Fotoğraf: Almanya'da sağcı Afd karşıtı göstericilere polis müdahalesi
Balkan Insight'ın 24 Ağustos tarihli internet yayınından alınmıştır
Avrupa'yı bir sağ dalganın kasıp kavurduğuna ilişkin söylemler siyasi uzmanların ortak görüşü haline gelse de gerçek daha nüanslı.
Avrupa'ya sağcı, hatta aşırı sağcı bir dalga mı vuruyor? Pek çok uzman bu kanatte. Yakın zamanda Politico'da yayınlanan ve aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yükselişine özel olarak odaklanan "Avrupa'nın Faşistleri için Bahar Zamanı" başlıklı makale parmağını olağan şüphelilere uzatıyordu.
Avrupa'nın büyük bölümünde sağın ivme kazandığına şüphe yok. Aşırı sağ partiler "normalde" sosyal demokrat Finlandiya ve İsveç'te ya hükümetlerdeler ya da hükümetleri destekliyorlar. Politico'daki makalede de belirtildiği gibi AfD, bir zamanların ağırbaşlı ve merkezci Almanya'sında anketlerde yüzde 20'lere varan destekler alıyor görünüyor; bu oran Şansölye Scholz'un iktidardaki Sosyal Demokratlarına verilen yüzde 18'lik desteğin de üzerinde. Almanya'nın Deutsche Welle (DW) haber ajansının belirttiği gibi, "Savaş sonrası Almanya tarihinde hiçbir zaman bir başbakanın partisinin görev onay oranı bu kadar düşmemişti."
Çok da uzak olmayan bir zaman öncesinde Aleksis Çipras liderliğinde Avrupa solunun bayraktarı haline gelen Yunanistan'da bu yılki seçimlerde Muhafazakârlar toparlandı. Halen sağcı bir hükümetin iktidar olduğu Polonya'da yeni bir aşırı sağcı takımyıldız oluşturan Konfederasyon'un oy desteği giderek yükseliyor. Georgia Meloni'nin sağcı "İtalya'nın Kardeşleri" İtalya'nın başında. Avusturya'da aşırı sağcı Özgürlük Partisi'nin (FPO) önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerden birinci çıkacağı tahmin ediliyor. Bu uzun ve pek de başa çıkılabilir olmayan bir liste. Kasım'da Hollanda'da yapılacak seçimlerin sonucunun ne olacağını kim bilebilir?
Bununla birlikte, sağ Avrupa'da çeşitli kılıklara bürünse de, faşistlerin iktidarı ele geçireceğine yönelik konuşmalar, bir çok isyancı güç açısından içine her şeyin doldurulabileceği sağ ve aşırı sağ sözcüklerinin ideolojik açıdan özellikle gevşek terimler olması nedeniyle isabetsiz kalmaya devam ediyor. Çoğunlukla muğlak bir şekilde ifade edilen kimlik politikalarının, büyük çaplı göçlere yönelik muhalefetin ve "aile"nin desteklenmesine yönelik laf kalabalıklığının ötesinde bunlar çoğu zaman birbiriyle çelişen gündemler ve bir iki ortak noktadan oluşan bir bagajdan ibaret.
Kimileri, Macaristan ve Polonya yöneticileri gibi refahçı olabilir ama kimileri değil. AfD, FPO ve Macaristan'da iktidardaki Fidesz Rusya yanlısı olsa da Meloni'nin İtalya'nın Kardeşleri bu tanıma uymuyor. Polonya'daki sağcılar da aynı durumda. Kimileri ABD'li Cumhuriyetçilerin kürtajın sınırlandırılması ve hatta yasaklanması konusundaki takıntılarını yansıtıyor, ancak hepsi böyle değil. Kimileri AB karşıtlığıyla flört ediyor, kimileri etmiyor ve Avrupa kurumlarını ele geçirmenin, onlardan kurtulmanın değil onları yeniden şekillendirmenin hayalini kuruyor.
Kimileri Viktor Orban'ın Macaristan'ı gibi -Putin'in Rusya'sını hatırlatan- gürültülü ama tek düze olmayan bir "geleneksel" Hıristiyanlık çığırtkanlığı yapıyor ama bu da genellikle şimdiki Papa'nın benimsediği modern yorum çerçevesinde inancın çeşitliliğini kabullenmemekten ileri gitmiyor. Can çekişen bir Kiliseden oy gelmeyeceğini görenlerinse bundan rahatsız olmaları söz konusu olmayacağına göre, Müslüman göçünün tehdidi altında olduğunu düşündükleri Aydınlanmanın ve Batı laikliğinin savunucuları gibi davranıyorlar.
Dahası, başka bir komplikasyon da, muzaffer Yunan muhafazakarlarının giderek daha çok klasik, eski tarz Avrupa yanlısı bir merkez sağ partiye benzemesi. Bu, Avrupa merkez sağının başına geldiği varsayılan kısa sürede aşırı sağ tarafından yok edilme tehlikesinin hiç de öyle kaçınılmaz bir sonuç olmadığını gösteriyor.
Sonra İspanya var. Temmuz'daki İspanya seçimlerinde sandıklar açılana kadar, Avrupa'da aşırı sağ tufanı olacağını öngörenlerin ağızlarının suyu akıyordu: Aşırı sağcı Vox partisi gümbür gümbür muhafazakar sağın zaferini ilan edecekti
Ama böyle olmadı. Tersine, muhafazakârlar ve sol birbirine yakın oylar aldı ve Vox'un oyları düştü, bu da İspanyol Sosyalistlerinin Katalan ve Bask milliyetçileriyle ittifak halinde veya onlar tarafından desteklenerek sendelemeye devam etmesinin önünü açtı. Bu, hazır reçeteye uymuyordu.
Elbette bu kutuplaşma, yalın bir sağcı dalganın kabarmasından daha iyi bir sonuç sayılmaz. İspanya'da seçmenler kendilerini en son 1930'ların ortalarında sol ve sağ arasındaki şiddetli karşıtlığa kitlendiğinde sonuç bir iç savaş olmuştu.
Her iki durumda da, yakın gelecek bir zamanların zorlu Avrupa sosyal demokratları için kasvetli görünüyor: Almanya'da iktidarda kalacaklar, İspanya'da tutunabilirler ve muhtemelen gelecek yıl Britanya'da da iktidarı ele geçirirler. Ancak son iki ülke de kelimenin tam anlamıyla Avrupa'nın sınırında sayılır ve her ikisi de Avrupa'nın havasını belirlemez.
Gelecek yılın Avrupa seçimleri siyasi rüzgârın ne şekilde estiğini tescil edecek. Ancak şimdilik tek soru, en çok kazanımı Avrupa Halk Partisi'nin (EPP) merkezci muhafazakarlarının mı yoksa daha da sağcı Muhafazakar ve Reformcuların mı sağladığı. Bölünmüş ve şaşkın sol kanadınsa nefesi kesilmiş görünüyor.
(AEK)