İpek Çalışlar'ın yazdığı, Mustafa Delioğlu'nun resimlediği "Atatürk - Çocukluk ve Okul Yılları" Şubat ayında ikinci baskısını yaptı. Yapı Kredi Yayınları tarafından yayına hazılanan kitap, Mustafa'nın aile geçmişi, çocukluğu ve Harp Okulu yıllarına kadar hayatına odaklanıyor. Kitaptan tadımlık "Haksızlıklara isyan eden Mustafa" bölümü şöyle:
"Kısmet değil bu anne, haksızlık bu"
Mustafa'nın göçmen çocukları arasında arkadaşları vardı. Bu cılız ve sıska çocuklardan hayatın zorluklarını öğrenirdi.
Altı yaşındaki Nişli Yaşar'dan, cami bahçesine girdiklerinde sarıklı hocanın onları "Uğursuzlar" diye kovaladığını dinlemişti. Cami hocası, "Lanetliler" diye Yaşar'ın üzerine saldırdığı gün, Mustafa onu korumuştu.
Yaşar ona, "Yalnız hoca değil, yerli çocuklar da bizi dövüyorlar. Muhacirlere 'circir' diyorlar. Sen de muhacir misin?" diye sormuştu.
Kadınların yaşadıkları dramı çocukları da yaşamaktaydı. Askerî okuldan arkadaşı Mürteza, teyzesi Şehnaz'ın yanında kalırken sokağa atılmışlardı. Mustafa'nın yaşında sarışın bir çocuk olan Ahmedovalı Mürteza'nın babası hapisteydi.
Mustafa, Mürteza için dertlendikçe dertleniyordu.
Bir gün annesine onun başına gelenleri anlattı:
"Eniştesi teyzesini boşamış. Hem bir hiç yüzünden. Eline nikâhını vermiş. Tam dört altın. Kadını da kapı dışarı atmış. İki tane de çocuğu var kadının. Eniştesi ben bakamam bunlara demiş."
"Kısmet" demişti Zübeyde.
"Kısmet değil bu anne. Haksızlık bu. Çoluklu çocuklu bir kadın. Kim bakacak çocuklara? Tek bir adamın sözüyle her şey birden yıkılıveriyor. Yalnız biz erkekler mi haklıyız?"
Şehnaz Hanım kocası tarafından kapının önüne atıldığında, çocuklarıyla hizmetçisinin yanına taşınmıştı. Konu komşu sevaba girmek için ona yeni bir koca arıyordu.
Kısa bir süre sonra, Şehnaz'ın kendisini öldürdüğünü öğrendiler. Bahçesinde dolaşan bir delikanlı gören komşular, namuslarını kurtarmak için hükümete dilekçe üzerine dilekçe vermişlerdi. Sonunda kadın, namussuz ilan edilmiş, evi basılsın diye emir çıkınca büyük bir kalabalık evini kuşatmış, "Çık dışarı!" diye bağırdıkları an o da kendisini kuyuya atmıştı.
Bir gece de annesinin arkadaşı Gülsüm Hanım gece yarısı kapıyı çalıp yardım istemeye geldi. Ailecek bir komploya kurban gitmişlerdi. Kocası Salih'le olan nikâhı hükümsüz sayılmış ve kocasıyla ayrılmak zorunda kalmıştı. Gülsüm Hanım büyük bir sinir buhranı geçiriyordu. Zübeyde ona, mutfaktan getirdiği limonu koklattı.
"Salih eve uğrar diye kapımıza gözcü koymuşlar. Böyle bir şey olursa evimiz basılacakmış. Ve beni eve yabancı bir erkek kabul etti diye Selanik'ten süreceklermiş. Çünkü ben Salih'in nikâhlısı değilmişim artık. Ya iki çocuğumuz ne olacak? Ne olacak bunlar? Kim bakacak bunlara?"
Zübeyde kadını teselli etmeye çalıştı. Sonra da onu, ailenin düzeni yeniden kurulana kadar evinde misafir kalmaya ikna etti.
Gülsüm Hanım'ın çok kısa süren misafirliği Mustafa'nın benliğinde derin bir heyecan yaratmıştı. Dersine hazırlanırken birdenbire duruyor ve düşüncelere dalıyordu. O da Gülsüm Hanım'ın hikâyesini öğrenmiş, fırsat buldukça sözü Gülsüm Hanım'a getiriyordu.
"Ben evlenmeyeceğim anne. Bak, Gülsüm Hanım'ın başına gelenlere. Ne güzel bir kadın ve sonra ne büyük bir felaket."
"Gör bir kere kadınlar ne çekiyor. Evlenirsen karını üzme. Haksızlık etme. Niçin evlenmeyecekmişsin. Evlen, fakat ibret alarak evlen."
Çocuk yaşında, ellilik, altmışlık ihtiyarlarla evlendirilen kimsesiz kızlardan söz ederler, kahvelerdeki satılık şahitleri konuşurlardı. Bunlar çocukların yaşları büyütülsün diye bir kuruşa şahitlik ederlerdi. Mustafa, bir gün böyle bir genç kızın hikâyesini dinlerken sormuştu:
"Bir insan bir kuruş için nasıl erkekliğinden utanmadan böyle kuyruklu bir yalan söyleyebilir. Ne ayıp şey anne, ne ayıp şey."
"Elbette erkekliğe yakışmaz bu. Oluyor işte. Buna bir kulp takmışlar. Yalancı şahit, köpeklere ekmek dağıtır, günahtan kurtulurmuş."
Mustafa isyan etmişti: "Köpeğe ekmek yedirmekle hiçbir insan suçundan kurtulamaz anne. Kötü bir iş yaparsam kendimi köpeğe mi beğendirmeliyim ben? Olur mu böyle şey?"
Mustafa kadınların uğradığı haksızlıklara duyarlı bir çocuk olarak iki kız kardeşine kol kanat gererek büyüyordu. (İÇ/AÖ)