Suriye, İran, Mısır, Ürdün ve Lübnan'dan sonra yakın, sorunlu ve tarihi komşumuz Ermenistan'ın başkenti Erivan'da günde 3-4 toplantıya katıldık, onlarca insanla tanışma ve konuşma olanağımız oldu. Gezi, Ermenistan'ı biraz olsun tanımak, Ermenistan'daki muhataplarımızla ilk buluşmayı sağlamak açısından başarılı geçti.
Bu başarıda grubun doğal lideri ve mihmandarı konumundaki Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hırant Dink'in, Jamanak gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ara Koçunyan ve Erivan'da tahsil yapan İstanbullu Ermeni arkadaşlarımızın payı büyüktü.
Çünkü onlar, iki toplumu, iki dili, iki kültürü bilen arkadaşlarımızdı ve köprü görevini olağanüstü bir şekilde ifa ettiler. Üstelik Dink, bir hafta önce Erivan'a yaptığı öngezide buluşmaları ve turistik ayrıntıları da gayet iyi hazırlamıştı. Sınır kapalı ama haftada dört kez karşılıklı olan yapılan İstanbul-Erivan uçak seferleri tıklım tıklım.
Soykırım her yerde
Geziye damgasını vuran olay, boyut, konu soykırım oldu. Çünkü neredeyse istinasız tüm muhataplarımız şu ya da bu şekilde, doğrudan ya da dolaylı, kimi zaman nazik bir şekilde kimi zaman emrivakiyle, pek diplomatik olmayan bir yöntemle Türkiye'den gelen heyetin gündemine soykırım meselesini soktu.
Üniversitede olsun, Daşnak Partisi ya da çeşitli sivil toplum kuruluşlarının yöneticileriyle olsun, Eçmiadzin'de Başpatrikle ya da Soykırım Müzesinde, kısacası her yerde, her muhatabımız bizi soykırım konusunda bir tutum almaya yöneltti. Hani Ankara'ya gelen her resmi heyet, mecburen Anıtkabir'e gidip saygı duruşunda bulunur ve çelenk bırakır ya, onun gibi bir şey...
Soykırım meselesi Ermenistan'da genç yaşlı, sağcı solcu her yurttaşın kimliğinin, kişisel ve toplumsal bellek ve tarihinin önemli bir simgesi. Hatta belki de negatif bir tabu...
Biz ki, cumhur'u olmayan bir Cumhuriyet'ten geliyoruz, konu soykırım olmasa, bu atmosfere aslında öyle pek de yabancı değiliz. Ama bizim heyet, Ermeni dostlarımızın bu tutkulu soykırım davranışlarını yadırgadı, garipsedi. Oysa ki onlar ve başkaları da bizim başka konulardaki tutkulu inkarcı tutumumuzu yadırgayıp, garipsiyor. Biz ki genelde konuya ayrıntılı bir şekilde girmedik bile...
Benzetme mümkün: Herhangi bir yabancı, gazeteci ya da aydın, Türkiye'ye gelip, "Kürdistan neresi?" ya da "Siz Kürdistan'a neden özerklik vermiyorsunuz?" türünden sorular sorsa, ortalama Türk yurttaşı, aydını ve gazetecisinin vereceği yanıtı hepimiz biliyoruz. Erivan'da benzeri bir sorunun cevabını aynı şekilde duyduk hep...
Mesela, haftalık bir derginin hanım muhabiri benimle söyleşi yaparken, ben, "İşte soykırım, ya da tehcir, ya da 1915 Olayları..." diyordum ki, sözümü kesip, "Hayır hayır soykırım..." dedi. Israrla ve tekrarla. Keza Soykırım Müzesindeki tarih uzmanı müdür de mealen "Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arkamızda, Rusya arkamızda, Avrupa Birliği (AB) de bizi destekliyor. Ben de hep ayakta kalmaya gayret eden bir boksör gibi bu soykırım meselesi Ankara tarafından tanınıncaya kadar mücadele devam edeceğim" derken tutkulu tabunun, milli dogmatizmin rahatı ve güveni içindeydi.
Erivan'daki bir görüşmemizde muhatabımız bölgedeki siyasi-insani ilişkileri şöyle betimledi: "Ermeniler, Arapları sever, çünkü Soykırımdan kaçanları Arap ülkeleri iyi ağırladı. Ermenilerin İranlılar da arası iyidir. Tahran'da büyük bir Ermeni cemaati yaşar. Ermenilerin ulusal sembolü nar. Şimdi burada topluca yaşıyoruz ama nar taneleri gibi dağılmışız dünyaya. 7 milyon Ermeni diasporada yaşıyor. Los Angeles, Paris, Marsilya..."
Diaspordadaki Ermeni aydın ve dostlarımın tutumlarını biliyorum. 1983 yılında Orly katliamı ile zirveye ulaşan gerginlik döneminde Paris'te Asala'ya yakın çevrelerle temas halinde muhabirlik yaptığım günlerden kalanları hatırlıyorum. Daha öncesinde (1973-78) Marsilya ve Aix'deki Ermeni toplantılarını, Londra'daki Ermeni etkinliklerini (1984-87) ve nihayet Boston ve Watertown'daki (Sivas'ın Suşehri'nden mülhem Ermeni kasabası) Ermeni esnafın sohbetlerini anımsıyorum. 1992 ya da 1993'deki ilk Erivan ziyaretinin fotoğraf kareleri de gözümün önünde.
