarında, mağdurun cinsel geçmişi ve davranışları ile ilgili var olan kanıtlara yalnızca davayla ilgili ve gerekliyse izin vermek üzere gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır’ diyor.
Bu noktada “iddia ve savunma hakkı dokunulmazlığı “arkasına sığınılması ile de sıkça karşılaşıyoruz. Oysa savunma hakkı kişinin özgür iradesi ile ve her şeyden bağımsız olarak iddia ve savunma hakkını kullanabilmesini ifade ediyor öz olarak.
Fakat savunma dokunulmazlığı sonsuz bir sınırsızlık anlamına gelmiyor, isnat ve değerlendirmelerin gerçek ve somut vakalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması şartı var. Yani siz “Savunma hakkı dokunulmazlığı” adı altında katledilen, tecavüz edilen kadınların hayatlarını yargılayamaz suçlayamazsınız.
"Medya şiddeti pornogrofikleştiriyor"
Kadınları öldürdükten işkence edilmesi günümüz Türkiye'sinde daha sıradan hale getiriliyor normalleştiliyor diyebilir miyiz maalesef?
Bu aslında genel olarak kadın düşmanlığının, kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin uygulanan politikalar ve siyasi iktidarın cinsiyetçi söylemleri ile meşrulaştırılması ile ilgili.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi noktasında şiddetin nedeninin toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğunu ortaya koymayan düzenlemeler söylemler ve politikalar sebebi ile şiddet sıradanlaşıyor. Bu nedenle de kadın bedenine yönelik saldırılar ölü veya diri artarak devam ediyor diyebiliriz.
Aileler açısından da zor bir dönem yaşanıyor. TV ekranlarında sürekli olarak katledilme anına dair detaylar paylaşılıyor şiddet yeniden üretiliyor? Örneğin Pınar Gültekin'in haberi verilirken varilde bir kadın konuldu ve canlandırma yapıldı. Bunlar da saygısızlık değil mi?
Elbette saygısızlık. Ölülere yönelik şiddetin yaygın biçimde sürmesi bu şiddetin kamusal alanda nasıl algılandığı ve konuşulduğuyla
Cinsiyetçi yargıBir de bu noktada kadın cinayetleri yargılamalarında öldürülen kadınların hayatlarına yönelik saldırı konusunun aynı zamanda “ölüye saygı” bağlamında ele alınabileceğini düşünüyorum. Bu saldırı oldukça yoğun bir bicimde gerek yargı mensupları gerek sanık tarafı gerekse kolluk tarafından gerçekleştiriliyor. Öldürülen kadınların hayatları didik didik edilip cinsiyetçi söylemlerle saldırıldığı, katledilen kadının yargılandığı, özel hayatlarının kendilerine söz hakkı verilemediği bir ortamda deşifre edildiği bir cinsiyetci savunma biçimi var. |
yakından ilişkili. Türkiye kamuoyunda ölülere yönelik şiddet çeşitli söylemler yoluyla meşrulaştırılıyor.
Ana akım medyanın öncülüğünü yaptığı bu algı ve söylemler ne yazık ki bu şiddetin sürekli bir biçimde yeniden üretilmesine zemin hazırlıyor. Kadın cinayetlerinin haberleştirilmesinde magazinsel ya da katillerin değil, öldürülen kadınların fotoğraflarının kullanımı şiddetin pornografisini üreten bir habercilik anlayışı var.
Katilden çok katledilen kadının hayatı didik didik edilerek cinayete “haklı” gerekçe bulunmaya, kadının ne giydiğine, nasıl davrandığına, gece nereye gittiğine ilişkin sorgulamalara giriliyor.
Cinayetin sorumlusu olarak cinnet, kıskançlık, öfke, namus, iflas, psikolojik sorun vb. gibi cinayeti haklı gibi gösterecek, cinayeti meşrulaştırmaya çalışan ifadelerle katiller kamuoyunun gözünde aklanıyor.
Gerekçe meşrulaştırılınca katledilen kadınla ilgili yapılan her türlü cinsiyetçi yorum haber canlandırma da meşrulaşmış oluyor. Bu da potansiyel katilleri cesaretlendiriyor.
Son olarak bu konuda kimlere hangi kurumlara ve kişilere görev düşüyor?
Bu konuda muhakkak ki ilk görev toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yok sayan kadını ikincil konumda tanımlayan ve tüm yasaları ve toplumsal ilişkileri de buna göre şekillendiren, göstermelik yasa değişiklikleri ile göz boyamaya çalışan siyasi iktidarın.
Bir bütün olarak yargının cinsiyetçi bakış açısından arındırılması gerekiyor. Yargının cinsiyetçi kararları ve toplumsal cinsiyet eşitliğini yok sayan anlayışı ile mücadele edilmesi ve şiddetin nedeninin toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğunu ortaya koymayan bir politikanın hayata geçirilmesi önemli.
Bu nedenle yapılması gereken ilk şey kadına yönelik şiddete dair en kapsamlı ve etkili düzenlemeleri içeren İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden taraf olunması, sözleşmenin getirdiği yükümlülüklerin eksiksiz bir şekilde uygulanması.
(EMK)