Çizim: Murat Başol
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ve Halkın Hukuk Bürosu’ndan (HHB) avukatların yargılandığı dava Silivri Cezaevi Kampusu’nda görülüyor.
Duruşmalar, 11 Kasım’a kadar devam edecek.
Bugünkü duruşmada yargılanan avukatlar beyanda bulunuyor.
TIKLAYIN - Selçuk Kozağaçlı: “Helalleşmeyeceğiz”
ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın ardından bugün avukat Oya Aslan söz aldı, şunları söyledi:
Oya Aslan: Bu koşullar, avukatı devrimcileştirdi
“Devlet; suçluyu bulup yargılamak yerine topyekûn bir kesime, bir mahalleye, bir alana saldırmaya başladı. Hatırlarsanız bir dönem Kürt kelimesi kullanmak yasaktı, Kürt diye bir halk olmadığı yönünde teoriler bile uydurdular. Bu koşullarda hak alabilmek için verilen her eylem, yasadışı örgütlerin işine yarar diye şiddetle bastırılmaktadır.
Hukuk ilkeleri, devletin istediği zaman eğip büktüğü; kimi zaman yok saydığı, kimi zaman “Ben yaparım, hukuk arkadan gelir” anlayışı ile davranıldığı kavramlar olmuştur.
Ülkemizde avukatın hak ve özgürlük mücadelesi vermesi ve halkın yanında olabilmesi için hukuk bilgisini geliştirdiği gibi, hukuksuzluklar karşısında da direnmesi gerekmektedir.
Bu koşullar, avukatı devrimcileştirmiştir. Sınıflararası çelişki ve çatışmaların yoğun olmadığı, hukuk ilkelerinin dikkate alındığı ülkelerde avukatlık, teorik bilgileriyle, sözlerin gücüyle, yaratıcı yöntemleriyle ön plana çıkarlar.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde hukukçular teorik alana yoğunlaşırlar. Oralarda hukuk, düzenin temelidir; kutsal bir niteliği vardır, ideolojik ikna gücüyle ön plana çıkar. Bizim ülkemizde ise hukuk halk üzerindeki baskının bir aracı olarak kullanılır. “Yasalar örümcek ağı gibidir, sinekleri ve diğer küçük böcekleri yakalamak için yapılmıştır ama büyük kan emicilerin yolunu kesmez” Diyor Daniel Drew.
Şair Jose Hernandez ise, yasaları kendisini kullanana asla saldırmayan bir bıçakla karşılaştırır. “Ama resmi konuşmalarda yasalardan yalnızca paçaları sıyıramayan mutsuzlar için değil de herkes içinmiş gibi söz ediliyor. Yoksul suçlular filmin kötü adamları, zengin suçlular senaryoyu yazıyor ve oyuncuları yönetiyor” diyor.
Haklı değiller mi? Yasalar neden halk için yapılıp, halk için uygulanmaz? Halkın yanında saf tutan hukukçular neden yargılanıp cezalandırılır?
Evet, avukatıyız biz halkın,
Sadece avukatı değil acısının dert ortağı,
Ufkunun rehberi, ekmek kavgasının yoldaşı,
Yüksel'in güneşine omuz verenleriz, onun yolu kapanmak istediğinde de yanı başında oluruz,
Sesleri boğulmak istendiğinde direnişi türküleriz Ebru gibi...
Ne yazık ki, biz yargılanan son avukatlar olmayacağız. Sınıfsal çatışma devam ettikçe sermayenin ve egemenlerin yanında duran avukatlar olduğu gibi, arada durmaya çalışan, çelişkiler yaşayan avukatlar da olacak, halkın yanında yer avukatlar da.
Biz hukukun halkın aleyhinde ve gericilerin hizmetinde, sermayenin emrinde kullanılmasına karşıyız. Gerçeği yasalara sığdırmaya çalışanlardan değiliz. Yasaların gerçeğe göre düzenlenmesini savunuyoruz.
Başka bir anlatımla yasaların içine yerleştirilmiş, fakat gerçeği yansıtmayan soyut herkes için eşitlik, özgürlük, adalet ilkelerini somut hayatla buluşturmak istiyoruz.
Kentsel dönüşüm ismi verilen, şehirleri betona boğan ve özünde rant projesi olan projelere karşı, mağdur olan halkla birlikte de mücadele ettik. Mahallelerde toplantılar yaptık, seminerler düzenledik, örnek yasa tasarıları sunduk, halkın yaşamına uygun projeler hazırladık, suç duyurularında bulunduk, eylem yaptık.
Güvencesiz ve esnek çalışma, taşeronlaşma modeline işçilerle birlikte karşı çıktık. KHK’larla ihraç edilen, performasyona dayanan istihdam modeline karşı mücadele eden memurlarla, akademisyenlerle birlikte mücadele ettik.
AKP'nin Suriye politikasına karşı çıktık. Sınırdaki ihlalleri savaş suçlarını ortaya koyabilmek için savaşın en sıcak günlerinde Suriye'ye gittik. Kürt halkı saldırıya uğradığında onların yanındaydık, yaşadıklarını rapor haline getirip, görünür olmasını istedik.
Hukukun dününü, bugününü ve yarını tartıştık adalet okullarında, yaptığımız uluslararası sempozyumlarda. Hukukun tarafsız olmadığı halde tarafsız gösterilmesine, ideolojik tahakküm ve baskı aracı olmasına karşıydık. Hukuk ideolojisiyle yaratılan kırılgan ve zayıf dar bilinci aşmayı hedefledik.
Hukuk soyut, sınıflar üstü olmadığına göre yasaları durduğunuz yere göre yorumlarsınız. Örneğin; baykuşun, yarasanın, bohemin ve hırsızın bakışına göre günbatımı kahvaltı saatidir. Yağmur turist için bir talihsizliktir, köylü için iyi bir haberdir.
Yerli halka göre turist görülesi bir şeydir. Karayip yerlileri için tüyü, şapkası ve kırmızı ceketiyle Kristof Kolomb, o zaman kadar görülmemiş boyutlarda bir papağandı.
Ülkeye dönersek, deemokratik kitle örgütleri, sendikalar, meslek örgütleri bize göre demokrasinin temelidir. Sizin için bunlar şer odağıdır. İşbirlikçilik yasası bizim için toplumsal ahlaksızlığın ve hukuksuzluğun temelidir, sizin için muhalifleri cezalandırma fırsatı ve imkanıdır. Kar hırsı bizim için büyük suçların kaynağıdır, sizin için geleceğin teminatıdır.
