Sözünü ettiğim fotoğraflar, foto-muhabirlerinin makinelerini bırakarak kurtulmaya, kaçmaya çalışan Lübnan halkına el uzattıkları anları donduran kareler...
Alt yazılarındaki vurgu aynı: 'Savaş hepimizi sarmalamaya başladı.'
'Savaş fotoğraflarına, ölü bedenlerin yüzündeki dingin ifadeye, parçalanmış cesetlere, ağlayan ihtiyarlara ve çocuklara, sesini duyurmaya çalışan kitlelerin canhıraş çığlıklarına alışıyoruz, görüntüleri içimize sindiriyoruz' dediğimiz noktada, önümüze gelen fotoğraflarda bir ayrıntı beliriyor.
Fotoğrafçı "başkasının acısına" bakmıyor artık
Önceki savaşlarda, olaylarda, felaketlerde binlerce kere yaşansa da bu denli ortaya konmayan görüntüler...
Susan Sontag, "Fotoğrafçı, pek ilgi çekmeyen savaşları izlemeyi esas meşgalesi sayan bir avareydi" diyordu.
Sontag son görüntülerin üzerine ne yazardı bilmiyorum fakat, artık fotoğrafçının avareliği bıraktığını görüyoruz.
'Başkalarının acısına' bakmıyor artık. Savaşın yarattığı yıkıma, ölüme, acıya ortak oluyor fotoğrafçı.
Bu noktada Sontag'ın hakkını vermek gerekiyor: "Fotoğraf çekmek başka insanların ölümlülüğüne, çaresizliğine, değişebilirliğine katılmaktır."
İşte son günlerde ajansların geçtiği fotoğraflarda sıklıkla göze çarpan durum, fotoğraf olan "avare" fotoğrafçının duruşunu belgeliyor.
"Kahraman yok, herkes ölümlü, herkes mağdur"
Hangi milletten gelirse gelsin, hangi ülkenin gazete ya da ajansında çalışırsa çalışsın, Hıristiyan ya da Müslüman gazeteciler bombalardan arta kalan harabelerden yaşlıları, çocukları kucaklayıp güvenli noktalara taşımaya çalışıyor.
Kimse kahramanlık yapmadığından olsa gerek, şaşırmıyoruz bu görüntülere. Günlerdir süren kanlı gösteride kahraman yok. Herkes ölümlü, herkes mağdur.
Uluslararası güçlerin misyonunu tamamladığı noktada, paranoya çağında, korkunun kollarında 'güvenli bir yer' arayışı Lübnan halkının yanında kılıyor fotoğrafçıyı. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve ABD 12 Temmuz'dan beri ölümüne hükmedilen insanları görmezden gelmeye devam ederken, meslektaşını manşete taşıyan fotoğrafçıyı, fotoğraf olan gazeteciyi iyi okumak gerekiyor.
'Savaşın, ölümün, yıkımın, acının karşısındayım!'
Tanrının hükmünün kalmadığı ölüm yerinden dumanlar yükseliyor. Her gün onlarca hayatı, umudu toprağa gömüyor İsrail. Büyük projelerin, kazanılacak cent'lerin, inançların ve insani duyguların önüne geçtiği dünyada, çaresizlikle baş etmeye çalışıyor insanlık. Silahların çok uzağında sokaklara dökülen binlerce insanın da hükmü yok artık!
Bu noktada kendini ortaya koyan fotoğrafçılarla karşılaşıyoruz. İlk Körfez Savaşı'nda, Afganistan'ın işgalinde ve son olarak Irak'ın işgalinde embedded (iliştirilmiş) gazeteciler işgal güçlerinin ayak izlerinden savaşı, dehşeti fotoğrafladığında yerden yere vurulmuş, suçlanmıştı.
Taraf olmayı ya da olmamayı tartışan yüzlerce makale yazılmıştı, binlerce görüş dillendirilmişti. Şimdi işgal güçlerinin henüz olmadığı ölüm yerinde fotoğrafçı, başka bir suretle çıkıyor karşımıza.
Lübnan'da vicdanı yaralanan insanlık, çağında en büyük darbeyi yiyor göğsüne. Bütün dünya ellerini koltuk altına kıstırmış izlerken; çocukların, kadınların ölümüne tanık olmanın nasıl bir duygu olduğunu bilen, bakaçtan gözünü uzatıp, zaten donmuş görüntüyü kayda alan fotoğrafçıyı bağrımıza basıyoruz.
'Her şey küle dönerken taraf olup olmamak önemli midir?
İzleyiciler olarak, John Berger'in ifade ettiği gibi-"imajlarla pişmanlık duyuyoruz, umut ediyoruz, korkuyoruz ve seviyoruz image'daki fotoğrafçıyı". Hem de taraf olduğunu bilerek, taraf olarak.
İnsani duyguların bu denli ötesinde yaşanan felakete dur demeye gücü yetmese de fotoğrafçı; bulunmalığını insanlığıyla ortaya koyuyor.
'Her şey küle dönerken taraf olup olmamak önemli midir?' dercesine kendini aynı kaderin pençesine bırakıyor ya da İsrail'in insafına.
Vicdanımızı rahatlatıyor. Yargılamıyoruz onu taraf olmasından ötürü. Tehlikeli biçimde, gazetecinin tarafsız olmasını istemiyor bir yanımız.
Savaşa gözlerinden sonra ellerini de bulaştıran fotoğrafçı, meslektaşları tarafından dondurulduğunda yüzünde asılı kalan ifadeyi okuyoruz: 'Savaşın, ölümün, yıkımın, acının karşısındayım!'
Lübnan'da hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, savaşın izlerini silemeyeceğimizi biliyoruz. Savaş bitse de, taşlar birilerinin istediği biçimde yerine otursa da, insanlığın bağrına yeni bir yara daha açılmış olacak.
Uluslararası kamuoyunun çekinceli ve iki yüzlü tavrını anımsayacağız yıllarca. Bir de, makinesini vicdanına asıp sırtında yaşlı kadınları, kucağında çocukları taşıyan fotoğrafçıları. Görünen o ki; bu savaşta kimse tarafsız değil! (SE/EZÖ)