Fotoğraf: csgorselarsiv.org/Esra Tokat
Danıştay 10'uncu Dairesi'nin İstanbul Sözleşmesi'nin feshine ilişkin 20 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararının iptal istemini reddetmesi, Türkiye açısından yeni bir dönemin başlangıcı olarak nitelendiriliyor.
Hatırlanacağı üzere Türkiye'de, Başkanlık Sistemi'ne geçiş, 16Nisan 2017 Referandumuyla kabul edildi ve 9 Temmuz 2018'den beri Türkiye Başkanlık Sistemi ile yönetiliyor. Bu da Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 8. Maddesi'ne göre, yürütme yetkisinin ve görevinin cumhurbaşkanı tarafından, anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılması ve yerine getirilmesi anlamına geliyor.
Danıştay 10'uncu Dairesi, İstanbul Sözleşmesinin feshine ilişkin 20 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararının iptal istemini reddetmesini de Cumhurbaşkanı'na verilen yetkilere bağlıyor, "Cumhurbaşkanı uluslararası sözleşmeleri iptal edebilir" diye iddia ediyor.
Kadın Koalisyonundan avukat Oya Aydın, bu "iddianın hukukla bağdaşmadığını" söylüyor, özellikle temel hak ve özgürlüklere dair uluslararası sözleşmelerin Parlamento onayı dışında iptalinin gerçekleşmeyeceğinin altını çiziyor.
Aydın, İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden çıkışına dair Brexit'i İngiliz Yüksek Mahkemesi'nin kabul etmemesini örnek olarak gösteriyor.
Ayrıca Güney Afrika hükümetinin Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Şartı'ndan çekilme kararı almasını ve Güney Afrika Anayasa Mahkemesi'nin bu kararı iptal etmesini de "uluslararası sözleşmelerden yürütmenin çıkılamayacağı" konusunda başka bir önemli örnek olarak gösteriyor.
Oya Aydın, Danıştay kararının neden olabileceği başka tehlikelere de dikkat çekiyor ve "Bu karar Anayasasızlaştırma sürecini en üst noktaya taşıdı" diyor.
Danıştay'daki ilk duruşmada siz savunma yaptınız ve İstanbul Sözleşmesi'nin önemini anlattınız. O kadar hukuki beyanlarınıza rağmen Danıştay ikna olmadı ki bu kararı verdi. Şaşırdınız mı?
Aslında şaşırmamak gerekiyordu. Türkiye'de bugün hiç kimse yargıdan özellikle de yüksek yargıdan, hükümetten bağımsız özellikle de doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından alınmış bir kararın aleyhine bir iptal kararı çıkmasını beklemiyordu. Öte yandan bu dava çok kritikti.
Neden kritikti?
Bu davayı diğer davalardan ayıran şey, bir temel hak ve özgürlüklere dair bir Sözleşmeye dair karar çıkacak olması. Uluslararası bir insan hakları Sözleşmesinden bir kişinin -bu kişi cumhurbaşkanı olsa da- sonuçta yürütme gücünü temsil eden bir kişinin kararıyla
Ne olmuştu?Danıştay 10. Dairesi, İstanbul Sözleşmesi'nin feshine ilişkin 20 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararının iptal istemini reddetti. Kararın 2’ye karşı 3 oyla alındığı belirtiliyor. Savcılar iptalini istemiştiGörülen son duruşmada Danıştay Savcısı Nazlı Yanıkdemir, mütalaasında “İstanbul Sözleşmesi TBMM’de onaylandı, Cumhurbaşkanı feshedemez” demiş, bir önceki duruşmada da Danıştay Savcısı Aytaç Kurt, kararın iptalini talep etmişti. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise “Kim ‘İstanbul Sözleşmesi’ diye başlayan bir cümle kurarsa ona en başta kadınlarımız tepki göstermelidir” diyerek kadınları ve sözleşmeyi hedef almıştı. |
çıkılır olmasının yüksek mahkeme tarafından kabul edilmesi meselesi. Türkiye'de pek çok hukuksuz kararı hep birlikte deneyimledik.