AKP’nin 8 kez çıkardığı ve şimdi 9. hazırladıkları imar affı, bize göre ayrıcalıklı imar hakkı vermeye dönüktür, her biri kent ve çevre suçu niteliğindeki yapıları yasalaştırmak içindir ve sizin için gelir kaynağıdır.
Amerikalı hukukçu Michael E. Tigar “Halkçı hukukçular, hukuku yaratmadıkları gibi onun sahibi de değillerdir. Dünyayı harekete geçiren ve değiştiren olayların merkezinde de yer almazlar. Ancak halkın istemlerini dinledikleri ve dile getirmeye çalıştıkları zaman etkilidirler” diyor. Biz halkın istemlerini dile getirmekten başka bir şey yapmıyoruz. Sözümüzün ve pratiğimizin özü budur.
“İşte bunun için çekiyorum başkaldırı bayrağını
O örtünün altında
Öküz gibi oturan halklar adına
Dostluğu büyük, aynı tastan içen halklar adına
Gün doğusundan gün batısına
Yük çeken deve gibi
Sudan ve arpadan başka hakkı yok
olan halklar adınadır sözümüz.”
diyor Arap şair Kabbani.
Hukuksal mücadelemizin temelinde, toplumsal ilerici hareketlerin haklı ve meşruluğunu göstermek, savunmak vardır.
Maraş Afşin’de termik santralin kurulmasından sonra 17 bin kişi çok erken yaşta yaşamını yitirmiş. 17 bin insan. 17 bin genç kadın ve erkek, çocuk sadece o bölgede yaşadıkları için, zenginler kazanabilsin diye öldü. 17 bin insan…
Son 12 yılda ölen işçi sayısı 18 bin 500’tür. 18 bin 500 işçi, emekçi alınmayan önlemler nedeniyle öldü. 18.500 işçi. Toplamda 35 bin 500 işçi, emekçi alınmayan önlemler nedeniyle öldü. Bu rakamlar ve ölüm, soğuk sözler gibi gelir kimilerine, bizimse yüreğimizi köpürtüp köpürtüp durur.
35 bin 500 insan ve daha nicesinin ölme nedeni, zenginlerin karlarını önceleyen iktidarlardır. Önlenebilir ölümlerin önüne geçemeyenlerin, neden oldukları sonuçların ağırlığında cezalandırılmasını sağlayan yasaların yapılması için verilen mücadelenin avukatlarıyız.
Hukuk, devletin ezilenlere kötülük yapacağı zaman taktığı basit bir maske değildir. Hukukun gelişimindeki diyalektik bağı biliyoruz. Toplumun gelişimi önünde bir engel olmasını istemediğimiz için bu alanda mücadele ediyoruz.
Biz devrimci avukatlarız; var olan gerçekliğe katlanmayı değil, onu değiştirmeyi; geçmişi unutmak yerine onu dinlemeyi, geleceği kabul etmeyi değil hayal etmeyi biliyoruz.
Hukuk kendiliğinden oluşmuş, ahlak gibi toplumsal bir kavram değil daha çok içeriğini ve biçimi egemenler oluşturduğu için siyasi niteliktedir. Örgütlü bir sınıfa hizmet için geliştirilmiştir fakat toplumsal mücadeleyle şekillenmektedir. Hukukun şekli ve biçimi egemen iktidar tarafından belirlenmiştir.
Bu nedenle hukuksal alandaki gelişmenin örgütlü olmakla ilgili olduğunu düşünüyor, örgütlü olmayı öneriyoruz. Hukuksuzluklara karşı mücadele etmek için örgütlü olmak zorunluluktur çünkü. Bireysel bir çaba ile hiçbir şey nihayetlendiremez, toplumsal bir değer yaratamazsınız.
Nicel birikimin niteliğe dönüşmesi, pratiğin geleneğe dönüşmesi devrimci bir bakış açısıyla örgütlü olmaktan geçer. Meslek örgütümüz, örgütlülüğü zayıfladığı oranda daha güvensiz ve daha etkisiz olmaya başlamıştır.
Örgüt; güven ve sadakat üzerine kurulmuş, ilke ve kurallarla birbirine bağlı ortak bilinç ve değerler oluşturmuş bir yapıdır. Bu yapı, emekle, eleştiri ve özeleştiri ile eğitimle pratikle yani mücadele ile kendini yeniler, güçlenir. Meslek örgütlerimiz, barolar, hukuk örgütlerimiz bu noktalardan uzaklaştıkları oranda güçlerini ve etkilerini kaybedeceklerdir. Oysa hak kazanmanın başka bir yolu yoktur.
Avukatlar, hak ve özgürlüklerin uygulanabildiği bir ülkenin mücadelesi için örgütlü bir biçimde hareket ettiğinde kazanabilir. Kendiliğindenci bir pratiğin ismi mücadele değildir.
Mücadele; hedef, program, kampanya, şiar ve eğitimle birbirine bağlı bir süreci kapsar. Bugün bu anlamda mücadele yürüten meslek örgütünden bahsedemeyiz. Bu nedenle daha örgütlü bir hukuk örgütü yaratma iddiasındayız.
Hak mücadelesi tarihi yazılırken, büromuz avukatı sevgili Ebru Timtik'in adı, bu tarihin en önemli yerinde anılacaktır. İnsan onuru kavramını tanımlamak gerekirse Ebru Timtik'in ve onun gibi direnenlerin eylemi ile tanımlanacaktır.
Hak mücadelesi sahip olduğumuz bilincin sonucudur. Hayvanların da bir tarihi, kökenlerinin ve bugünkü durumlarına kadar geçirdikleri evrimin tarihi vardır. Ama bu tarihi onlar yapmazlar ve bu tarihe bilgileri ve iradeleri dışında katılırlar.
Buna karşılık insanlar dar anlamda hayvanlardan uzaklaştıkları ölçüde kendi tarihlerini bizzat bilinçleriyle yaparlar. Bilincimizin oluşturduğu sorumluluk duygumuzdur bizi harekete geçiren. Her gün çalınan lokmamızdan, her gece çiğnenen haklarımızdan, sapı görünen-görünmeyen sopaların hayata inip kalkan sızılarından, kendimizi sorumlu sayarız.
