Fotoğraf: Annalena Baerbock, HDP Eş Genel Başkanı Sancar'la/RND
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock'un Türkiye ve Yunanistan ziyareti, Merkel ve öncesinde Gerard Schröder döneminde Almanya ve Türkiye'de oluşmuş dış poltika kalıplarını kırarken ortak basın toplantılarında alışılmadık tartışmalara da kapı açtı.
Baerbock'un gezisi, Almanya'da dış politika yorumcularınca, hem gezi öncesinde ilan ettiği "değerlere dayalı dış politika" iddiaları, hem de Almanya'nın yakın ortakları olan Türkiye ve Yunanistan'ı aynı anda ziyareti sırasında NATO müttefikleri arasında "dengeli" bir tutum izleyip izlemediği açısından irdelendi ve tartışıldı. Baerbock Almanya medyası ve politika dünyasının sol ve sağ kanatlarından ve Almanya'daki Türkiyelilerden kimi övgülerin yanı sıra sert eleştiriler de aldı. Genel kanı, Baerbock'un Türkiye'de muhalefeti muhatap alan ilk Almanya Dışişleri Bakanı olarak çok önemli bir adım atmakla birlikte Atina ve Ankara arasındaki ihtilafta kantarın topuzunu kaçırdığı ve kurucu bir diplomasi yürütmede yetersiz kaldığı yönünde.
Bu çerçevede Almanya'nın önde gelen sol gazetesi Tageszeitung'un (taz) parlamento muhabiri Tobias Schulze'nin genel gezi çözümlemesini, uzun yıllardır İstanbul'da serbest muhabirlik yapa gelen Jürgen Gottschlich ile muhalefetteki CDU sözcülerinin Baerbock'un diplomasi tarzına sağdan ve soldan eleştirilerini ve Almanya'daki müesses "Türk toplumu" sözcülerinden gelen yankıları bianet okuları için derledik.
* * *
"Hava yanıyordu, değil mi?"
Tobias Schulze - taz
"Düz metin her zaman sökmez" |
Jürgen Gottschlich |
Dışişleri Bakanı Türkiye'de kritik sözler söyledi. Aynısını –geri itmeler açısından -Yunanistan'da da yapması gerekirdi. Annalena Baerbock, diplomatik ilişkilerde yalnızca basmakalıp sözler söylemeye inanmıyor. Ona göre "Kulaklarınızı tırmalasa da yalın bir dil", özellikle dostlar arasındaki iletişimin bir parçası olmalır. Baerbok başta İstanbul olmak üzere Yunanistan ve Türkiye'ye ilk ziyaretinde bu ilkeye sadık kaldı. Ve evet, Baerbock'un kapalı kapılar ardında insan hakları eylemcisi Osman Kavala'nın serbest bırakılması için çağrıda bulunması ve Türkiye'yi kuzey Suriye'de yeni bir işgale karşı uyarması iyi bir şeydi. Muhalefetle ve kadın cinayetlerine karşı mücadele eden bir kadın girişiminin temsilcileriyle konuşmak da çok doğruydu. Ancak daha yakından incelendiğinde, Bakan'ın düz metinleri oldukça seçiciydi. Dış politikada söz, bir şeyin nerede ve nasıl elde edilebileceğiyle ilgilidir. Kavala'nın serbest bırakılması kesinlikle onlardan biri değildi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bunu defalarca dile getirmişti. Aynı şey kuzey Suriye için de geçerli. Hem Ruslar hem de Amerikalılar kuvvet göstererek Erdoğan'ı kuzey Suriye'de herhangi bir askeri harekata girişmekten caydırdı. Bu da, meselenin sonunu getirdi ve büyük güçlerle anlaşmak için yapılacak başka bir şey yoktu. Ege ve Akdeniz'deki adalar üzerindeki egemenlik ve doğal kaynakların işletilmesi konusunda onlarca yıldır süre giden anlaşmazlıklar konusunda Yunanistan'ın diline başvurmak gerçekten yalındı ama politik olarak konuşursak, haddinden fazla basitti. Ne var ki, Yunanistan Sahil Güvenliği ve Frontex'in düzensiz mültecilerin geri itilmesi konusunda gerçekten bir şeyler yapabileceği yere varıldığında Baerbock elindeki düz metnin sonuna gelmişti. Baerbock, Yunanistan Başbakanı Kyriakos Miçotakis'le geri itmeler konusunda sistematik ve siyasi yüzleşme fırsatını kaçırdı. Skandalı soruşturulması gereken "izole vakalara" indirdi. |
Annalena Baerbock bütün seyahati boyunca, yalnızca ziyaretin sonuna doğru, havalimanına gitmek üzere yola çıkmadan az önce bir an için ferahlık yaşadı. Maiyeti odadan ayrılmak zorundaydı. Odanın ortasındaki masayı kuşatan kameraman ordusu ortadan kayboldu. Sadece birkaç çalışanın ve Federal Meclis'ten dört milletvekilinin kalıp kenardaki banklara ilişmesine izin verilmişti. El işi yapan çocuklar herhalde daha önce hiç böyle bir sirk görmemişlerdi. Şimdi yavaş yavaş dilleri çözülüyordu.
