Süregelen çatışma, kaos, gözaltı, tutuklama ve ölümlerle dolu 'iç karartan' bir süreçten 12 Haziran milletvekili seçimlerine doğru gidiyoruz. İnsanların ve halkların özgürlük, adalet arayışları doruktayken Ortadoğu ölüm ve barut kokuyor.
Son süreçte hepinizin malumu bir gözaltı süreci yaşadım. Devam eden mahkeme ile ilgili değil de daha çok bölgemizdeki gazetecilik boyutu ile ilgili sizlerle sohbet etmek istedim.
Doğu ve Güneydoğu'nun çatışmalı ortamında gazetecilik yapan, gerginliklere, yaşanan gelişmelere, güncel olaylara; yorumlarıyla, yazılarıyla tarihe ışık tutan, not düşen insanlarız biz.
Elimizdeki fotoğraf makineleri ve kamaralarla gaz bombalarına, taşlara, kurşunlara hedef olup dayak yiyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyoruz.
Biz gazeteciler, bölgede ateşten gömlek giyen savunmasız insanlarız.
Güç dengelerinin bol olduğu "silahşorların" var olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz.
Bu kadar acı ve gözyaşına tanık olan bizler, kahroluyoruz.
Ne yazık ki Avrupa Birliği'ne üyelik sürecindeki Türkiye'de hükümet, sistem veya devlet muhalif basın da dahil muhalif olan her sesi bir şekilde susturmaya çalışıyor. İstanbul medyası (!) nedense bu konuda da yalnız burnunun dibini görüyor. Anadolu genelindeki yerel medyanın üzerindeki sansürü görmüyor.
Bir zamanların mağduru olan bazı yaygın medya kuruluşları şimdi zalimine benzemeye başladı. Bu günkü sistemin baskısı yetmiyormuş gibi kendisi de muhalif seslere ve muhalif güçlere saldırarak adeta AKP borozanlığı yapıyor.
Barış ve kardeşliğin diliyle ve ahlakıyla gazetecilik yapmanın kimin işine gelmediğini az çok tahmin edebiliyorsunuzdur...
Gazetecilik hayatım birçok hükümeti eskitti.
Hiç bir dönemde bu kadar baskı görmedim, görmedik.
Hakkari'deki gazeteci arkadaşlarımızın çoğu şuan yargı kıskacında, bir gazeteci arkadaşımız da cezaevinde.
Her birimizin onlarca davası var.
Daha geçen hafta bazı gazeteci arkadaşlarımız sırf görevlerini yaptıkları için şiddete maruz kaldılar. Arkadaşlarımız darp edildi ve ellerindeki kamera ve fotoğraf makinelerine el konulmak istendi.
Hakkari medyası ve gazetecileri hiçbir tarihte bu kadar baskı görmemişti.
Her hükümette medya üzerine baskı kurma istemi oluyor ama böylesine de pes doğrusu!
Hepimiz fiziki ve psikolojik baskı altındayız.
Sorgu, soruşturma ve ağır hakaretlerle karşı karşıyayız.
Eğer 90'lı yıllarda da gazetecilik yaşadığımız bölgede bugünkü kadar yoğun ve gelişmiş olsaydı o dönemlerdeki hiçbir faili meçhul olay karanlıkta kalmazdı diye düşünüyorum.
Geçmişte gazeteci meslektaşlarımız faili meçhul cinayetlerle susturulurken, bugün ise gözaltına alma, tutuklanma ve aldıkları onlarca yıl ceza ile yok ediliyorlar.
Gazeteciyi görevinden alı koymak, özgürlüğünü kısıtlamak da bir nevi yok etmek değil mi?
Son süreçte gazeteciler üzerinde artan baskıları görünce, aydınlığın karanlık zihniyeti ne kadar ürküttüğünü bir kez daha anlayabiliyor insan.
Gönül isterdi ki bölgede yaşanan tüm demokratik eylemler ve olaylar yaygın medyada objektif olarak yer alabilsin.
Geçmişte bölgede yaşananlar yaygın (ulusal) medyada olduğu gibi yer alsaydı sorunlar daha çabuk çözülürdü. Bugün medya bölgemizde meydana gelen eylemleri hep polis panzerlerine taş atan örgüt üyeleri olarak yansıtıyor mesela.
Taş atmanın makul olduğunu söylemek istemiyorum ama çocuğu taş atmaya sevk eden durumların ya da zihniyetlerin daha derinlemesine sorgulanması gerekmez mi?
Neden gül değil de taş?
Bir gazeteci olarak yaşanan süreçten birçok alanda ders aldım.
Mesela, kardeşlik, eşitlik kavramalarının algılanması ile bölgeden yükselen siyasi taleplerin ertelenmesi yurttaşlık duygularını zayıflatıyor.
Özgürlük, eşitlik talepleri, demokrasi istemi polisiye ve yargı kıskacıyla erteleniyor. Bu da sürece zarar veriyor.
Sistem siyasette tıkandığında sistemin "demir pençesi" devreye giriyor.
Hükümet süreci kanunlarla değil kararnamelerle idare ediyor. Doğu'da kanun, Batı'da kararname...
Bu kadar özgürlükten, eşitlikten ve kardeşlik projelerinden yana olduğunu vurgulayan AKP hükümeti neden çözüm bulamıyor?
İktidara yükselirken "özgürlükçü" söylemiyle bölge insanından rekor sayıda oy almadı mı bu hükümet?
Sürekli bölgedeki 'savunmasız' gazeteciler olarak bizler de sorunların çözümüne yönelik görüşlerimizi dile getiriyor, insanların demokratik taleplerini, hükümetlerin politikalarını kamuoyuyla paylaşmaya çalışıyoruz.
Bu ülkede var olan sorunlar konuşulduğu kadar konuşuldu, artık çözüm zamanı.
Siyasiler işi askere, polise ve yargıya havale etmekle hata yapıyor. (NÇ/EÖ)
* * *
BİR NOT: Haber verme hakkı, olayların anlatılması kadar olaylarla ilgili 'görüş', 'eleştiri', 'yorum' ve 'yaratma' haklarını da kapsar. Bu haklar genelde "düşünce açıklamak hakkı", özelde de "haber araştırma özgürlüğü" kapsamındadır. Gazeteci, halkın doğruları öğrenmesini, bilgilenmesini sağlamaya yönelik 'görev' üstlenmiştir. Onun için, 'haber verme hakkına' sahiptir. (Özek Çetin, Türk Basın Hukuku, İstanbul 1978,34)