Tarih bilincimiz var. Ve tarih ona kulak verme yeteneğinden yoksun olanlara kefaletini ödedir. Dilsiz tarih yoktur, ne kadar yaksalar, ne kadar yırtsalar ne kadar yalanlasalar da halkların tarihi çenesini kapamayı reddeder.
Geçmiş zaman, farkında olmasa da tüm canlılığıyla büyüyerek şimdiki zamanın içinde devam eder. Tarihten beslenen canlı bellek, tarihi izlemez; tarih yapmaya devam eder.
Biz tarihi izlemiyoruz, tarihe kulak veriyoruz.
Kendini korumak için iftira edip, suç uyduranları koruyan
Meslekte yerini korumak için hukuk ilkelerini hiçe sayan.
Meslekte yükselmek için siyasi iktidarın istemlerine göre hareket eden, mesleki dayanışmadan ve birikimden uzak, kendi alanına yabancılaşmış yargı alanında mücadele ediyoruz.
Tarihsel bir mücadele ve bedellerle kazanılmış ve yasa halini almış hakları korumanın ve geliştirmenin mücadelesi veriyoruz. Başka bir anlatımla biz tarihin doğru rotasından ilerlemek, halkın özgürlük alanını genişletmek istiyoruz.
Adalet terazisinin bir kefesinde bugün her zamankinden daha fazla egemenlerin ağırlığı bulunurken, özgürlük alanı genişleyebilir mi? Evet buna inanıyoruz, hukuka doğru bir bakış açısıyla ve onunla tutarlı eylemlerle halkın özgürlük alanını genişletebiliriz.
"Kamu güvenliği ve Kamu düzeni" gibi soyut kavramlarla özgürlük alanımız yok ediliyor, güvenlik diyerek haklarımız çiğneniyor. Halkın güvenliği, refahı, özgürlüğü yani yaşamı ihlal ediliyor. Bir taraf yaşarken, diğer taraf eziliyor. Bunu görmezden gelerek avukatlık yapabilir miyiz? Halkın onurunu, değerlerini, inançlarını ve kültürünü yaşamını savunmayan hukuk olur mu?
Şöyle diyor Arap şair Nizar Kabbani:
“Dostlarım
Başkaldırmıyorsa neye yarar şiir?
Azgınları ve azgınlıkları yıkmıyorsa, neye yarar şiir?
Zamanı ve mekânı
Sarsmıyorsa neye yarar şiir?
Satrapların başındaki tacı
Yere çalmıyorsa, neye yarar şiir?
Bende ekliyorum, halka mutluluk, huzur, refah, güvenlik getirmeyen hukuk neye yarar?”
Avukatlık mesleğini ülke gerçeğinden, maddi koşullardan bağımsız olarak icra edemezdik. Avukatlık pratiğimiz, gerçeği kavrayışımıza uygundur. Bizim söylemimiz ile pratiğimiz arasında bir milim fark yoktur.
Avukatlık kanunun birinci maddesine göre avukat, hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetinde kişilerin yararlanmasına tahsis eder.
Avukatlık Kanunun ikinci maddesine göre ise: Avukat her türlü hukuki meseledeki anlaşmazlıkları adalete ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini sağlamalıdır. “Adaletin hizmetinde, adalet ve hakkaniyete uygun olarak” mesleğimizi sürdürdük. Bu dava dosyasında bunun aksini ortaya koyacak tek bir eylem, söylem, delil yoktur.
Ama isterseniz, gelin adaleti ve hakkaniyeti tartışalım. Soyut değil gerçek adalet. Adalet, devletin çıkarlarını korumak adına halka eziyet etmek değildir. Adalet, siyasal düşüncelerini koruyan tutsaklara işkence etmek değildir.
Adalet, hapis cezasını bir intikam aracı olarak uygulamak, tecrit yöntemleri ile ıslah etmek değildir.
Adalet, inançlarına uygun olarak yaşayan, kültürünü korumaya, etnik yapısını savunmaya çalışan, hak talep edenlere baskı uygulanması değildir. Adalet, hukukun iktidarın istediği gibi uygulanması değildir.
Adalet, önlenebilir ölümleri kaza olarak, kader planı olarak tarif etmek değildir. Adalet, bir zengin ile bir yoksulu eşitlemek değildir. Fırsat eşitliği adı altında, sosyal, ekonomik, tarihsel durumları dikkate almamak değildir.
Biz böyle bir adalete karşıyız. Halk için hakkaniyete dayalı yani temelini emekten, kültürden, inançtan, tarihten, bilimden alan bir adalet anlayışını savunuyoruz. Hak mücadelemiz buna uygundur.
Terör kavramı hukuka 1991 yılındaki kanun değişikliği ile girdi ve geçen zamanla birlikte içeriği genişledi. 2001 yılında Emperyalizmin yönlendirmesiyle kişilerden örgütlere, inançlardan ülkelere kadar pek çok şey bu tanımın içine sokuldu.
Siyasi bir kavram olan terör konusunda ortaklaşırmış bir tanım da bulunmamaktadır. Her ülke kendisine yönelen tehlikeye göre bir terör kavramı oluşturmuştur.
Dolayısıyla ülkeden ülkeye değişen bir kavramla karşı karşıyayız. Bizim ülkemizde ise neyin terör ve ya da kimin terörist olduğunu belirleyen de AKP iktidardır.
AKP bu kavramı öyle bir kullanıyor ki, halka karşı silahlı eylem yapanı da terörist kabul ediyor, sosyal medyada düşüncelerini açıklayanı da. Hatırlayın ekonomi konusunda iktidara aykırı açıklama yapan iktisatçılar da terörist olarak yaftaladı.
Terör kavramı, iktidarın politikalarını desteklemek için sırtını dayadığı yaşamsal öneme sahip bir payandadır. Kriz anı gelip çattığında aynı gemideyiz denilmektedir. Öyle mi? Belki! Ama kesin olan şudur: Terör kavramı, bu gemide boğulmaya mahkum büyük bir kalabalığın kurtulmaya çalışırken, gemiyi alabora etmemesi için gündeme gelen şiddete dayalı bir önlemdir.
Adaletsizlik arttığı oranda terör kavramını da duymamız bundandır. Dolayısıyla adaletsizliği pratiğe döken ve onunla yaşayan iktidarların bütün gözeneklerinde sadece şiddet akar.