Cumartesi öğleden sonra ve Annalena Baerbock, Türkiye ziyaretinin son günü Ankara'nın doğusundaki bir mülteci entegrasyon projesini ziyaret ediyor. Bodrum katındaki bir odada, Dışişleri Bakanı buraya düzenli devam eden ve artık Türkçe'yi Arapça'dan daha iyi konuşan bir grup çocuk mülteciyle birkaç dakika oturuyor. Konuşmayı basına aktarmak yok. Bakanlık gizlilik istemiş. Ancak konular zararsız ve basına açıklansa da kesinlikle kimsenin başı derde girmez: Çocuklarla sohbete başlarken sorulan klasik sorular... Suriye'nin neresinden geldikleri, kaçarken neler yaşadıkları ve bundan sonra ne olacağıyla ilgili değil soruların hiçbiri.
Öyleyse nereden başlamalı ve nerede durmalı? Şu anda dünya siyasetinde her şeyin bir şekilde diğer her şeyle ve Türkiye'yle çok bağlantılı olduğu her türlü şey oluyor ve bu çocuklar deyim yerindeyse her şeyin tam ortasındalar: Ankara'daki entegrasyon merkezi AB ve Almanya Federal Cumhuriyeti'nce finanse ediliyor. Ödemeler, altı yıl önce Afganistanlı ve Suriyelileri daha batıya bırakmama sözü veren Türkiye ile yapılan mülteci anlaşmasının bir parçası.
Bu, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için uzun süredir iyi bir anlaşma gibi görünüyordu, ancak toplumdaki ruh hali değişiyor. Mülteciler artık Türkiye'de de hoş karşılanmıyor. Türk hükümetinin şu anda Suriye'nin kuzeyinde yeni bir işgale hazırlanmasının nedenlerinden biri de bu: [Ankara] Kürtleri Rojava özerk bölgesinden çıkaracağını ve bölgeye en az bir milyon Suriyeli mülteci göndereceğini açıkça ilan ediyor.
Türkiye en iyi müzakere konumunda
Ayrıca diğer sınırlarda da gerilim arıyor: Aylardır Yunan adaları ve çevresindeki karasuları üzerinde giderek daha fazla hak iddia ediliyor. Türkiye'nin şu anda tüm NATO ülkeleri arasında Rusya'yla en yakın ilişkiler içindeki ülke olması, Baerbock ziyaretini de gölgede bırakan üçüncü bir çatışma noktası. Türkiye bütün bunlarla başa çıkabiliyor. Ukrayna savaşının gölgesinde, elindeki kaldıraç envanterini genişletti: Mülteci anlaşması bir pazarlık kozu olarak [Ankara'ya] hizmete devam ediyor.
