Halil Savda 2004'te vicdani reddini açıkladıktan sonra toplamda 17 ay cezaevinde yattı. Hakkında açılan üç dava halen sürüyor. Vicdani reddini ilan ettiği askeri birlikte tecrit hücresinde tutuldu, işkence gördü.
Uluslararası Af Örgütü, 2011 yılında dünya çapında hakları ihlal edilen 14 kişi için gerçekleştirilen "Haklar İçin Bir Mektup Yaz" kampanyasında, "Mektup Yazma Maratonu"nun Türkiye ayağında Halil Savda'yı seçti. Kampanya boyunca çeşitli ülkelerden aktivistler Savda ve diğer hak ihlaline maruz kalmış vakalar için mektup yazarak, ülkelerin hükümetlerine sessiz kalmadıklarını gösterdi.
Halil Savda ile Af Örgütü'nün kampanyasını ve Türkiye'nin vicdani ret gündemini konuştuk.
Uluslararası Af Örgütü bir mektup yazma maratonu başlatarak, insan hakları savunucularını seni desteklemeye çağırdı. Ne düşünüyorsun, ne hissediyorsun?
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) dünyada insan hakları ihlallerine karşı mücadele eden bir organizasyon. Af Örgütü elli yıl önce bir mektupla kuruldu ve bugün dünya çapında bir organizasyon. Aslında Af Örgütü'nün devasalığı bir mektubun nelere kadir olduğuna çok iyi örnek. Bir mektup binlerce kişinin hayatını değiştirdi. Toplumların ve devletlerin demokratikleşmesine ve insan haklarına uygun yaşamalarına vesile oldu. Amnesty bu sene de 40 farklı ülkede 40 farklı insan hakkı ihlaline karşı, o ülkelerdeki insan hakları ihlallerinin düzeltilmesi ve insan haklarına uygun düzenlemelerin yapılabilmesi için çeşitli organizasyonlar düzenliyor. Bu ülkelerden biri de Türkiye, vakalardan biri de benim uğradığım sistematik yargılama ve cezalandırılmamdır. Türkiye'de, Fransa' da ve başka ülkelerde benim durumuma dair Türk hükümetine bir yıl boyunca mektuplar gönderilecek. Eminim ki bu mektuplar Türkiye demokrasisine katkı yapacak. Türkiye de vicdani ret hakkının ve ifade hürriyetinin sağlanmasına hizmet edecektir. Bu bakımdan Amnesty Türkiye şubesinin başlattığı imza kampanyasını önemsiyor ve herkesi bu kampanyaya destek vermeye çağırıyorum.
Geçtiğimiz hafta Amnesty'nin daveti üzerine diğer ülkelerdeki insan hakları ihlaline maruz kalmış insanlarla buluşmak ve Türkiye'nin ifade özgürlüğü konusunda yaşadığı geriliği anlatmak için Fransa'ya gittim.
TCK 318 "halkı askerlikten soğutmak" suçlamasıyla defalarca yargı önüne çıkarılmam nedeniyle yaşadığım hak ihlalinin sona ermesi için Türk hükümetine mektup gönderme ve imza toplamak amacıyla başlatılan maratona katıldım. Fransa'da bir dizi görüşmeler yaptım. Fransız kamuoyunu bu konuda duyarlı kılmak ve Türkiye'nin vicdani retçilere ve vicdani retçi dostlarına karşı sergilediği baskı ve cezaları görünür kılma hususunda önemli çalışmalar yapıldı.
Bu kampanyalar belki söz konusu ülkeleri köklü bir değişime uğratamayacak, köklü bir özgürlük ortamı yaratmalarına neden olmayacak ama en azından yönetimler, iktidarlar yaptıkları ihlaller konusunda uluslararası kamuoyunun duyarlı olduğunu ve insanların bundan habersiz olmadığını görecekler.
Bu açıdan Af Örgütü'nün başlattığı maraton önemli, insan haklarını çiğneyen ülkelerin yönetimlerinin caydırılması ve baskı altında tutulması açısından gerekli ve belki de bu kampanyalar birçok insanın yaşama hakkını sağlayacak. Birçok ülkede ifade özgürlüğünün sağlanmasına hizmet edecek.
Bu tarz organizasyonların hükümetleri caydıracağını düşünüyor musun?
