Fransa’nın başkenti Paris’te, Türkiye’de müebbet hapis cezasına çarptırılmış yazar ve gazeteci Ahmet Altan için 17 Eylül’de bir gece düzenlendi. Les Nouveaux Dissidents Derneği’nin organize ettiği etkinlikte Türkiye’de müebbet hapisle yargılanan yazar Aslı Erdoğan da katılımcı yer aldı.
Aslı Erdoğan, sabaha karşı gözaltına alınıp 4 buçuk ay hapis yattıktan sonra serbest kaldı. Erdoğan şu sıralar Avrupa’da yaşıyor. Davasının sonuçlanmasını bekleyen yazar, “hayatımın en zor dönemiydi” dediği hapishane günlerinden sonra yorgun gözüküyor. Fakat sözü eline aldığında son derece dinç ve cesur konuşuyor.
Erdoğan, Paris Belediye’sinde Le Monde gazetesinin eski Türkiye muhabiri Guillaume Perriere, Actes Sud yayın evinden editör Timour Muhidinne ve gazeteci Ayşegül Sert ile birlikte katıldığı söyleşide “Eğer toplumda olup biten şeylere gözünü yumup, sırtını dönersen ne tür bir edebiyat yapabilirsin ?” diye soruyor.
Gecede kendisi olmasa da Ahmet Altan’ın en taze kelimeleri de yer buluyor. Ayşegül Sert, Altan’dan kendisi için toplananlara bir mektup olduğunu söylüyor. Altan mektubunda bu toplantının kendisine kilometrelerce öteden umut veren büyük bir güç olduğunu söylerken "Paris’in renklerini, ışıklarını, sesini özledim. Bu toplantıdan çıkınca, bir Bistro’nun önünden geçer bir şeyler içerseniz bir bardak da benim için” diyor.
Anma gecesinin sonunda Aslı Erdoğan’a bir kaç soru sorma fırsatını da yakalıyoruz. Erdoğan bianet için sorduğum sorulara yanıt veriyor:
“Cumhuriyet bitti. Şükredelim buraya kadar dayanabildi”
Ahmet Altan’ın en son Cumhuriyet Gazetesi’nde bir yazısı yayınlandı. Bu yazı gazetenin yazarları ve okurları arasında tartışmalara yol açtı. Sonrasında Cumhuriyet Gazetesi’nin yönetimi değişti ve bazı gazetecilerin istifaları geldi. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cumhuriyet bitti. Yine iyi dayandı. Şükredelim buraya kadar dayanabildi. Ama Cumhuriyet davasında da Cumhuriyet çalışanlarının yargılanmasında da iç tartışmalar rol oynamıştı. Çok yazık ve çok büyük bir hata yapıyorlar. Eğer böyle günlerde bu kadar koyu bir baskı varken bir araya gelemiyorsak ne zaman bir araya geleceğiz.
Ahmet Altan’ın düşüncelerine karşı olabilirler. Ben de Ahmet Altan’la aynı politik çizgide değilim. Hiçbir zaman liberal olmadım. Daha soldan baktım meselelere. Bazı yazılarına çok sinirlendim. Bazı yazılarına hayran kaldım. Ama kendimle aynı düşüncede olanların haklarını savunacaksam hiç savunmayayım daha iyi. Yani düşünce özgürlüğü herkes içindir bizim gibi düşünmeyenler için de ve Ahmet Altan’a sinirlenebilirsiniz ama istediğini düşünmekte ve yazmakta özgürdür. Türkiye’yi de çok etkilemiştir kalemiyle. Ergenekon’la Erdoğan arasındaki bir pazarlığa kurban edilmesi çok büyük haksızlık.
Ayrıca Ahmet Altan olmasına da gerek yok. Herhangi bir insan hayatı keyfi müebbetle sonlandırılacak kadar değersiz değildir. Bu insana istediğimiz kadar kızalım, ister Ergenekoncu olsun ister PKK çizgisinde olsun. Herkes dünya üzerinde adil yargılanma hakkına sahip olmalıdır. Türkiye’de ortadan kalkan bu. Hiç kimse Ahmet Altan ve onunla aynı dosyada olan insanların adil yargılandığını iddia edemez. Önemli olan bu. Eğer bunu bir gazeteci dahi anlayamamışsa biz bunu diğer insanlara nasıl anlatacağız?
Hükümet muhalefeti bölmek için Kürt kozunu oynadı
Bu soruya verdiğiniz cevap başka bir soruya kapı aralıyor. Türkiye’deki muhalifler bölünmüş denebilir mi bir anlamda?
