Sonuç ?
Bu "Yalan Rüzgarı" dizisi özellikle ülkemizde gündemi iyi şerbetliyor. Sadece yazanların mutlu olduğu dizi daha çok uzun süre gündemde kalacak gibi. Öyle ya 17 Aralık'tan sonra bakalım gündeme neler gelecek?
Çiftçiye sorarsanız; tarım ürünlerimizin yok olmasıdır.
İşçiye sorarsanız; AB'ye evet ama emeğin Avrupa'sı.
Küçük esnafa sorarsanız; büyüklerin at oynattığı bir meydan.
Büyük tüccara sorarsanız; rekabeti getirecek, mallarımız dünyaya açılacak.
Kamu çalışanına sorarsanız; devlet küçülecek ve bizler de işçi olacağız.
Siyasiye sorarsanız; iktidarda iken can atıyoruz ama muhalefet iken çekincelerimiz var.
Dinciye sorarsanız; din elden gider ama özgürlük ortamında dinciliğimizi daha iyi yapabiliriz.
Türkçüye sorarsanız; vatan elden gidiyor heyhat, Türk illeri bizi beklerken neden Avrupa?
Muhafazakara sorarsanız; aslında Hıristiyan kulübü ama ne yapabiliriz, "devlet!" istiyor.
Sosyal demokrat olduğunu söyleyenlere sorarsanız; bu iş bizim işimizdi, elimizden aldılar.
Sosyaliste sorarsanız; evet AB ama biz istediğimiz için ve onurlu bir şekilde olmalıydı.
Daha da uzatabiliriz. 41 yıldır muhafazakar siyasilerimizin "başarı" dediği tek taraflı anlaşmalarla süregiden AB süreci sona ereceğe benzemiyor. İşin ilginci Avrupa'daki muhafazakar siyasiler, yani ülkemizde bu süreci teslimiyet anlamında yürütenlerin Avrupalıları, bizi istemiyorlar. Avrupa'nın ilerici kesimi yani sosyal demokratları, sosyalistleri, komünistleri ve yeşilleri ise ülkemizin AB'ye girmesi için amansız bir mücadele veriyorlar.
41 yıl içinde bizim muhafazakarların ülkemize neler kaybettirdiğini saysak yerimiz almaz. Sadece "Büyük Zafer" diye sunulan 6 Mart 1995 tarihli Gümrük Birliği anlaşmasına bakmak bile yeterlidir: AB malları ülkemize serbestçe girebilmekte ama bizim mallarımıza kotalar konmaktadır.
Muhafazakar siyasilerimiz içeride efelik yaparak "vatan-millet-sakarya" edebiyatı ile bizleri kandırırken AB karşısında el-etek durarak, "hallederiz" diyebilmekte ve her türlü koşula imza atabilmektedir. Belki de tek nedenleri; on yıllardır yiyerek bitirdikleri ve 220 milyar dolar borçlandırdıkları ülke bütçesine daha fazla para aktararak pastalarını büyütmek istemeleridir. Belki de bilemediğimiz başka nedenler! Olmaz ya, belki de Atatürk'ün gösterdiği "çağdaş uygarlık" hedefine böyle varılacağı bilincine ermiş olmalarıdır (!) bu isteğin arkasındaki neden.
Evet bizler ne diyoruz ? Bana ne dediğimiz sürece yurttaş değil "koyun" olduğumuzu unutmayalım. Bana göre AB evet. Ülkemiz AB ülkelerinin içinde onurlu bir şekilde yerini almalıdır. Muhafazakar sağ siyasilerimiz her ne kadar tavizlerle AB'ye girmemizi sağlasalar da, bizler halk olarak kendimizi bireysel ve toplumsal değerlerimizle Avrupalılara kanıtlayacak yetenekteyiz. Daha da ötesi Avrupalı emekçilerle, çalışanlarla, köylülerle ve bilcümle halk ile kaynaşacağımızdan emin olmalıyız.
On yıllardır ülkemizde de olmasını istediğimiz bir çok güvenceye kavuşmak ve "yurttaş" olmak bilincimizi geliştirme olanağı bulacaksak neden AB ülkesi olmayalım? AB ülkeleri içerisinde bizi savunanlar bizden koşul istemeyenlerdir. Onların istediği koşullar bizim yurttaş olarak duymamız gereken sorumluluklardır. Koşul isteyenler ise bizi sömürerek emperyalist taleplerini her zaman dile getirenlerdir.
İlk bakışta çelişkilerle dolu gibi görünen AB süreci bizde taşların yerli yerinde durmamasından kaynaklanmaktadır. AB ülkeleri içinde taşlar yerindedir. (ZG/BB)