Hala Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılmasını engellemekle tehdit ediyor. Batı başkentleri [Ankara'nın] Moskova'yla yakınlığına ne kadar kuşkuyla yaklaşırlarsa yaklaşsınlar, Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock bile Türkiye hükümetinin Ukrayna ve Rusya arasında arabuluculuk yapabilecek birkaç ülkeden biri olduğunu kabul ediyor. Türkiye'nin yardımıyla ortaya çıkan ve Ukrayna limanlarından ihracatın önünü açmayı amaçlayan tahıl anlaşmasını "büyük bir adım" olarak niteliyor.
Yeşil politikacı bu sözleri Cuma akşamı, Türkiye'ye gelişinden az sonra telaffuz etmişti. Bu arada, bakışları tahıl yüklü ilk şileplerin birkaç gün içinde Karadeniz'i terk edebileceği İstanbul Boğazı'nda geziniyor. Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nın İstanbul'da denize nazır bir temsilciliği var. Ara sıra açık pencereden salona dışarıdan müzik sesleri ve ılık hava giriyor. Aslında güzel bir yaz akşamı.
Ama Almanya Dışişleri Bakanı bunların zevkini çıkaramadı. Türk mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile basın toplantısının yapıldığı salonun yanındaki odada hepsi hepsi bir saat geçirmişti. Şimdi ortak basın toplantısı bitmek bilmiyor. Çetin bir performans -yalnızca zaten çetin olan genel durum nedeniyle değil, aynı zamanda durumun peşi sıra sürüklediği beklentiler nedeniyle de. Almanya hükümeti, Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırısını belli belirsiz kınamıştı. Bir NATO ortağı benzer emperyalist hırslar gösterdiğinde geri durması mümkün mü?
"Değerlere dayalı dış politika"dan yüksek beklentiler
Sadece birkaç hafta önce, G20 dışişleri bakanlarının toplantısında Baerbock, Batı'nın çifte standart uygulamasını dinlemek zorunda kalmıştı. Ve şimdi ilan ettiği "değer temelli dış politika"nın kendi ülkesinde ve özellikle de kendi partisinde uyandırdığı beklentiler dolayısıyla şu anda sürekli olarak bu poltikanın mihengine vuruluyor.
Yeşil Gençlik lideri Sarah-Lee Heinrich, Baerbock'un gezisi öncesinde taz'a "Erdoğan çok uzun zamandır ne isterse yapabiliyor. Bunun sona ermesi gerekiyor," demişti. Normalde Yeşiller'in seçim programından sapmasını dert etmeyen dünya, ertesi gün Dışişleri Bakanını Merkel'in Türkiye'yle dostluk politikasını sürdürmekten başka bir şey yapmamakla suçluyordu.
İstanbul'daki basın toplantısı Cuma günü 55. dakikada sona erdiğinde, bu suçlamanın o an için bir hükmü kalmamıştı. Bakanın yanındaki gazetecilerden biri "havanın tutuştuğu söylenebilir mi?" diye soruyordu. Benzeri olaylardan sonra, muhabirler genellikle meslektaşlarıyla izlenimlerini karşılaştırırlar. Bu durumda, bir sefere mahsus da olsa sormaya gerek yoktu, elbette hava alev alev yanıyordu.
Zaten Çavuşoğlu'nun ilk birkaç cümlesinden işlerin nereye varacağını anlayabilirdiniz. Türkiye Dışişleri Bakanı, Avrupa'daki PKK'den, Stuttgart Başkonsolosluğu'nun arabasının kundaklanmasından ve Türkiye'ye silah ihracatının engellenmesinden şikayetçiydi. Baerbock Çavuşoğlu'yu dinlerken kalemini çıkardı. Önce elindeki konuşma kartlarına notlar aldı, bir saniye sonra bir daha ve bir daha kalemi elinden bırakamadı. Sonunda sıra kendisine geldiğinde elinde "sevgili Mevlüt" ile üzerinde çatışacağı uzun bir konu dizisi olmuştu.
Bu sırada, "sevgili Mevlüt" de not almakla meşguldü ve gazetecilerin yalnızca bir tek sorusuna yanıt vermekle yetindi. Onun yerine "Frau Baerbock" ile ayrıntılı bir çatışmaya girişti. Simültane tercüman artık konuşmaya ayak uyduramaz olmuştu. Çavuşoğlu, Türkler ne zaman ferahlamak isteseler hep yaptıkları gibi ellerini limon kolonyasıyla ovuyordu.