Elbette. Gezi Parkı olayı bir tür mucize gibiydi; farklı görüşten insanlar yan yana durabildiler. Tabi ufak tefek şeyler oldu bence abarttığımız kadar da pozitif değildi. Ama gene de, özellikle Gezi’nin en azından ilk üç günü herkes sokağa çıktı. Kemalisti de Kemalist olmayanı da, Kürt hareketinden de insanlar… Türkiye belki de ilk kez bu çapta bir eylemle sadece ‘hayır’ dedi. Elbette hükümet de bundan son derece korktu. Bu muhalefeti bölmek için bence akıllıca oynadı. Kürt kozunu oynadı. Çünkü en iyi bölebileceği yer Türkiye’deki milliyetçilik ve milliyetçiliği kazımanın da en kolay yolu Kürt meselesi. Barış görüşmeleri kesildi. 2015’de savaş yine parladı. Birden bire Gezi’deki CHP’li kesimle HDP’li kesim bir biriyle yan yana duramaz hale geldi.
“90’lardaki tavır geri geldi. Hatta daha vahşisi”
Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Lisesi önünde toplanması da son dönemde engellendi artık. Halbuki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Başbakan’ken onlarla görüşmüştü. Fakat bugün toplanmaları yasak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Korkunç. Çok büyük bir ayıp. İşte bu rejimin faşist yüzünü gösterdiği örneklerden biri. Çünkü Arjantin cuntası bile bunu yapmadı. Arjantin’deki cunta da Türkiye’dekine göre çok daha sertti. Bu insanlar anneler, babalar, kardeşler kayıp. Burada Türkiye Devleti suçlu. Türkiye, bunu anlayamıyor mu? Yargısız infaz ya da işkencede öldürme Türk Ceza Kanunu’nda da ağır bir suç. Türkiye sürekli olarak ağır suçlar işleyen polislerini, askerlerini, dağda, tepedeki isimlerini korumayı bir tür milliyetçilik sanıyor. Elbette benimde kedim kaybolsa, ceketim kaybolsa ararım. En doğal hakkım ve bu insanlara 30 yıldır özür dileyip, kaldıysa naaşlarını vereceklerine bir de üstüne polis salıyorlar. Bu kadar utanç verici hale düşebilir bir devlet. Başka diyecek hiçbir lafım yok. 70-80 yaşında kadınları döven polislere ne diyeyim bilemiyorum. Çok, çok utandım. Hakikaten Türkiye Devleti vatandaşı olmaktan utandım onu gördüğümde. Kendimde katıldım Cumartesi Annelerine. 1990’lardan beri yazdım da. Evet, 90’lardaki tavır geri geldi. Hatta daha da vahşisi geldi.
Başkanlık seçimini savunanlar bunun Türkiye’ye demokrasi getireceğini, Türkiye’nin daha demokratik olacağını söylediler. Şimdi artık başkanlık sistemi var. Başkan da var. Türkiye artık daha mı demokratik bir ülke oldu?
Bu benim kulaklarıma bir şaka gibi geliyor. Türkiye şu an tam bir tek parti, tek adam rejimi. Tek parti bile diyemiyoruz artık çünkü partinin bile işlevi kalmadı. Çünkü Erdoğan ve yakınındaki üç beş kişinin yönettiği bir ülke oldu. İlaç fiyatlarından sezaryena, futbol liginden opera ve baleye kadar her şeyi Erdoğan ailesi yönetiyor ve maliye, hazine gibi şeyler ellerinde… Artık ne demokrasisi yani? 1930’lar bile bundan çok daha kötü değildi diye düşünüyorum.
“Davam sonuçlanmadan Türkiye’ye dönemem”
Türkiye’ye gidip gelemiyorsunuz sanırım şu anda?
Fiilen bir cezam yok. Davam sürüyor. Tepemde bir müebbet cezası sallanıyor. Tabi ki gidemem davam sonuçlanmadan. Hala safça beraat etmeyi umuyorum ama çok ağır bir ceza da yiyebilirim. Elbette dava bitene kadar kesinlikle dönemem. Bittikten sonra ne olacağı da belli değil. Ayrıca o davadan beraat etsem bile yarın öbür gün elli tane daha davayı yıkabilirler başıma. Bak daha şimdi “Türkiye demokratik değil” dedin vesaire gibi. Diktatör demek 5 yıl. Bu cezayı veriyorlar da… Bir yazı yayınlandı istatistikleri veriyordu; Erdoğan’a hakaret davalarının yüzde 97’si kadarı ceza ile sonuçlanmış. Bir de öbür taraf var. Yani “Erdoğan bize hakaret etti” diye dava açanlar var. Soruşturmadan daha öteye gidememiş.