Açlığın ve yoksulluğun ve yok saymanın yarattığı adaletsizliğe uğrayanların giderek artan kalabalığına karşı başka da bir itaat tekniği geliştirilemeyeceği için şiddet de artar.
Çiçero "savaşta yasalar susar" diyor. Ekonomik ve siyasi kriz, halka karşı bir savaş biçimidir. Bu kriz döneminde yasalar susar ve terör politikası devreye girer. Özgürlük yerine güvenlik önlemleri artar. Ve güvenlik önlemleri arttıkça özgürlük alanımız küçülmeye başlar. Ancak kaybettiğimiz tek şey özgürlük olmuyor. Sağlıktan eğitime, barınmadan yaşamaya kadar temel haklarımız da yok ediliyor.
Siyasi bir kavram olan terörü hukuki bir kılıfa ceza yargılamasına sokmaya çalıştığınızda ortaya, kaypak, belirsizlik, ölçüsüz, keyfi bir alan ve ona uygun bir soruşturma biçimi çıkıyor. Terör adı altındaki soruşturmalarda gözaltı kararları, aramalar, zapt etme, teknik takip, dinlemeler, gizli soruşturma gibi konuların tümünde sınırsız bir keyfilik vardır.
Olağanüstü bir soruşturma usulü olması nedeniyle işlemlerin titizlikle yürütülmesi gerekirken, aksine kes yapıştır gibi her işleme uygun hazırlanmış formlarla yürüyor işlemler.
Bu formlar tarih, isim ve imza ile savcılık işlemine dönüşüyor. Terör soruşturmasında kanunda aranan hiçbir usule uyulduğunu görmedim.
Özel yaşama, aile yaşamına saygı gibi anayasal haklar bu soruşturma kapsamında askıya alınmıştır. Savcıya haklardan bahsettiğinizde de, uzay filminden bahsediyorsunuz gibi yüzünüze bakar.
Terör soruşturmasının hâkimi, savcısı da özel yetkilerle donatılmıştır. Delile dayanmayan, gizli tanıklara gereğinden fazla önem atfedilen hızlı yargılamalar bu soruşturmada baş tacı edilir.
Polisin hazırladığı evraklara kesin hükümle bakan, araştırma ve incelemeye dayanmadan yapılan akıl yürütmeler ve ön yargılarla dosyaları inceleyen savcıları gördük hep. Bu savcıların bir kısmı, önlerine konulan dosyaları dar bir bakış açısıyla inceleyip, polisin hazırladığı dosyaları iddianameye dönüştürmekle yetindiler.
Öteki savcılar da özellikle kendilerine güvenli olanlar, hazırlık soruşturmasındaki hukuksuzlukları ileriye taşıyıp yükselme hırsı ya da kin duygularıyla hareket ettiler. Terör soruşturması pek çok kişinin haksız ve ağır cezalarla cezalandırılmasına neden olurken, yargıyı da siyasi alana daha çok yaklaştırmıştır.
Öte yandan burası "terör" kavramıyla yaratılan büyüden ve güçten faydalanan hakim ve savcıların suç işlediği bir alan haline gelmiştir. FETÖ borsası gibi suç örgütlerinin ve çıkar ilişkileri bu zeminde doğmuştur. Halka, insanlığa, ahlaka, tarihe, doğaya, halkın birliğine karşı cani nitelikte örgütlü ve sistematik bir biçimde pek çok suç işlenmektedir. Bu suçların ortaya çıkardığı tahribatı, yıkımı ve ölümü ölçmenin bile mümkün olmadığı kanısındayım.
Adli nitelikte sayılın bu suçların faillerin aldığı cezalara bakın. Bir de siyasi nedenlerle cezalandıranların aldığı cezalara bakın. İkisi arasında uçurum olduğunu göreceksiniz. Yüzlerce siyasi tutuklu eylemi sonucunda maddi bir zarara neden olmasa da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılıyor.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infaz biçimi, uzun süreli işkencenin modern biçimidir. Dünyanın hiçbir ülkesinde siyasi suçlar bu kadar ağır şekilde cezalandırılmamaktadır.
Dolayısıyla terör soruşturması adı altında bir şiddet politikası yürütülmektedir. Devlete ya da hükümete ya da siyasilere yönelik her eylem ortaya çıkan sonuca bakılmaksızın en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
Yargı eliyle uygulanan şiddet modern ceza politikasına yerleştirilemez. Bana kalırsa Fransız devrimi döneminin o karışık günlerinden herkesin giyotine gönderildiği anlar bu günlerin anlarından daha dehşetli değildir.
Buraya kadar hukuka ve mesleğe bakışımızı, avukatlık pratiğimizi hangi koşullarda nasıl ve neden şekillendiğini anlattım. Pratiğimiz gözaltı takibinden, duruşmalara girmekten ibaret değildir. Gözaltı ve ceza davalarının takibi tüm hukuksal işlerimizin yüzde 20'sini teşkil eder.
Hapishane ziyaretleriyse yüzde 10'unu. Geriye kalan zamanda diğer hukuksal başvurular yapmak, hak ihlalleri için araştırma ve incelemelerde bulunmak, eğitim ve tartışmalar yürütmek, direnen işçi ve emekçilerin yanı başında olmakla geçiyor.
Fakat iddianameye göre 'büro, DHKP-C örgütünün gözaltı ve davalarını takip etmek için kurulmuştur'. Soruşturmasını ve davasını takip ettiğimiz kişilerin DHKP/C örgütüne üyelik iddiasıyla suçlanmaları buna kanıt olarak gösterilmiştir. Yine gizli tanık ve itirafçı tanıkların beyanları bu iddiaya delil olarak gösteriliyor. Dijital veriler incelenmeden, yazılanlar da gerçek kabul ediliyor.
Avukatlık ihtisas alanıdır, zaman isteğinizden bağımsız olarak hukuk alanlarının birinde yoğunlaşmanızı sağlar. Mesleğe iş davalarını takip ile başlarsanız, öyle devam eder. Ceza ile başlarsınız ceza ile devam eder. Büromuzun iş yükü kamu hukuku alanındadır. Bunlar arasında ceza davaları daha ağır bir iş yüküne sahiptir.