Ne kadar sivil ne kadar resmi
Birbirine çok benzeyenler pek kolay birbiriyle anlaşamaz. Bizde Kürt meselesi olsun, Atatürk sorunu olsun, Silahlı Kuvvetler olgusu olsun hatta Ermeni soykırımı tabuları bile eskiye oranla yumuşuyor, sulanıyor. Bu konularda 3-5 yıl önce söyleyemediklerimizi, yazamadıklarımızı şimdi daha az çekinerek söyleyip, yazabiliyoruz.
Erivan'daki tüm temaslarda galiba hepimizi rahatsız eden bir olgu var: Biz sivil insanlardık, ama giysilerimize sinmiş bir resmiyet ve devletperverlik var çoğumuzda. Gerçi geçmişte Taner Akçam, Oral Çalışlar, Gürbüz Çapan'ların Soykırım Anıtında saygı duruşunda bulundukları için neredeyse linç edilmiş olduklarını hatırlıyoruz. Bir hata yapmamaya çalışıyoruz. Ne kadar sivil olsak da (Ece Ayhan'ı çok özledik abiler!) Ermeni meselesi, soykırım hadisesi pek hassas bir konu. Gezi boyunca hiç kimseden "sözde soykırım" sözünü duymadım ama Üniversitedeki zoraki ve emrivaki saygı duruşuna kalkmamız 3 gün boyunca hep konuşuldu: Yahu ben kooperatif şehitleri için saygı duruşu sanmıştım, diye espriler bile yaptık. Bir başka katılımcı Ermeni muhataplarına "Canım bence soykırım olmuştur, ben kabul ediyorum" dedikten sonra yanındaki gazeteciye dönüp "Aman sakın yazma bunu ha!" demesi de ne tür bir kırık, yarık haleti ruhiye içinde olduğumuzu göstermesi açısından manidar.
Birkaç pürüz
Gezi boyunca beni rahatsız eden birkaç nokta daha var:
* Aslında liberal, sol ve İslamcı aydınlar kişisel düzeyde son derece olgun, hoş bir dostluk ortamı oluşturdu, oluşturuyor. Ne var ki akşam yemeklerde masa, içkiciler/Yeşilaycılar gibi bıçakla ikiye ayrılıyor.
* Grupta hem muhabirlik yapan gazeteciler var hem de derin, uzun görüşmeler yapmak isteyen akademisyenler. Dolayısıyla bu iki kesimin talep ve çıkarları kimi zaman çelişiyor.
* Türkiye medyasının geleneksel hastalıklarından biri olan "haberi önce geçmek" ve "özel haber yapıp yanındaki meslektaşı atlatmak" Erivan'da da boy gösterdi. Haber hızlı idi, özel idi belki ama doğruluğu ve içeriği tartışılırdı.
* Aslında sivil toplum kuruluşlarıyla da görüşmüş olsak, hem eski Sovyetik geleneğin devamı hem de Türkiye-Ermenistan devletleri arasındaki ilişkinin hassasiyeti nedeniyle, Doğu Konferansı tarafında olmasa da, Ermeni muhataplarımız bizlerle aslında biraz da resmi tezin ton farklı sözcüleri olarak hitap etti. Bazı görüşmelere sınırlı sayıda Doğu Konferansı heyeti mensubunun katılma zorunluluğu, görüşmelerin büyük bir çoğunluğunda da, bizim 28 kişilik heyetin karşısında en fazla 3-4 muhatabımızın bulunması önemli bir eksiklikti.
* Doğu Konferansı hoş bir girişim. Kompozisyonu da güzel. Ama galiba adından bir sorun var. Dünyaya, komşularımıza, kendimize Batılı değil yerli, buralı gözle bakmamıza bir çağrı. Ama "Doğu" kime göre doğu ki? İsimlendirirken kendimize yine kerteriz olarak Batıyı almışız. Asyalı, Arap kısacası bizim buralı kendine Doğulu demiyor ki! (Hürmetler rahmetler Edward Amca!)
* Bir de gün boyunca Ermeni heyetleriyle görüşmeler yaptık da, akşam olup yemeğe gidince, Erivan'ın çalgılı lokantalarını Nevizade'ye çevirdik. Masalarımızda, yanıbaşımızda Ermeni dostlarımız olmalıydı. Ama yoktu. Biz bize eğlendik...
* Erivan gezisi hakkında özellikle televizyonda yayınlanan 1-2 programı izledim. Sari Gelin ve Çırpınırdı Karadeniz ile Erivan gecelerindeki içkili lokanta alemleri, şarkılar ön plana çıkarılmış sanki. Eskiden de Türkiye-Yunanistan ilişkilerinden söz ederken, uzo, sirtaki, yalancı dolmades muhabbeti yapılırdı ya...
Her şeye rağmen olumlu, yararlı, başarılı bir gezi oldu: Ermenistan'ı biraz tanıdık. Kendimizi daha iyi tanıdık. Ve aslında anladık ki hepimiz Ermeniyiz! (RD/BB)