Hiç kuşku yok ki hizmet edecektir. Benim mesela bir sene önce halkı askerlikten soğuttuğum iddiasıyla almış olduğum beş aylık bir hapis cezası var. Af Örgütü iki yıldır bu cezanın kaldırılması için kampanyalar düzenliyor. Yine dünyadaki çeşitli pasifist grupların bu yönde çalışmaları var. En önemlisi Türkiye'de insan hakları savunucuları, anti-militaristler, TCK madde 318 "halkı askerlikten soğutmak" sucunun kaldırılması için mücadele ediyorlar. Bu mücadele ve çabaların kuşkusuz hükümet üzerinde baskısı ve etkisi var. Bundan ötürü de sanırım, cezam Yargıtay'da onanmasına rağmen beni cezaevine almıyorlar.
On binlerce insan Af Örgütü'nün kampanyasına katılarak senin için başbakana mektup yazdı. Sen bundan sonra tekrar tutuklanabileceğini düşünüyor musun?
Bilmiyorum, Türkiye'de her şey olabilir. O kadar saçma sapan şeyler oluyor ki(!) Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakoğlu, Faysal Sarıyıldız gibi milletvekili ve yazar, çizerler KCK üyesi hatta yöneticisi olduğu gerekçesiyle tutuklanıyor. Ahmet Şık, Nedim Şener gibi yazar ve gazeteciler, Ergenekon terör örgütü üyesi diye gözaltına alındı, uzun süredir cezaevinde tutuluyorlar.
Bu yüzden Türkiye'de savcıların ve mahkemelerin ne yapacağını doğrusu kestirmek mümkün değil. Pınar Selek, birçok defa beraat etmesine rağmen, tekrar hapse gönderilmek isteniyor. Selek gibi barış savunucusu birine bile böyle davranıyorlar. Hala cezaevinde olan vicdani retçiler var.
Vicdani retçi Muhammed Serdar Delice birkaç hafta önce askeri cezaevine konuldu. Birkaç gün önce İnan Süver cezaevinden çıktı ama yargılanmasına devam ediliyor. Süver barışı, vicdani ret hakkını savunduğu için, zorunlu askerliğe karşı olduğu için yargılanıyor. O yüzden Türkiye'de benim cezaevine alınmamam çok düşük bir ihtimal. Büyük ihtimalle beni yeniden cezaevine alacaklar.
Her şeye rağmen halkı askerlikten soğutma suçunu görünür kılmak, ona karşı mücadele etmek lazım. Vicdani ret hakkını savunmak, zorunlu askerliğe karşı çıkmak lazım. Bunlar tabii ki Türkiye'deki demilitarizasyon açısından önemli. Bu mücadele olmasa emin olun cezaevindeki vicdani retçilere çok daha ağır işkenceler uygulayacaklardı. Türkiye'de vicdani retçiler çok daha uzun süre askeri cezaevlerinde tutulacaklardı. Bu uluslararası dayanışma, Türkiye'deki insan hakları örgütlerinin, muhaliflerin bu konudaki duyarlılıkları sayesinde vicdani retçiler çok daha uzun süreler cezaevinde tutulamıyorlar. Retçilerin daha esnek bir süreç yaşamalarının sebebi bu mücadeledir.
Bedelli askerlik hakkında ne düşünüyorsun?
Silahlı kuvvetler için ne bir lira ne bir saniye. Ne tek kuruş vermek gerekiyor, ne de orada bir saniye askerlik yapmak gerekiyor. Çünkü sonuçta insanların bedelli için verdiği paralar sağlık harcamalarına, şehirlerin altyapısına, doğanın korunmasına gitmiyor; silaha, iktidarın kurumlaşmasına gidiyor. Dolayısıyla ben bir vicdani retçi olarak böyle bir yola başvurmam. Böyle bir yola başvurulmasını da önermem.
Ama her şeye rağmen, askerlikten muzdarip olan, zorunlu askerlik nedeniyle ciddi travmalar yaşayan insanlar var. Hayatları, aileleri yaşamları alt üst olan insanlar var. Belki parası olan ve uzun yıllardır askerlik yapmak istemediği için mağdur olan bazı insanların mağduriyetinin giderilmesine de hizmet edebilir. Bu açıdan da kötü bir düzenleme değil. Parası olan insanların askerlik yapmamak gibi bir seçeneklerinin olması güzel bir şey. Keşke parası olmayanlara da böyle bir olanak tanınsa.