İyi avukatlarız, ilkelere sahibiz, işimizi korkusuzca yapıyoruz, müvekkillerimizin haklarını savunurken ikirciksiz davranmıyoruz, işkence ve usulsüz işlerde sesimizi yükseltiyoruz... Örgüt üyesi iddiasıyla suçlanan birinin büromuzdan bir avukatı tercih etmelerinde bundan daha doğal bir şey var mı?
Sizin bu bakış açınız bana Amerika'yı işgal eden işgalcilerin bakış açısını hatırlatıyor. 16. ve 17. yüzyılda, Güney Amerika işgalcileri yerlilerin davranışlarını kendilerine göre yorumlarken şöyle düşünüyorlardı. Örneğin: Karayip adalarındaki yerliler intihar ediyorlarsa, “tembeller çalışmayı reddediyorlar”, mülkiyet hakkından habersiz her şeyi paylaşıyorlar ve zenginlik hırsından yoksunlarsa, “hepsi insandan çok maymunun akrabası olduklarındandır”, şüphe uyandırıcı bir sıklıkla yıkanıyorlarsa, “engizisyon ateşinde yakılan Muhammed dininin sapkınlarına benzediklerindendir”.
Çocuklarını hiç dövmüyorlar, onları özgür bırakıyorlarsa, “ceza vermekten aciz olduklarından, herhangi bir doktrinleri olmadığındandır” diyorlardı. Siz de gerçeği inceleyip anlamak yerine, kendiniz için oluşturduğunuz düşünce kalıplarına göre onu anlamaya çalışıyorsunuz.
Avukatla müvekkili ile özdeşleştiriyorsunuz. Siyasi davalarda bu durum her zaman avukatın başına gelir. Devletin kendi niteliğinden doğan uyuşturucu ve çete davalarında bir avukatın baktığı müvekkiller nedeniyle yargılandığını gördünüz mü? Tarih boyunca yargılanan avukatlar hep siyasal dava avukatları olmuştur. Devletin haklara saldırıları karşısında etkin olan tüm avukatlar, bu tür yargılamaların parçası olmuştur.
Ve bunu yapmak öyle kolaydır ki, yeter ki birilerini hedefe koyun. 12. yüzyılda kilise yazılı usulü reddettiğinde "kalem her şeyi yazabilir" diyordu. Biz de, bu kolluk ve siyasete tabi mahkemeler varken, herkes her an kurgulanmış delillerle suçlu olabilir diyoruz.
Denilmektedir ki iddianamede: HHB Avukatı Oya Aslan tarafından Güler Zere'nin cezaevinden tahliyesi sonrası, öldükten sonra bir belgesel hazırlanmıştır. Avukatlık dışında sinema alanıyla ilgilenmekteyim. Sanata bakışımda mesleğe bakışımdan farklı değildir. Sanat, gerçekliğin başka şekil ve biçimlerle yansıtılmasıdır. Sosyalist gerçekliliğe inanıyorum. Değiştirip geliştiren sanata. Güler Zere'nin hastalık sürecini anlatan belgeseli çektim. Hasta tutsak gerçeğinin kabul edilmesi o kampanyanın başarısıdır. Hasta tutsakların kavram olarak yerleşmesi ve onların serbest bırakılması Güler Zere'nin serbest bırakılması için verdiğimiz mücadele başlar.
Güler Zere, hapishanedeki ihmaller nedeniyle kanser hastalığına yakalanmış bir tutsaktı. Hastane sevki yapılmadığı için teşhisi geç konulmuş, tedavisi de geç başlamıştı. Güler Zere'yi kaybettik. Ve bugün onlarca kişinin cesedi aynı nedenlerle hapishanelerden çıkıyor. Bu sorunun kalıcı olarak çözemiyor olmamızdan ötürü üzülüyorum.
Ölüm sınırına giderek daha hızlı bir biçimde yaklaşan insanların duvarların arasında, hastalıklarıyla baş ederek yaşıyor olmalarını anlamıyorum. Bunları normal gören zihniyetle mücadele ediyorum. Elbette ben Güler Zerelerin belgeselini çekecektim.
Tecrit bir işkence biçimidir, tecrit bir devlet politikasıdır. Bir ve üç kişilik hapishaneler bunun kanıtıdır. Hadi bunun aksini iddia edin. Edebilir misiniz? Edemezsiniz, edemediğinden sesimizi kısmaya kalkışıyorlar.
Halkı devlete karşı tahrik etmeyi değil, gerçeği anlatarak bu politikaların son bulmasını istiyorum. Bu politikadan vazgeçmek istenmediğinden, susmamız isteniyor. Susmayız...
İsterdik ki, ortaya koyduğumuz olay ve olgular üzerinden bizimle tartışılsın, iddiamızın yalan olduğunu ispat etsinler. Yapamazlar. Bu nedenle gerçeğe dayanmayan akıl yürütmelerle bizi suçlamak kolay olandır ama meşru değildir.
Akın Gürlek, bakan yardımcılığı ile ödüllendirildiğine göre, size de benzer bir görev önerdiklerini düşünmemiz akla uygun olandır. Ne uğruna bize uygun görünen cezaların altına imzanızı atacaksınız. Neyin uğruna bunu yaptığınızı yakın zamanda anlayacağız.
Ben de hukuki tartışmalar yapabilmek, dilekçelerle hukuki sonuç alabilmek, zorlanmadan temel haklarımı kullanabilmek, mesleğimi özüne uygun olarak yapabilmek isterdim. Ama sokakta şiddet ve baskı varken, halk ağır sömürü altında ve yozlaştırırken kafamı kitapların arasında tutamam, mahkeme başvuru yapmakla yetinemem, üç kuruş kazanmak adına olanları görmezden gelemem.
Ben mesleğimin niteliğini yükseltmek kadar insanlığımı da yükseltmekle vicdanen huzurlu olabiliyorum. 17 yıldır Halkın Hukuk Bürosundayım. 17 yıldır vicdanımla çelişik yaşadığım tek bir anım olmamıştır. Mesleğimi yaparken bir kez olsun bile yaptıklarımdan pişman olmadım, oldum ise yapamadıklarımdan, yetemediğim, beceremediklerimden utandım. Her zaman daha fazlasını yapmaya da yeminliyim.
Özgür Yılmaz: Bizim nefes almamız suç mu?