Ama bu karar, onların içerisinde çok özel, önemli bir yere sahip. Bu karar, Türkiye'de bence hukuk sistemini, anayasal düzeni yasama-yürütme ilişkisini tamamen değiştirdi.
Karar, yasama ve yürütme ilişkilerini derinden etkileyecek, çok önemli değişiklikler yapacak nitelikte önemli bir karar.
Bu yönüyle, bu kadar önemli bir davada Danıştay'ın böylesine iktidarın lehine karar vermesi hem hukukçu olarak hem bir kadın olarak hem Türkiye'de yaşayan herhangi bir insan olarak beni elbette ki diğer insanlar gibi derinden üzdü.
Aslında bir bakıma karar verildikten sonra aksini beklemesek bile aslında aksinin olması gerektiği yönünde bir içsel beklentimiz olduğunu fark ettirdi.
Neden?
Çünkü burada hukuksuzluk çok açıktı. Biz bu hukuksuzluğu bin kadın avukat o kadar iyi anlattık ki bu anlatımlardan sonra bu karar çıkmaması gerekiyordu.
Biliyorsunuz daha önce de üçte iki yürütme durdurmaya ret kararı verilmişti. İşte bizim anlatımlarımızla karar değişir diye umut ettik. Fakat ne yazık ki bizi şaşırtmadılar. Cumhurbaşkanı'nın aleyhine bir karar veremediler.
"Baskı çok fazlaydı"
İki hâkimin şerh koymasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bu şu anlama gelir. Oradaki iki yargıç ve bu yargılama süresince görüş bildiren farklı savcılar var.
Danıştay savcıları Cumhurbaşkanı'nın kararının Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na aykırı olduğunu, hukuksuz olduğunu çok detaylı bir biçimde açıkladılar. Bunlar, önemli göstergeler.
Yapılması gereken neydi sizce?
Türkiye hukuk sisteminde asgari bir anayasa hukuku, idari hukuk, uluslararası hukuk bilgisine sahip olan bir hukukçunun iptal kararı vermesi gerekirdi.
Biz bu muhalefet oylarının ve savcılık görüşlerinin savunmamızla birlikte heyet üzerinde olması gereken çağrı anlamında bir etki yaratacağını umduk.
Fakat ne yazık ki baskı o kadar ağır ki ya da o öylesine içselleştirilmiş kibir sonuç elde edemedik. Peki sizce bu karar, mesela örneğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden çıkılmasına da bir dayanak sağlar mı önümüzdeki dönemlerde? Böyle bir şey konuşulmuyor şu anda ama elbette bunun anlamı çıplak ve nettir.
"Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının kararıyla Türkiye bütün uluslararası anlaşmaları feshedebilir" anlam çıkabilir.
Bütün uluslararası anlaşmalara ilişkin uluslararası kurumlara çekilme bildirimini yapmak zorunda kalırız. Bu çok net. Biz bu söylediğimiz şeyi duruşmada da dile getirdik.
"Cumhurbaşkanı'na siz böylesine bir yetkinin verildiğini varsayarsanız, bir sabah kalktığımızda da Cumhurbaşkanı'nın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden, bütün ILO Sözleşmeleri'nden, Medeni Haklar Sözleşmesinden çıkma kararı verdiğini tanıklık edebilirsiniz. Böyle bir şey mümkün müdür? “dedik. Cumhurbaşkanı’nın avukatı şöyle cevapladı. "Hayır, efendim ne münasebet. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çıkılmaz. Neden? Çünkü Cumhurbaşkanı çıkmaz."
Bu kadar keyfi bir süreç. Bu kadar şahsa ve kişiye bağlı bir yönetim anlayışı olabilir mi? Yani hiçbir hukuk sistemi asgari bir hukuk devletinden söz etmiyor. Hukuk devletinden çok uzaklaştık zaten. Ama hukukla yönetilen ya da yasayla yönetilen kanun devleti diye tanımlanan ya da denilen devletlerde bile böylesine sadece bir kişiye bu kadar şahsi takdir yetkisi verilemez.
Dolayısıyla çok haklısınız bu kaygınızda. Ve bu kaygıyı hepimiz paylaşıyoruz. Üstelik de bu çok gerçek dışı bir kaygı değil. Neden? Çünkü bütündünyada son dönemde insan hakları aleyhine bir politik gelişme var.