Keşke yirmi yaşından itibaren herkes için sürekli böyle bir düzenleme olsa. Yıllardır asker kaçağı olan insanlar tanıyorum, mağdur durumda olan insanlar var. Böyle bir olanağın sunulması da iyi bir şey.
"Hükümetin haktan anladığı vicdani ret cezası"
Bedelli askerlikle beraber vicdani reddin de yasalaşacağı konuşuldu. Ardından yalanlandı ve en sonunda Milli Savunma Bakanı askerlik yapmak istemeyenlerin bir defaya mahsus hapis cezasına çarptırılacağını açıkladı.
Hükümet her konuda söz söylüyor. Dersim konusunda özür dilendi, önemli bir şeydi. Ama başbakan sadece özür diledi bu özre dair hiç bir şey yapmadı. Dersim'den sürülen insanlar uzun yıllardır mağdur durumdalar.
Bu insanlara ilişkin hükümetin bir çalışması var mı? Yok.
O dönemin arşivler açıklandı mı? Hayır.
Dersimin kayıp kızlar konusunda adım atıldı mı? Hayır.
O dönemin yöneticilerine dair, hükümetin veya mahkemelerin bir çalışması da yok. Hala Mustafa Kemal en büyük kahraman olarak görülüyor. Oysa Dersim Soykırımı'nın kararını bizzat Mustafa Kemal verdi. Dolayısıyla Türkiye bir özürle bu sorunla yüzleşemez.
AKP'nin her konuda söz söyleyip icraat yapmama gibi bir politikası var.
Başbakan silahlı kuvvetler için "peygamber ocağı" diyor. Orayı kutsal bir mekan olarak görüyor. Bu yüzden vicdani ret gibi bir düzenlemeye mümkün olmayan bir iş gözüyle bakıyor. Hemen ardından milli savunma bakanı da, vicdani ret cezası getireceğiz diyor. Yani aslında hükümetin haktan vicdani ret düzenlemesinden kastı vicdani ret cezası.
Bu çözüm değil, hala insanlar retçi oldukları için mağdur. Vicdani retçilerin seyahat özgürlüğü ve sağlık güvencesi yok. Dolayısıyla Türkiye'de retçi oldukları için mağdur olan insanlar var.
Sadece onlar değil, retçilerle dayanışma içinde olan, vicdani ret hakkını savunan aktivist, insan hakları savunucuları da halkı askerlikten soğuttukları iddiasıyla mahkeme karşısına çıkarılıyorlar hapis cezası ile cezalandırılıyorlar.
Vicdani ret hakkını savunduğum, vicdani retçilerin uğradığı insan hakları ihlallerini protesto ettiğim, zorunlu askerliğe karşı çıktığım için TCK madde 318 "halkı askerlikten soğutma" suçlaması ile süren üç tane davam, kesinleşmiş bir tane cezam var.
Dolayısıyla gerçekten bir vicdani ret düzenlemesi yapılacaksa, vicdani retçilerin ve insan hakları savunucularının hakim karşısına çıkarılmasından ve cezalandırılmalarından vazgeçilmeli.
"Mahalle baskısı yaşanmaz"
Vicdani ret yasalaşıp devlet tarafından kabul edilirse, bunun kamuoyundaki yansıması nasıl olacak sence ?Retçiler bir de mahalle baskısı altında ezilmeye çalışılacak mı ?
'Türkiye'de En saygın kurum ordu' deniyor. İktidara yakın araştırma kurumları, gazeteler sürekli bunu söylüyor. Yine deniyor ki 'Toplum yüksek bir saygıyla orduya bağlı, insanlar isteyerek, severek askerlik yapıyorlar. Hatta devletlerini o kadar çok seviyorlar ki devletleri için çatışıyor, savaşıyor, şehit düşüyorlar. Ve şehit düşen erlerin aileleri de bu vatan sevgisiyle, çocuklarının vatan uğruna ölmesine çok seviniyorlar, bundan çok mutlular.' Bize böyle anlatılıyor.