“Sizlerin bizlere yaptığı zulüm o kadar büyük ki, birazına değineyim. En kıymetlimiz Ebru'yu katlettiniz. 2013'ten sonra hakkımda yakalama kararı çıkardığınızda annem hastalandı, yatağa düştü, daha sonra bir kez bile kendisini göremedim ve başıma bir şey geleceği korkusuyla 3 ay sonunda vefat etti. Bu zulüm sizden.
Ben kızımı tek başıma büyütüyordum, bürodaki arkadaşlarımın yardımıyla. Duruşmalara da götürüyorum bütün Ankara adliyesi kızımı tanırdı. Hakkımda yakalama kararı çıkardığınızda 14 ay kızımı göremedim. Kızım küçüktü, ne olduğunu anlayamadığından benim öldüğümü sanmış. Benim öldüğümü düşündürdünüz kızıma.
2017 yılında gözaltındayken, babamın öldüğünü duydum. Yaşlılığı boyunca büromda arkadaşlarımla birlikte baktığım babam ben gözaltındayken öldü. Duydum yalnızca hücreye dönüp, babam ölmüş, diyebildim. Bize bu zulümleri siz yaptınız, Ebru'yu öldürerek canımızdan can aldınız.
İddialara gelirsek; savcılık hakkımda katıldığım bir basın açıklaması için örgüt propagandasından ceza istemiş. Basın açıklamasına katılmamışım bile, delil diye fotoğraf koymuşlar, inceleseniz anlayacaksınız.
Savcılık, emniyet tutanağına dayanıyor. Ancak o tutanaktaki içerikleri bile değiştirmişler iddianameye alırken. Emniyet tutanağında 'grup ile birlikte hareket etti' denilmiş, savcı diyor ki iddianamede, 'eyleme bizzat katılmış'. En hafif tabiriyle yalancılık. 'Beraber hareket etmek' ile 'katılmak' aynı şey diyebilirsiniz. Bunun tespiti çok kolay.
Emniyet müdürlüğü tüm bunları açıklamış, katılmayıp izleyenler için 'beraber hareket etti, suç yok' diye rapor yazmış. Savcı da değiştirip 'katıldığı' demiş. Buna ancak komplo denir.
Fotoğrafa hiç bakmadığınızı düşünüyorum. Bakın diye ben hapishaneden çıkardım. Yargılamayı da uzatmıyorum, bir bakıverin artık. Ankara Adliyesi önünde basın açıklaması izleyen, yanda duran bir kişiyim.
O gün, gün boyu mahkememiz vardı. Çok basit, Adliye önünde ve mesleğimi icra ederken hakkımda propaganda yaptığım iddia ediliyor. Savcı da demiş ki, “avukat olarak, müvekkillerinin yanında durarak onlara güven veriyor.”
Araştırdığınız hiçbir şey yok. Basın açıklamasında şiddet var mı, araştırmamışsınız. Basın açıklamasından yargılanan var mı, araştırmamışsınız. O gün duruşma için mi oradayım, araştırmamışsınız. Bir tane fotoğraf koymuş, ceza istiyorsunuz. Müvekkillerimize bu dosyalardan beraatlar aldırdık, şimdi avukat olarak bizi mahkum edeceksiniz.
Bunlarla ikna olmadınız. Bir kısım kararlara atıf yapayım. Hiçbir anlamı kalmadı bu dönemde tabii, Yargıtay kararıymış, AYM kararıymış. Yine de alışkanlık bizde, söylememiş demesinler.
Tüm bu kararları gösteriyorum işte, ne örgüt propagandasıdır, ne değildir. Şimdi, "izlemek" ifade özgürlüğü müymüş, değil miymiş? Bir avukat Adliye önünde basın açıklaması izliyor diye propaganda mı yapıyor? Başka bir şekilde sorayım: Bizim nefes almamız suç mu?
Bu dönemin yargılamalarına, 'Olmadı Baştan Yargılayalım' diyebiliriz diye düşünüyorum. 2017 yılında bir dava daha açtınız. Diyoruz ki 2013 yılında açılan davanın aynısı, savcı elbette hiç dinlemedi. Dava açıldı, heyet de dinlemedi. Heyet değişti, yeni heyet birleştirme talep etti, diğer Mahkeme de bunu reddetti. İlk duruşmada tahliye olduk, tahliye eden heyetin imzaları alınıp yerlerine imza atılarak tekrar tutuklanmamıza yönelik karar çıkarıldı. Tahliye kararı veren heyet sürüldü. Gezici bir hakim atandı, hızla hepimize ceza verdi.
Şimdi soruyorum size; aynı delillerle 2013'te 14 ay tutuklu yargılandık ve serbest kaldık. 2017'de aynı delillerle bir daha tutuklandık ve ceza aldık. Yargıtay dosyayı bozdu, diyor ki aynı deliller, ne değişmiş de hala tutukluyuz, anlatsanıza?
Dijitalleri avukatlarımız anlatacaklar. Bana bu dijitallere dair raporları gönderdiniz. Bu dijitalleri vermeseniz de incelemem için, içerisinde yazılan şeylerin uydurma olduğunu biliyorum. Çünkü sahte. Dijitalleri alanlar, yazı yazanlar, depolayanlar, iddianameye koyanların tamamı FETÖ'den hükümlü. Belki dikkate alırsınız.
(Mahkemenin sizin hakkınızdaki diğer iddialara dönerek toparlayın çıkışına karşı) Hayatımda ilk defa politik savunma yerine hukuki savunma yapmaya çalışıyorum ve bir türlü konuşturmuyorsunuz. Bu ülkede hukuki savunma yapılmaz.
50 sayfa savunmam vardı. 13.5 yıl bana ceza verdiniz ve konuşturmuyorsunuz. Tamam iki satır söz söyleyeceğim size. Egemenler biz devrimciler için ne derlerse desinler, adaletin bir tanımı varsa bunun Ebru Timtik olduğunu tüm dünyaya anlatacağız.”
Güray Dağ: ÇHD hukuk tarihinin gururudur
“Savcı, iddianamede aleyhime 5 tane basın açıklaması göstermiş. Az yapmış. 500 tane basın açıklamasına katıldım. Çağdaş Hukukçular Derneği olarak nerede hak mücadelesi varsa oraya gittik.
Ben yasadışı bir örgüt üyesi falan değilim. Tek bir örgütüm var, o da Çağdaş Hukukçular Derneği. 50 yıldır bu hak mücadelesini yapıyoruz. Bu davanın açılmış olması da bizi bundan alıkoymayacak.