Yaşanan ekonomik ve siyasal krizi aşamayan yönetimler çareyi insan hakları Sözleşmelerinden, demokrasiden hak mücadelesinden vazgeçmekle görüyor.
"Danıştay tehlikeli bir sürecin önünü açtı"
Dünyanın başka ülkelerinde benzer örnekler var mı?
Evet. İnsan Hakları Alanı'nda bir geriye çekilme var. Hükümetlerin saldırısı var. En son İngiltere’ye gelen mültecilerin Ruanda'ya gönderilmesi yönelik eylemin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından yürütmesinin durdurulması, ihtiyati tedbir kararı verilmesi sonrasında İngiliz sağı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden çekinmeyi tartıştı.
Dolayısıyla Türkiye için bu hiç fantezi ya da gerçek dışı bir olasılık değil. Danıştay çok tehlikeli bir yolu açtı.
"AYM'ye gideriz"
Danıştay kararı nihai mi?
Danıştay'ınverdiği karar son karar değil. Bu karara karşı hepimiz temiz hakkını kullanacağız. Temiz incelemesini Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu yapacak. Aynı iddialarımızı orada da yineleyeceğiz.
Oradan bir sonuç alınmazsa Anayasa Mahkemesi'ne gider. Türkiyeli kadınların bir umudu olacak mı? Sizce oralardan bir olumlu bir yanıt gelir mi? Döner mi oradan? Şimdi beklentimiz kesinlikle buralardan bir olumlu yanıt gelmesi yönünde. Çünkü burada çok açık bir Anayasa'ya aykırılık var.
Çünkü bir temel hak ve özgürlüklere dair uluslararası sözleşme Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasası'na göre, Anayasa'nın 13. Maddesi, 90. Maddesi ve de Cumhurbaşkanının yetkisini düzenleyen 104. Madde ‘ye göre kesin ve kesin herhangi bir değişiklik yapamaz, kanunu değiştiremez. 6284'te doğrudan İstanbul Sözleşmesi’ni bir atıf var.
Bu atıf dururken bu Sözleşme'nin tamamen Türk hukukundan çıkarılması ne anlama gelir? Cumhurbaşkanı’nın kendi kişisel bir kanunda değişiklik yapması anlamına gelir.
Cumhurbaşkanı’nın insan hak ve özgürlüklerine dair bir değişiklik yapması anlamına gelir. Cumhurbaşkanı'nın böyle bir yetkisi yok.
Peki sizce Danıştay'ın dayanağı ne o zaman?
Danıştay'ın temel dayanağı şu.
"Uluslararası Sözleşmelerin çekilme usulüne dair Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda açık bir hüküm yok." Biz bunu duruşmada da anlattık. Doğru yok. Nasıl onaylanacağı var? Ama nasıl çekileceğine dair Anayasa'da açık bir hüküm yok.
Fakat genel olarak uluslararası hukukta devletlerin yaklaşımları birbirlerine çok benzer ve uluslararası hukuk düzenlenerek değil yerleşik geleneklerle işleyen bir hukuk sistemidir.
Dünya çapında baktığınızda ülkelerin devletlerin yüzde 70-80'ine yakınının anayasasında bizimkine benzer bir biçimde uluslararası sözleşmenin nasıl yürürlükte olacağı düzenlenmiş ama nasıl çekileceği düzenlenmemiştir.
Benzer örnekler var mı dünyada?
İki çok önemli ve yakın örnekle karşılaştık. Bunu da Danıştay'da ifade ettik. Birisi Birleşik Krallık'ın yani İngiltere'nin Brexit sürecinde yaşadığı dava örneğiydi. Diğeri de Güney Afrika'da yaşandı. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde hükümet, Uluslararası Ceza Mahkemesi Şartı'ndan çekilme karar aldı.
Ama Güney Afrika Anayasa Mahkemesi bunu geçersiz buldu. Dedi ki "Bu temel bir insan hakları Sözleşmesidir. Bir mahkemenin yargılama yetkisinin tanınmasına ilişkin olsa bile temel insan hak ve özgürlükleriyle ilgilidir. Yürütme organı burada yetkili verebileceği bir pozisyonda değildir. “Aynı şey çok daha ilginç ve önemli bir örnek, İngiltere'de yaşandı.