Türkiye’den uzak olmak, gidememek durumu ile ilgili nasıl hissediyorsunuz?
Sürgündeki ilk yazar ben değilim, sonuncu da olmayacağım. Zaten benim için Türkiye kaç kişiyse yarısı burada. Bazen Marsilya’da bir toplantıya gidiyorum ön sıra tamamen İstanbul’dan tanıyorum. Atina’da da öyle. Herkes kaçıyor. Gazeteciler, yazarlar, şarkıcılar, akademisyenler, akla kim gelirse… Hatta çok politik olmayan insanlar bile, şeriat korkusu mu demeli, polis korkusu mu demeli… Bir fırsatını bulup kapağı dışarı atıyorlar. Çok acı. Çok büyük bir beyin göçü. Pragmatik açıdan bakarsak hakikaten güç bela yetiştirdiğin, biz entelektüel olarak muhteşem de bir ülke değildik, bir şeyleri zar zor oturtuyorduk. Biraz biraz, yeni yeni demokratikleşmeye başlamıştık. Belki son 15 yılda sivil toplum yeni yeni güçleniyordu. Gezi’de belki bunun sonucuydu. Daha genç daha farklı bir kuşak geldi. Gezi’yi gençler yaptı. Biz yapmadık. Bütün bunlar küstü. Bir Kürt kuşağı geliyordu. Konservatuarı basıp enstrümanları kıran bir devletten söz ediyoruz.
“Cezaevini yazıyorum”
Hapishaneden çıktıktan sonra yazmaya ara vermiştiniz. Şu an yazıyor musunuz yoksa bu ara devam ediyor mu?
Yazmaya yeniden başladım. Ben de çok ağır bir dönemden geçtim. Art arda hastalıklar yaşadım. Postravmatik şeyler dedikleri bazı şeyler hayatımı çekilmez hale getirdi. Hastanede yattım bir dönem. Bir ameliyat geçirdim. Yani ancak kendimi toparlıyorum.
Yazdıklarınızı neyle ilgili olduğunu sorabilir miyim?
Cezaevini yazmaya çalışıyorum. Umarım yazabilirim. Bilmiyorum. Şimdiye kadar yaşadığım en büyük, en zor deneyim cezaevi ve cezaevini yazmak. (BG/HK)
Aslı Erdoğan kimdir?Öykücü, romancı, fizikçi, bilgisayar mühendisi. Özgür Gündem Yayın Danışma Kurulu Üyesi, Radikal'de başladığı köşe yazarlığına Özgür Gündem'de sürdürdü. Amerikan Robert Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği ve Fizik Bölümü'nü bitirdi. Yüksek lisansını CERN'de (Conseeil Europeen pour la Recherche Nucleaire) yaptı. Rio de Janeiro'da başladığı fizik doktorasını yarıda bırakarak yazmayı seçti. 1994'te ilk kitabı yayımlandı. TIKLAYIN - ASLI ERDOĞAN: KONUŞMAYI 22 YAŞIMDA ÖĞRENDİM VE ISRARLA YAZMAYI DENİYORUM "Tahta Kuşlar" adlı eseriyle Deutsche Welle Öykü Ödülünü (1997) aldı, kitap dokuz dile çevrildi. "Kırmızı Pelerinli Kent" romanı Gyldendal Yayınları'nın (Norveç) Marg –omirilik— serisine seçildi. Dünya Yayınları "Hayatın Sessizliğinde"yi yılın kitabı seçti (2005). Serra Yılmaz kitaptan bir bölümü Piccola Tiyatrosu'nda seslendirdi, kitap dans tiyatrosu ve baleye uyarlandı. "Mahpus" adlı öyküsü Fransa'da filme çekildi. "Mucizevi Mandarin" ile Yunus Nadi Öykü Ödülü'nde üçüncülüğe, "Taş Bina" ile 2010 Sait Faik Hikaye Armağanı'na layık görüldü. 2011'de Lillehammer Festivali'nin ana konuşmasını yaptı. Zürih Şehir Yazarı seçildi (2012). 2013'te "Ord i Grenseland Prisen—Sınırda Sözcükler Ödülü" ödülünü kazandı. Aslı Erdoğan Özgür Gündem gazetesinin Yayın Danışma Kurulu üyesi olması ve gazetede yayınlanan yazıları delil gösterilerek “örgüt üyeliği”, “örgüt propagandası” ve “halkı kışkırtmak” suçlamalarıyla 19 Ağustos 2016 günü tutuklandı. Özgür Gündem davasında yargılanan beraber yargılandığı Necmiye Alpay ve Zana Kaya ile birlikte 29 Aralık 2016 günü tahliye edildi. |