Ne yapmışız? Polis böyle silah mı kullanır deyip yasa aleyhine kampanya gütmüşüz. "Dur dedik durmadı" diyerek adam vuruyorlar. Festus Okey'i hatırlayın, kıyafetlerini bile yok ettiler atış mesafesi tespit edilemesin diye. Sırf o davayı takip ettik diye aleyhimize davalar açtılar. Yılmadık, biz beraat ettik; katillere ceza aldırdık Fetus Okey davasında.
Çağdaş Hukukçular Derneği bu ülkenin hukuk tarihinin bir gururudur. İnsanlar tamamen iradeleriyle gelirler. Solun tüm yelpazesinden insanlar içimizdedir, hiçbir yere angaje olmayız.”
Güçlü Sevimli: Dava bizi yolumuzdan döndürmez
“Bizimle ilgili soruşturmayı yürüten kolluklar, savcı -ki aynı zamanda iddianameyi de düzenleyen kişi; hepsi FETÖ hükümlüsü. Herkes anlattı, bir de ben anlatayım.
(Mahkeme Başkanı: FETÖ sizce sizi neden hedef aldı?) Bunun bir FETÖ kumpası olduğunu tüm belgeleriyle önünüze koyduk. Sahte delil üretme, tanık yaratmalarını açıkça anlattık; taleplerimizi toplasaydınız anlardınız. Tüm taleplerimizi reddettiniz.
Diğer Mahkemelerde FETÖ kumpasları bir bir ortaya konuldu, iş Çağdaş Hukukçular Derneği'ne gelince talepleri reddedip duruyorsunuz.
2013 yılı ve öncesine dayanıyor bu iddialar. O tarihlerde toplumsal davaların tamamında çok önemli işler yaptık. Katliam davalarını, işkence davalarını takip ettik. Soruşturmaların açılmasını bile bizzat biz sağladık. Kentsel dönüşüm için komisyon kurup mahalle mahalle gezdik, insanların evlerine el konulmasına, yağmalanmasına karşı çıktık.
Ne vardı başka, işçi eylemleri vardı. Hiçbir işçi eylemini görmezden gelmedik, tamamına katıldık. Fabrika işgallerinde, grevlerde, tamamında vardık. İşler öyle başladı; patronlar, işçileri kışkırttığımız iddiasıyla ihbarlara başladı.
Polisin, "dur dedik durmadı" diyerek katlettiği insanların davalarına katıldık. Taksim karakolunda katledildi. İstanbul'daki Siyasi Şube polisleri rahatsız oldu, rahatsızlıklarını da bol bol belirttiler. Şimdi hepsi FETÖ'den hükümlü, araştırın bulacaksınız.
Bir gün derneğimizin kapısına geldiler, SGK müfettişleri. Mali evraklarımızı inceleyeceklermiş. Defterlerimizi çok iyi tutardık. Sorduk nereden çıktığını, yukarıdan talimat aldıklarını söylediler. 2 ay sonra tutuklandık.
Derneğimizin toplumsal mücadeledeki özne konumu herkesi rahatsız etti. Bir çalışma başlattık, ÇHD İstanbul Şube olarak: "İmdat Polis Hattı". Birçok karakolda kötü muamele ve işkence iddiaları vardı. Bu telefon hattını kurduk ve dedik ki, işkenceye uğradıysanız bizi arayın, sizin yanınızda olacağız dedik.
Demin sorduğunuz soruya cevap vermeye devam ediyorum. Neden bize husumet yönelttiklerinin somut cevabını arıyorsanız buyurun. Birini gözaltına alıyorsunuz, sonradan FETÖ'cü oldukları ortaya çıktı ve gözaltına alınanın hakkını savunuyoruz. Buyurun size husumet.
Çağdaş Hukukçular Derneği, Halit Çelenklerden aldığımız mirasla, 50 yıllık bir derneğiz. Neden hedef alındık sorusuna cevap vermeye devam edeceğiz.
Biz demokratik kitle örgütüyüz, sivil toplum kuruluşu değil. Hiçbir emperyalist kuruluşun uzantısı değiliz. Taleplerini yükselttiğimiz tek özne, halktır. Sadece mahkeme salonlarına sığmayız. Sokaklardayız, nerede hak savunulacaksa oradayız. Biz, toplumsal muhalefetin bir parçasıyız. Ulusların kaderlerini tayin hakkını savunuruz. Kürt halkının da her zaman yanındayız.
Bizim bir geleneğimiz var. Önceki avukatlardan alıp sonraki avukatlara devrettiğimiz şey bu gelenektir. Bunu da açıklayacağım.
Soma'daki katliam için ilk günden oraya gittik, son güne kadar oradayız. Hemen akabinde Ermenek'e gittik, son güne kadar oradayız. İlk gününden Çorlu'ya gittik, son güne kadar oradayız. Hendek'te işçiler katledildi, son güne kadar oradayız.
Tüm şubelerimiz, her illerde gözaltı takibi yaparlar. Gözaltına alınanlar ilk bize başvururlar, şimdi de öyle. Genç avukat arkadaşlarımız, belki de son 5-6 yılda çok sayıda gözaltı takibi yaptılar. Boğaziçi'nde gözaltına alınan öğrencileri hiç yalnız bırakmadık.
Çok kısa süre önce Amasra'da maden katliamı oldu. Aynen Soma'da olduğu gibi, ertesi gün oraya gittik, hala oradayız, son güne kadar orada kalacağız. Ben huzurunuzdayım, arkadaşlarımız hala Amasra'da. 3 raporumuz var, neler yaşandı, ortaya koyuyoruz.
Soma'dan aldığımız tecrübeleri Amasra'da ortaya koyuyoruz. Ezcümle, biz böyle bir derneğiz. İlk günden bugüne. Hak mücadelesini sürdürüyoruz, Soma'dan Amasra'ya. İşte bu sebeple bizi cezalandırmaya çalışıyorlar.
Tüm delil toplama taleplerimizi reddettiniz bugüne kadar. Bir tane ATK raporu alabildiniz. Bu konuda tek bir konuda değineceğim: O gün rapor bir gelsin, taleplerinizi alalım dediniz. Rapor geldi, taleplerimizi reddedip hazırlanın, karara çıkıyoruz dediniz.