İngiltere Brexit'in halk oylamasıyla kararlaştırmıştı, biliyorsunuz. Önce halkoylaması yapıldı. Daha sonra Brexit süreci devam ederken Avrupa Birliği'nden kopuşu getiren Avrupa Birliği'nden çekilmeye dair kararı hükümet verdi ve uygulamaya sokmayı denedi.
Fakat hükumetin Brexit referandumundan sonra dahi Avrupa Birliği'nden çekilme kararıvermesine karşın burada bazı kişiler Anayasa Mahkemesi’nde dava açtılar. İngiltere’de bir yazılı anayasa yok. Buna rağmen İngiliz Yüksek Mahkemesi dedi ki "Avrupa Birliği’nden çekilmek İngiltere vatandaşlarının Birleşik Krallık vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini etkileyecek nitelikte bir karardır. Ve vatandaşın temel hak ve özgürlüğüyle ilgili tek karar merci vardır. O da İngiliz Parlamentosudur.
Parlamento dışında hiç kimse bu kararı veremez. Bir Anayasa hükmü yoktur."
Bizim Anayasamıza bakıyoruz. Anayasa 104. Madde çok açık ve net söylüyor. "Cumhurbaşkanı'nı temel hak ve özgürlüklere ilişkin hiçbir düzenleme yapamaz" bu bir. İkincisi, Cumhurbaşkanı kanunla düzenlenmesi gereken bir konuda hiçbir yetkiye sahip değildir. Üçüncüsü Anayasa90. Madde de İnsan hakları Sözleşmesi ve diğer uluslararası Sözleşmeler arasında net bir ayrım yapılmıştır. Ve az önce de söyledik. 6284 No'lu yasa, doğrudan İstanbul Sözleşmesi'ne gönderme yapıyor.
Siz bunu bir kişinin kararıyla değiştiremezsiniz. Ama Danıştay dedi ki "Cumhurbaşkanının bu kararı cumhurbaşkanının 9. Sayılı kanun hükmünde kararnamesine dayandı.
O kararnamede de Cumhurbaşkanına bütün uluslar Sözleşmelerden çekilme yetkisi tanınmıştır."
Dünyanın hiçbir makam kendisini yetkilendiremez. Bu çok temel bir hukuk ilkesidir. Öteden beri artık Türkiye'yi biz "Anayasasız devlet olarak tanımlamaya" başlamıştık. Çünkü hiçbir temel Anayasal normal Türkiye'de riayet edilmiyor.
Tamamen keyfi bir biçimde hukuk kuralları uygulanıyor. Bu karar Danıştay'ın bu kararı işte Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasasızlaşma sürecini tepe noktaya taşımıştır.
Artık Cumhurbaşkanı her konuda dilediği kararı alabilecek. Böyle bir hukuk sistemi olmaz.
Hani kadınlara ne önerirsiniz dediniz ya altını çizerek her yerde söylüyorum. Bu konuda biz Kadın Koalisyonu’nda önemli bir çalışma başlattık. Hala Avrupa İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi'nin temel hak özgürlüklerine dair Sözleşme olarak tanımlanıyor.
Bu kadar önemsenen bir Sözleşme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında ister o Sözleşmenin tarafı olun, ister olmayın, uyguluyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin İstanbul Sözleşmesi'ne atıf yaptığı bütün kararları inceledik. O kararlarda Ukrayna örneğin Sözleşmeyi henüz onaylamadığı halde Ukrayna aleyhine yapılan kararlarda İstanbul Sözleşmesi'ne atıf var. İngiltere Sözleşmeyi onaylamayan ülkelerden biri İngiltere aleyhine ihraç kararlarında
İstanbul Sözleşmesi'ne atıf var. AİHM'in bu tutumunun yani önemli insan hakları Sözleşmesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni yorumlarken temel alıp kararına gerekçe yapma tutumunun en önemli örneği de Türkiye aleyhine verilmiş. Memurların toplu sözleşme hakkına dair Demir Baykar'a dosyası diye bilinen karardır.