İstanbul'da kavga
Sonunda, Almanya Dışişleri Bakanı, başka şeylerin yanı sıra, uluslararası hukukun Kuzey Suriye'nin işgaline izin vermediğini, insan hakları eylemcisi Osman Kavala'nın özgür olması gerektiğini ve hiç kimsenin Yunan adalarına dokunamayacağını dile getirmiş olacak, Çavuşoğlu da, nazikçe Yeşiller'in şu anda federal hükümette olmasının bir fark yarattığını onaylayacaktı: Merkel devrinde "Yunan propagandasına kanan bir Alman dışişleri bakanı" var olamazdı (Merkel'in "büyük koalisyon"unun Yunanistan'la adalar konusunda anlaşmazlığa düştüğünde Türkiye'ye karşı AB yaptırımlarını yavaşlattığı bir ölçüde doğruydu.)
Bir yandan, sıkıntılı noktalar göz önüne alındığında, toplantının bu şekilde sona ermesi elbette hiç kimse için tatmin edici değildi. Ama öte yandan, her iki bakandan da kimsenin iç politikada şikayet edeceği bir şey olamazdı. Baerbock, son birkaç ayki pragmatik kararlarından sonra elindeki zararsız düz metne bağlı kalarak itibarını artırdı. Çavuşoğlu da, bir kez daha partisinin kendisinden beklediği isyanları oynadı.
Sonuçta AKP krizde. Şu anda yüzde 80 gibi çılgınca bir düzeyde seyreden enflasyon kontrol altına alınamıyor. [AKP] anketlerde baş aşağı gidiyor ve gelecek yılki seçimlerde iktidarı kaybedebilir. Sınırların bir anda alev almasının belki de en önemli nedeni budur. Yunanistan'a yönelik revizyonist çıkışlar ve içeride ya da Suriye'de Kürtlere karşı askeri harekatlar, önceki seçimlerde hükümetin beklediği sonuçları hep getirmişti.
Ancak bu aynı zamanda Türkiye'nin ciddileşebileceği, sonuçları çok fazla umursamayacağı ve en azından gelecek yaz yapılacak seçimlere kadar vites küçültmeyeceği anlamına geliyor. Bu öte yandan Baerbock'un İstanbul'daki performansıyla sadece zaman kazanmış olduğu anlamına da geliyor. Türk hükümeti yeni bir çatışmanın fitilini ateşlediğinde, artık düz metne bağlı kalmak tek başına yetmez. O zaman gündemde sonuçlarla ilgili sorular olacak.
Güçlü sözler, ucu açık işaretler
Türkiye'ye silah ihracatı, Suriye'nin son işgalinden sonra [Merkel'in Başbakanlığındaki] büyük koalisyon tarafından ciddi bir biçimde sınırlandırılmıştı. Mevcut durum göz önüne alındığında, Dışişleri Bakanı bunun böyle kalacağını ima ediyor. Öte yandan, Yunanistan'dan gelen tüm itirazlara rağmen, şimdilik Ankara'yla denizaltı anlaşmasını askıya almayı gerektirecek bir gelişme yok. Türk Deniz Kuvvetleri ile ThyssenKrupp arasındaki anlaşma yıllar önce ilkesel olarak onaylanmıştı ve bugüne kadar da epeyce yol alındı.
Baerbock'un "Trafik ışığı" [koalisyonu]Yunanistan'ın beklediği şekilde Türkiye'nin Akdeniz'de kışkırtmayı sürdürmesi halinde yaptırımları devreye sokacak mı? Yeşiller'in seçim kampanyası sırasında açıkladığı gibi Bakan mülteci anlaşmasını yeniden tasarlamak istiyor mu? Baerbock'un Türkiye gezisinde bunlarda hiç söz edilmedi. Ziyaretin başındaki güçlü sözlerle ve ucu açık işaretlerle kalındı.
