Yazar Aslı Erdoğan, JinNews’ten Günay Aksoy ve Nişmiye Güler’e verdiği söyleşide Türkiye’deki linç kültürüne ve erkek şiddetine dair düşüncelerini paylaştı.
Erdoğan’ın söyleşinin bir bölümü şöyle:
* Türkiye’de en zor ve hakikatlerin ters yüz edildiği dönemlerde düşüncelerinizden dolayı neden ya tutuklanıyor ya da hedef haline getirilerek linç ediliyorsunuz?
Benim aslında ilk linç edilişim değil. Belki hatırlarsınız ya da hatırlamazsınız 2003 yılında hakkımda yazıldığı iddia edilen bir kitap yayınlandı ve Hürriyet gazetesinin sürmanşetinden nedense haber oldu. Bir aya yakın ağır saldırılara maruz kaldım. Fakat acı tarafı bir ay bitince iş kapanmadı. Kitabın etkileri hala beni yaralamaya devam ediyor. Burada üç neden bir araya geldi. Neden ben seçildim? Kadın olduğum için ben seçildim. Orada saldırı direk kadınlığıma oldu. Edebiyat dünyasında korkunç erkek egemen nefreti çıktı. Hala şaşırıyorum. Beni destekleyeceklerine açıkça bu bir tecavüzdü. Beni destekleyeceklerine dışladı, edebiyat camiası. 10 yıl kadar bir süre hiçbir etkinliğe davet edilmedim. 10 yıl uzun bir süre. İnsan neyin neden olduğunu yerli yerine daha iyi oturtuyor. Kadınlık, yazarlık ve muhaliflik… 1998 ile 2001 yılı arasındaki yazarlık dönemim olmasaydı kitabı Hürriyet’ten girmeyeceklerdi. Birkaç faktör bir araya geldi. Hemen her zaman bütün muhalifler linç edilmez. Bütün kadınlar da linç edilmez. Linç kültürü, linç alışkanlığı ya da ne dersek diyelim bir kurban etkili olur. Bu dönemde kurban yine ben oldum.
90’lı yıllarda izleyicisiydim. Aziz Nesin’in linç edilmesi televizyonlarda yayınlandı. Ahmet Kaya’nın linç edilmesi de televizyonda yayınlandı. Bunlar daha fiziksel şiddete de varan linçlerdi. 2000’li yılların başında Orhan Pamuk ve Hrant Dink Ermeni meselesinden dolayı linçe uğradı. Bugünlerde sanırım biraz daha yaygın. İnternet ortamında herkes her nedenle, Türk bayrağının ucundan tutmadı diye biriyle bir iki gün uğraşmışlardı.
Ama ulusal linç kampanyası başka bir şey. Ahmet Kaya, Orhan Pamuk, Aziz Nesin (gerçi Aziz Nesin’i belli bir kitle savundu), Tahir Elçi ve ben… Burada ortak öge tabulara dokunmuş olmamız. Kürtçe ya da Ermeni soykırımı ya da benim anti militarizm eleştirim… Tabular o kadar da yalın hakikatler ki; Orhan Pamuk ‘Türkiye bir milyon Ermeni’nin ölümünden sorumludur’ gibi basit olgusal cümle yüzünden linç edildi.
Benim diğerlerinden farklı. Yapmadığım ve söylemediğim bir cümle yüzünden linç edildim. Benim kurduğum cümleler ve yazılan cümleler arasında ciddi farklar var. Çoğu kişi buna aldırmadı bile. Demek ki linç etmek için a yerine b desem de herhangi bir linç edilmeye ihtiyacı vardı.
‘Lincin kolayca moda olabileceği bir toplum’
*Linç edilme susturucu bir silah olarak mı kullanılıyor?
Linçin susturmaktan öte bir etkisi var. Susturmak için pek çok yöntem kullanılıyor. Tutuklamalar, davalar, işten çıkarmalar… İlk önce açlıkla terbiye ama linç daha da öteye giden bir şey, insanın sosyal ölümü demektir. Ben 2003’te öğrendim. Sosyal ölüm kavramını tam bilmiyordum ama öyleymiş. Tarihte sosyal ölüme terk edilmiş topluluklar, köleler ve Nazi döneminde Yahudiler.
Linç edilmiş olmak her türlü sosyal saygınlık olasılığını ortadan kaldırıyor. Yani bir tür öldürme biçimi aslında. Susturmadan öte öldürme, onun bütün varlığını, eserlerini silme girişimi. Bu nedenle çok ağır bir suç, tecavüz gibi, işkence gibi ağır bir insanlık suçu ve bir suçlu olmadığı için toplu halde yapılan bir girişim. Herkesin maske altında rahatça işleyebildiği bir suç. Suçun şahsiliği burada işlemiyor. Rahatlığı o veriyor. Biz bir cemaat toplumuyuz. Linçin kolayca moda olabileceği bir toplum. Linç kültürü başka bir kavramı anlatıyor aslında. Linç ile kültür sözcüğünün yan yana gelmesi ilk başta tedirginlik yaratsa da insanda, kültür olumlu çağrışımları olan bir sözcük. Linç kültürü dediğimiz bir şey var.
*Türkiye’de şu an kadının içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son on yılda erkek egemen dil ve şiddet çok yaygınlaştı. Bu da kolayca gözlemlenebilen, iktidarın söylemiyle birebir örtüşen bir olgu. Kadın cinayetleri AKP’nin bir icadı değil. Şu anki toplumsal siyasi söylem kadına yönelik şiddeti de kadın düşmanlığını da köpürtüyor. Zaten var olan bir şeyin daha da kabarmasına yol açıyor.