Türkiye orada Avrupa Sosyal Şartı'nın 5. ve 6. Maddesine çekince koyduğu halde onu onaylamadığı halde AİHM dedi ki "ben senin bunu onaylamamanı, buna çekince koymanı tanımıyorum." ü
Çünkü Avrupa demokratik düzeninin devamını ister ve der ki, "Demokratik hukuk sisteminin temeli olan bir Sözleşmeyi istersen onu taraf ol ister olma ister çekince koy ben kararımda uygularım, Sözleşmeyi buna göre yorumlar."
O yüzden bir kez daha sizin aracılığınızla hem hak savunucularına hem kadın örgütlerine, şunu belirtmek isterim: İstanbul Sözleşmesi'ni kullanalım, bütün başvurularda Sözleşmeye atıfta bulunarak bu Sözleşmenin bize verdiği hakları kullanmaya devam edelim.
Ayrıca muhalifsiyasi partilerin hemen tamamı iktidara gelir gelmez Sözleşmeyi onaylayacaklarına dair vaatte bulundular.
Son olarak kadınlara ve LGBTİ+'lara bir çağrınız var mı?
Türkiye'deki bütün kadınlara, kadın örgütlerine ve hak savunucularına bu vesileyle bir çağrımız var. İstanbul Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Sistemi'nin çok temel ve önemli bir parçası olarak Türkiye'de hala uygulama yeteneğine sahiptir. Biz bu Sözleşmeyi Cumhurbaşkanı çekilme kararına rağmen tabii olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Hukukunun bir parçası olarak uygulatma olanağına sahibiz.
Yargıçlar, savcılar, idari makamlar, polis, bu Sözleşmenin gereklerini yerine getirmek zorunda. Bunun altını çizerek tüm başvurularımızda İstanbul Sözleşmesi'ne atıf yapmalıyız. Bunun gereğinin yapılmasını talep etmeliyiz.
Bütün başvurularımızda İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin kararlara atıf yapacağız. O Sözleşmenin uygulanmasını talep edeceğiz.
Elbet bu bir yerden dönecektir. Şunun altını bir kez daha çizmek isterim. AİHM kararlarına baktığımızda 2011'de Sözleşme'nin kaleme alınmasından çok önce yapılan 2007, 2008 ve 2010 tarihli başvurularda da bugün dosyayı ele aldığı için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin bir parçası olarak İstanbul Sözleşmesi'nin kararlarını esas almış ve uygulamıştır. Öte yandan Sözleşmenin tarafı olup olmadığına bakmaksızın Ukrayna aleyhine
İngiltere aleyhine başvuru yapan kadınların dosyalarında o iki ülke henüz İstanbul Sözleşmesi'ni onaylamadığı halde mahkeme kararına İstanbul Sözleşmesi’ni esas almıştır.
O yüzden biz Sözleşmeden vazgeçmiyoruz. Sözleşme hala yürürlüktedir. Mutlaka ve mutlaka bütün başvurularımızda şiddet tanımını koruma taleplerimizi, yargılama prosedürlerimizi, İstanbul Sözleşmesi'ne dayandırıyoruz. Özellikle yargıçlardan Anayasa Mahkemesi'ne yaptığımız başvurulardan bu Sözleşmeyi uygulamasını istiyoruz. Çünkü bu Sözleşme bu topraklarda doğdu. Biz bu Sözleşmeye sahip çıktık.
Taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi. Bu Sözleşmenin uygulanmasını gerektirir. Bu kararı bu anlamıyla hukuk dışı olduğu için kabul etmiyoruz. Ve mutlaka herhangi bir noktada bu karardan dönüleceğine kesin biçimde inanıyoruz.
TIKLAYIN - İstanbul Sözleşmesi'nin tüm maddeleri...
TIKLAYIN - 7 Soru, 7 Yanıt: İstanbul Sözleşmesi Nedir, Ne Getiriyor?
TIKLAYIN - İstanbul Sözleşmesi nedir, ne değildir?
TIKLAYIN - “İstanbul Sözleşmesi 4 partinin de ortak fikriydi”
(EMK)