Size ne yaptığımızı anlatayım öyleyse. Sadece avukatlık yaptık. İşçilerin, toplumsal muhalefetin... Kanımca bu sebeple yargılanıyoruz. Derneğimizin kurulduğu ilk günden bu yana avukatlık yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz.
Bizim hakkımızda dava açmanız, kriminalize etmeniz, bizi asla yolumuzdan döndürmez. Biz bu mücadelenin mirasını nasıl aldıysak, sonraki genç arkadaşlarımıza böyle devredeceğiz. Vardık, varız, varolacağız. Lütfen unutulmasın; 1974'ten bu yana ÇHD susmadı, susmayacak.”
Betül Vangölü Kozağaçlı: Çarkın dişini kırdık
“2013'ten bugüne kadar, 10 yıldır bizi yalnız bırakmayan ve bizimle dayanışan, her ilden buraya gelip burada kalan tüm meslektaşlarımız, barolar ve ailelerimize teşekkür ederim. Yalnız olmadığımızı hissediyoruz.
Anladığımız kadarıyla bu dosyada karar aşamasına geldiğiniz düşünüyorsunuz. Ancak katılmıyoruz buna. Dolayısıyla esasa dair bir savunma yaparak bu kararınıza dahil olmak istemiyoruz.
2013'te size bir sürü şey anlattık, ama anlamadığınızı görüyoruz. 2013'teki iddianameyi önümüze mütalaa getiriyorsunuz.
Arkadaşlarımız anlatıyorlar: İşkenceler, katliamlar, çevre katliamları, gözaltılar, kentsel dönüşüm. Tüm bu alanlarda çalışma yürüttüğümüzü söylüyoruz işte. Evet, bu küçümsenmeyecek bir suç.
İşkence yapıldığında tutanak tutan, gidip suç duyurusu yapan, davaya katılan, meslektaşlarını davaya çağıran avukatlarız. Evet suçlama bu. Dolayısıyla soyut iddialardan somut iddialara gelmişiz demektir.
İddianameye Engin Çeber'i yazmışsınız. Hapishanede işkenceyle öldürülen Çeber'in ölümüne elini bile sürmeyen, izlemekle yetinen hapishane müdürüne bile ceza aldırdık. Bu sizin için büyük bir sorun.
Kentsel dönüşümlerde ellerine üç kuruş para verip yerlerinden yurtlarından uzaklaştırılan insanlarla dayanışma yapmışız. Elbette sizin gözünüzde büyük suç. Çarkınızın dişini kırmışız. Cemaat de bunu istemez komplo yapar, AKP de istemez komplo yapar.
Cemaat özeline girelim. Sonradan öğrendik ki her kadro onlarınmış ancak bir açık bırakmışlar. Gizli tanıklar, provokatör ajanlar yaratırken bir hata yapmışlar. Birini DHKP-C ile suçladıkları için sahaya sürmüş, diğerini başka dosyalara, bazen de karma yapmış.
Ama avukatlar varsa, bu tanıkların başka dosyalardaki beyanları açığa çıkaracaklar. Üzgünüm avukatlar olduğu için, tüm bunları açığa çıkardık. İşte sorunun cevabı bu. Bize bu yüzden komplo yaptılar. Dosyaları karşılaştırınca göreceksiniz.
Delil diye önümüze koyduğunuz şeylere değinelim. Kısaca değineceğim. Dijitalde Ümraniye hapishanesinde falanca şey yaptığım iddiası varmış. 2013'ten beri söylüyorum yahu, hayatım boyunca bir kez Ümraniye Hapishanesine bir kez gitmedim. 10 yıldır soramadınız.
Bu dijitaller sahte zaten. Ancak hapishanelere sorsaydınız bunların yalan olduğunu çoktan öğrenmiş olurdunuz. Aleyhime koyduğunuz basın açıklamalarını ayrı ayrı savunabilirim. Hiçbirinden suç çıkmayacağını bildiğiniz için hepsini birleştirip 'örgüt üyesidir' demişsiniz.
İddianameye utanmadan yazmışsınız ki, "Müvekkilleriniz şu eylemleri gerçekleştirdi." Biz, müvekkillerimizin o tarihten önce, o tarihten sonra ne yaptığını mı öngöreceğiz? Böyle mi ilişki kuracağız? Bununla mı itham edileceğiz?
Propagandadan ceza istediğiniz olaya bakın. Bir fotoğraf koymuşsunuz dosyaya. Davaya girmişim, elimde cübbe adliyeden çıkarken müvekkilin ailesi duruşma hakkında bilgi istemiş, cevap verdiğim için propaganda yaptığımı yazmışsınız.
Meslektaşlarımızla beraber tatile gitmişiz, aleyhe delil diye koymuşsunuz. Biz meslektaşlarımızla yeriz, içeriz, tatillerimizi hep birlikte yapmaktan hoşlanıyoruz. Burada "örgüt kampı var" demişsiniz. Azıcık düşünün artık. Bizi neyle yargıladınız, bize neyle hüküm kuracaksınız?
Dava dosyalarını bilgisayara yüklemişiz, el koyunca 'aha örgüt delili' demişsiniz. Sağını solunu araştırın, ne evrakı bu diye. Dava dosyası o. Meslektaşlarımı uyarıyorum, müvekkillerinizin dosyalarını bilgisayarınıza indirmeyin.
Ebru'ya değinmeden geçemeyeceğim. Neredeyse tutuklamanıza teşekkür edeceğim, 1 yıl onunla aynı koğuşta kaldım. Ama dosyanız olmasa, Ebru yaşıyor olacaktı.
Radyodan duyduk bir gün, iddianamemizi hazırlamışlar. Ağırlaştırılmış müebbet istemişler. Neden, CHP Kağıthane İlçe Başkanı'nı öldürme planı varmış. Bakın arkaya, (duruşma salonunu göstererek) İlçe Başkanı arkada müdafiliğimizi yapıyor. Komplo seviyesine bakın.
Ebru daha o gün, abla ben bu komployu kabul etmeyeceğim, gerekirse ölürüm, demişti. O bizim içimizdeki en parlak renkti, en güzelimiz, en güzel şarkı söyleyenimiz, en öfkelimizdi. Onu tüm yaşamımız boyunca hasretle ve ondan ziyade saygıyla anacağız.”
Duruşma yarın devam edecek. (AS)