Bu dönemin ayırt edici özelliği de mesela milliyetçilik hep var ama son derece belden aşağı, son derece çirkin, benim örneğimde olduğu gibi. Düzey düştü diyor, insanlar. Kastedilen düzey ne olabilir? Cinsel içerikli şiddetin son derece yaygınlaşması. Bunun da AKP’nin uyguladığı öyle ya da böyle her satır aralarında, bazen daha açık, geçerli kılmaya çalıştığı, ‘Kadın evine dönsün işte olmasın’, ‘Sen yerini bil, ben yerimi bileyim’ söylemi, şiddetin artmasında bire bir sebep. Kadına ‘Sen yerini bil’ diyor yönetim. Toplum kadının yerinden çok emin değil. Kadın kendine verilen yeri çok bilmiyor. Kendine tanınan sınırları aştığı için her kadın, her birey, her toplum şiddet görüyor.
Kürtler kendilerine tanınan sınıra ‘memnunuz’ deseler, Kürtlere de herhangi bir sınır uygulanmayacak. Türkiye’de şu an kadının, kendi yerini ve konumunu sorguladığı bir dönem. Benim gençliğimde kız ve erkek arkadaşlar pek çok yerde tabuydu. Şimdi her yerde kız-erkek arkadaş olabiliyor. Erkek arkadaş, kız arkadaşı öldürdüğü anda o toplumsal ahlaklı yapı ‘ne kadar ahlaklı bir kızdı ki bak’ söylemi dillendirilir. Bu toplumsal dönüşümün hızına belki de ayak uyduramıyoruz hep birlikte. Yönetim, bu değişimi kendi ideolojisine göre çevirmek istiyor ama başarılı olamıyor, olamayacak. Bu internet çağında bu kadar açılmış bir toplum, kadını eve kapayamaz.
‘Kürt kadınlar hem feodal yapıyla hem de devletle mücadele ediyor’
Kadın itiraz ettiği anda susturuluyor, öldürülüyor. Aynı şey Kürt kadınları için de geçerli. Kürt kadınları çok ciddi bir dönüşüm geçirdiler. Hem devlet tarafından eziliyorlar hem erkekler tarafından eziliyorlar. Bu kadınlar asla eski kadın modeline geri dönmeyecekler. Dönmeyecekleri sürece de baskılar tabi ki artacak. Çok önemli bir örnek Kürt kadınların direnişi. Hem feodal bir yapıyla mücadele ediyorlar hem de devletle mücadele ediyorlar. En ağır baskıları da onlar görüyor. En büyük direnişi de onlar gösteriyor pek çok yönden.
Şu cümleyi kullanmak istiyorum; kadın nefreti. Türkiye toplumunu tanımlamak için iki kavram bul dersen, şovenizm ve kadın nefreti. Hakikaten içinde yaşadığım pek çok ülkeye kıyasla en çok gözlemlediğim, kadın nefreti. Türkiye kadınlardan nefret eden, küçümseyen, aşağılayan bir kültürel yapıyla yoğrulmuş.
TIKLAYIN - Söyleşinin tamamını okuyun
Aslı Erdoğan hakkında Öykücü, romancı, fizikçi, bilgisayar mühendisi. Özgür Gündem Yayın Danışma Kurulu Üyesi, Radikal'de başladığı köşe yazarlığına Özgür Gündem'de sürdürdü. Amerikan Robert Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği ve Fizik Bölümü'nü bitirdi. Yüksek lisansını CERN'de (Conseeil Europeen pour la Recherche Nucleaire) yaptı. Rio de Janeiro'da başladığı fizik doktorasını yarıda bırakarak yazmayı seçti. 1994'te ilk kitabı yayımlandı. TIKLAYIN - Aslı Erdoğan: Konuşmayı 22 Yaşında Öğrendim ve Israrla Yazmayı Deniyorum "Tahta Kuşlar" adlı eseriyle Deutsche Welle Öykü Ödülünü (1997) aldı, kitap dokuz dile çevrildi. "Kırmızı Pelerinli Kent" romanı Gyldendal Yayınları'nın (Norveç) Marg –omirilik— serisine seçildi. Dünya Yayınları "Hayatın Sessizliğinde"yi yılın kitabı seçti (2005). Serra Yılmaz kitaptan bir bölümü Piccola Tiyatrosu'nda seslendirdi, kitap dans tiyatrosu ve baleye uyarlandı. "Mahpus" adlı öyküsü Fransa'da filme çekildi. "Mucizevi Mandarin" ile Yunus Nadi Öykü Ödülü'nde üçüncülüğe, "Taş Bina" ile 2010 Sait Faik Hikaye Armağanı'na layık görüldü. 2011'de Lillehammer Festivali'nin ana konuşmasını yaptı. Zürih Şehir Yazarı seçildi (2012). 2013'te "Ord i Grenseland Prisen—Sınırda Sözcükler Ödülü" ödülünü kazandı. Özgür Gündem gazetesinin Yayın Danışma Kurulu üyesi olması ve gazetede yayınlanan yazıları delil gösterilerek "örgüt üyeliği", "örgüt propagandası" ve "halkı kışkırtmak" suçlamalarıyla 19 Ağustos 2016 günü tutuklandı. Özgür Gündem davasında yargılanan beraber yargılandığı Necmiye Alpay ve Zana Kaya ile birlikte 29 Aralık 2016 günü tahliye edildi. |
(EMK)