Bu yazı haftalık Agos gazetesinin 23 Ekim 2020 sayılı baskısında yayınlandı.
Güney Kafkasya’daki tartışmalı Dağlık Karabağ bölgesi ve çevresinde, Avrupa’nın eşiğinde bir trajedi yaşanıyor. Ermeniler ve Azeriler arasında neredeyse unutulmuş bir savaş yeniden başladı. Dünya kamuoyu ise tepki vermekte zorluk çekiyor. Her iki tarafta da 25 yıldan fazla bir süredir bu çatışmayı rapor eden ve inceleyen biri olarak, size bu karmaşada yol göstermeye çalışayım.
Her şeyden önce insani kayıpları vurgulamak gerek. Kesin olarak söylenebilir ki, Azerbaycan sürpriz bir saldırı başlatmaya karar verdiği ve çatışmanın başladığı 27 Eylülden bu yana yüzlerce kişi öldü. İki taraf da, son on yılda ellerine geçen her türlü korkunç uzun menzilli silahlan kullanıyorlar.
Bölgeden yetersiz düzeyde gelen haberler, Karabağ'ın Ermeni nüfusunun sürekli bombardıman altında kaldığını ve çokça zarar gördüğünü söylüyor. Bölgenin yerel insan hakları komiseri, 70 binden fazla sivilin bölgeden kaçtığını dile getiriyor.
Azerbaycan’daki cephe hattına yakın şehir merkezlerinin Ermeni topçular tarafından vurulduğuna dair haberler de alıyoruz. Salt askeri çatışmalar hakkında daha da az şey biliyoruz; ancak pek çok genç askerin, küçük toprak parçaları üzerinde gerçekleşen savaşta hayatlarını kaybettikleri kesin.
Zehirli retorik
Buna paralel olarak, televizyonda ve sosyal medyada yoğun bir bilgi savaşı yaşanıyor. Her iki tarafın da birbirini “faşist” ve “fanatik” olarak niteleyerek, bir diğerini insanlıktan çıkardığı bu çatışmanın zehirli retoriği, çatışmayı körüklüyor. Sadece “düşman” tarafın değil, bölgede barış ve diyaloğu savunan birkaç cesur sesin ve uluslararası destekçilerinin de hedeflendiği görünüyor.
Her iki tarafın da, kökleri 20. yüzyılın başlarında, Rus imparatorluğunun alacakaranlığında yatan bir çatışmadan doğan, meşru addedilebilecek ve tutku ile bezenmiş adalet iddiaları var. Dağlık bölge çoğunluk olarak Ermeni nüfusuna ve uzun bir tarihsel sürece yayılmış Ermeni kültür mirasına sahipti. Ancak coğrafi olarak Azerbaycan topraklarındaydı ve çoğu Azerbaycanlıya da ev sahipliği yapıyordu.
Bolşevikler 1920’de, yasal bir düzenleme getirdiler. Ancak Bolşeviklerin, Ermeniler ve Azeriler arasındaki sorunsala yaklaşımları, her iki taraf için de bir güvensizlik kaynağıydı.
Kritik yıl 1991
1988’de Karabağ Ermenileri, Mihail Gorbaçov’a, Sovyet Azerbaycan’ından ayrılarak Ermenistan’a katılmalarına izin verilmesi için kulis girişiminde bulundu. Düşük düzeyde de olsa bir şiddet patlak verdi. 1991 yılı SSCB’nin son demleri, bu durumu, iki bağımsız ulus devlet arasındaki silahlı bir çatışma haline getirdi. Üç yıl süren çatışmaların, 20 bin kişinin ölümünün ve kitlesel yerinden edilmenin ardından, Ermeniler savaş alanında galip geldi ve ateşkes imzalandı.
Çatışmadaki her iki tarafın meşru, lâkin farklı sorunları var. Ermeniler, Azerbaycan’ın Karabağ Ermenilerini yok ederek anayurtlarından sürmeye yeltenmesinden korkuyorlardı. Ki 1992’de bu neredeyse oluyordu. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 2011'de Karabağ Ermenilerine “dünyadaki en yüksek özerklik” verilmesinden bahsetti - ancak 1991’den beri Bakü'deki Azerbaycan hükümeti bu tarz özerklik söylemleriyle ne anlatılmaya çalışıldığına dair tek bir belge sunmadı. Bu bağlamda aslında Ermeniler için, geçen hafta Karabağ’a yağan füzeler gerçek hikâyeyi anlatıyor.
Yine de Ermeni tarafı da kusurlu ve -son yirmi yıldır yaptıklarıyla- yeni çatışmanın bir nevi ortak motive edeni.
Evlerinden olanlar
1992-1994'te Ermeni güçleri sadece Dağlık Karabağ’ı değil, aynı zamanda yedi farklı Azerbaycan bölgesini de ele geçirerek ve yarım milyondan fazla Azerbaycanlıyı evlerinden sürükleyerek, insani bir felakete neden oldular. Başlangıçta Ermeni liderler, geçici olarak bir “tampon bölge” sağladıklarını söylediler. Ancak yıllar geçtikçe bu bölgeleri geri vermeyi planlamadıklarını göstermeye başladılar; yaklaşık 17 bin Ermeni yerleşimcinin oraya yerleşmesine izin verildi.
Azerbaycan’ın bu durumdan duyduğu hayal kırıklığı tamamen anlaşılabilir. Ama sonuçta her iki taraf da ancak diğeriyle birliktelik kurarak çözüme ulaşabilir ve barışı temin edebilir.
Sorun şu ki bu konuda yapılmış müzakereler her zaman, barışı inşa etmek için yetersiz bir temel oluşturmuştur. Sürekliliği olmayan müzakereler yapılmış, toplumla biraradalık sağlanamamış Rusya’ya çok fazla güvenilmiştir.
Hayatlara mal oluyor
Süregiden bu çatışma insanların hayatlara mal oluyor ve yeni nesilde keder ve öfke doğuruyor. Çatışmanın kendine ait bir mantığı var; Azerbaycan önemli miktarda toprağı insani bedel ödeyerek yeniden ele geçirip öylelikle çatışmayı duraklatmaya karar verirse, muhtemelen başarılı olacaktır.
Eğer böyle bir süreç yaşanırsa, Türkiye'nin Azerbaycan tarafındaki aktif katılımı, bu duruma yeni bir zorlaştırıcı faktör ekler. Cumhurbaşkanları Erdoğan ve Putin, Ermenilere ve Azerilere kendi çıkarlarına uygun, fakat insani ilkelere ve her iki ülkenin de Avrupa'nın bir parçası olma iddialarına aldırış etmeden yeni bir çözüm getirmeye çalışabilirler. Lenin ve Atatürk bunu tam bir asır önce 1920-1921'de Kafkasya’da yaptılar.
Ya da Avrupalılar ve belki de Trump sonrası bir Birleşik Devletler, insanların ihtiyaçlarına ve uluslararası hukukun farklı taleplerine saygı duyarak, çatışmayı çözmek adına ilki 1992’de başlatılmış olan çok taraflı bir barış konferansı düzenlemeye çalışabilirler.
Bu durum şimdilik uzak bir ihtimal olarak görünüyor. Şu anda yaşanan süreçten memnun olanlar sadece aşırı milliyetçiler, Erdoğan’ın Türkiye’si ve her iki tarafa da silah sağlayan ve cephaneleri biter bitmez onlara daha fazlasını vermeye hazır olan Rusya’nın savunma sanayisidir.
Çeviri: Gözde Yılmaz
(NÖ)