Selefi Sosyal Demokrat Heiko Maas (SPD), Çavuşoğlu'yla üç saatlik bir görüşme için uçmuş ve hemen Berlin'e geri dönmüştü. Baerbock, Boğaz'daki sıcak akşamdan sonra Ankara'ya uçtu. Gün boyunca öteki Türkiye'nin temsilcileriyle basına kapalı görüşmeler yaptı. Çocuklarla birlikte mülteci projesini ve Kızılay'daki gözden uzak bir binada kadın cinayetlerine karşı kampanya yürüten bir vakfın danışma merkezini ziyaret etti. Öncesinde, sabah saatlerinde muhalif siyasetçilerle konuşmuştu: Sosyal demokrat CHP ile 30 dakika, milliyetçi-muhafazakar İYİ Parti ile 30 dakika (ikisinin de kulakları kuşkusuz bakana karşı kayıtsız değildi) ve bir 30 dakika da solcu HDP'yle.
Toplantılar beş yıldızlı bir otelde kapalı kapılar ardında gerçekleşti ama Dışişleri Bakanlığı görüntü alınmasını sağladı. Her konuşmadan önce Baerbock'un personeli dışarıda bekleyen fotoğrafçıları kısa süreliğine odaya alıyordu. Belki de yakında kapatılması söz konusu olabilecek olan HDP genel başkanı Mithat Sancar, hatta otel koridorunda birkaç söz bile etme fırsatı yakaladı. Sancar'ın sözleri bir bakıma Baerbock'un gezisinin buna değdiğini ima eden bir değerlendirme niteliğindeydi: Sancar, Türk Dışişleri Bakanı'nın ortak basın toplantılarında yaygara koparmasının yeni bir şey sayılmayacağını söyledi. Ancak, bir gün önce muhatabının buna verdiği karşılık [Çavuşoğlu'nun] "neredeyse ilk kez" deneyimlediği bir şeydi.
* * *
CDU: "Baerbock'un tarzı işe yaramadı"
Sol-liberal Frankfurter Rundschau gazetesi de Baerbock'un, ilk İstanbul ziyaretinde eline "sert eldivenler" giyerek işe başladığına değindiği değerlendirmesinde "Türkiye bu kadar net bir duruşa alışık görünmüyor" dyerek Bakanın tutumuna hem övgüler hem eleştiriler olduğuna dikkat çekiyor.
Gazete, haberinde muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik partisinin (CDU) uluslararası ilişkiler uzmanı Johann Wadephul'un, Annalena Baerbock'u Türkiye'deki imajından ötürü eleştirdiğini yazıyordu. Wadephul AFP haber ajansına yaptığı açıklamada, bu tutumun "yararlı olmadığını" söylemişti. "Her şeyden önce daimi ortaklar olarak her iki ülkeye de ihtiyacımız var -ve sadece NATO'da da değil," dedi.
Wadephul, "Bu iki ülkeyi bir arada gezen herkes, üslup ve iletişimini daha en baştan ılımlılığa dayandırmalıdır" dedi. "Bu açıdan Türkiye'yi Yunanistan topraklarından alenen eleştirmek yanlıştı. Durum ne kadar doğru olursa olsun, akıllı dış politika kişisel konuşmalar dışında bundan kaçınmayı gerektirir" dedi.
Baden-Württemberg Türk Toplumu Derneği'nin Başkanı Gökay Sofuoğlu da Frankfurter Rundschau'ya verdiği demeçte "Keşke bazı meseleler kapalı kapılar ardında diplomatik olarak tartışılsaydı." dedi. Sofuoğlu'na göre Baerbock ve Çavuşoğlu, İstanbul'daki görüşmelerinde "diplomasinin dilini terk ettiler".
Ancak Sofuoğlu, Baerbock'un seleflerinden farklı bir yaklaşım benimsemesini de övdü. "Muhalefeti ilk kez ziyaret etti. Bence bu iyi. Çünkü muhalefet her zaman bir sonraki hükümeti kurabilir. Bu yüzden ilişkileri geliştirmelisiniz" dedi ve Alman dış politikasındaki paradigma değişimini memnuniyetle karşıladığını dile getirdi.
(AEK)