Bu büyük bir yalan. Böyle bir şey yok. Böyle bir ülkede bir milyon asker kaçağından söz ediliyor. Bunu da ben değil, bir önceki savunma bakanı Vecdi Gönül DTP'li milletvekillerinin meclisteki bir soru önergesi üzerine söyledi.
Bu kadar vatanını ordusunu seven bir toplumda bir milyon asker kaçağı var(!) Bu açıkça şunu gösteriyor ki devlet ve onun medyası toplumu yanıltıyor. Aslında bu yanıltmayla devlet 'Askerliği sevin, askerken ölseniz de vatan için ölüyorsunuz' demek istiyor. Devlet ailelere de 'Çocuklarınız askere gitsin, orda ölsün, öldükleri zaman büyük bir vatan hizmeti yapmış olacaklar' diyor.
Vicdani ret Türkiye'de yasallaştığında, demokratik bir hak olarak tanındığında, retçilere toplumda mahalle baskısı yaşanmayacaktır. Küçük bazı bölgelerde böyle vakalar yaşanabilir ama tersi de mümkün. Bazı bölgelerde de askere gidenlere mahalle baskısı yaşanabilir.
Türkiye'de bugün Avrupa'dakine benzer sivil kamu hizmeti gibi bir uygulama başlarsa, Türkiye'nin demokrasisi ve demilitarizasyonu açısından önemli bir adım atılmış olur. Bunu destekliyorum. Ancak Türkiye'de sivil kamu hizmetinin var olması, zorunlu askerliğin kamu hizmeti olarak görülmesi ve bunun tümden kalkmaması durumunda total retçilerin sıkıntısı ortadan kalkmayacak.
Bugün vicdani retçi olanların çoğu total retçi. Bu insanlar mağdur olmaya devam edecek. Bunun çözümü zorunlu askerliğin sona erdirilmesi ve zorunlu kamu hizmeti uygulamasından vazgeçilmesidir. Ama total reddin tanınması da tek başına Türkiye'de köklü ve kalıcı barışa hizmet edemeyecektir. Zorunlu askerlik uygulaması kalkarsa hükümet profesyonel orduya geçecek ve Türkiye'de militarizasyon baki kalacaktır. Bu nedenle savaş karşıtlarının ve anti-militaristlerin mücadelesi sürecektir.
Militarizasyonu yok etmenin yolu nedir?
Sadece Türkiye'de değil, dünyanın birçok yerinde bu sorun var. Şiddet toplumda bir çözüm aracı olarak görüldüğü sürece militarizasyondan kurtulmak pek mümkün değil.
Türkiye'deki retçiler ile Avrupa'daki retçiler arasında ne fark var? Avrupa'daki vicdani retçilerin içerisinde total retçiler olmadığı için mi kamu hizmeti ile yetiniyorlar?
Avrupa'da zorunlu askerlik uygulamasının olduğu dönemde hem total retçiler hem de vicdani retçilere vardı.
Avrupa'da vicdani retçilik geliştiğinde dini nedenlerle insanlar askerlik yapmak istemiyorlardı. Birinci Dünya Savaşı'nda daha politik bir duruma büründü. Sosyalistler ve anarşistlerin de vicdani retçi olmasıyla, Avrupa'daki vicdani ret daha örgütlü topluluklar tarafından geliştirilmeye başlandı.
Vicdani ret onların politik duruşlarının Birinci Dünya Savaşı'na karşı tutumlarının ifadesi oluyordu. İşin önemli bir yanı da vicdani reddin Avrupa'da sadece zorunlu askerlik karşıtlığı olarak varolmasıdır. Bundan ötürü de zorunlu askerlik uygulaması ortadan kalktığında vicdani ret mücadelesi de bitti. Talep zorunlu askerlik uygulamasının kaldırılmasıyla karşılanmış oldu.
Türkiye'de vicdani reddin ortaya çıkması çok yeni. İnsanlar vicdani ret açıklarken, örgütlü yapılardan gelerek bu mücadeleye başlamadılar. Vicdani ret açıklamaları daha kişiseldi. Bunların çoğu da pasifist insanlardı. Şiddeti muhalif olmanın aracı olarak da görmediler zaten. Daha çok demilitarizasyonu ve şiddetsizliği savundular. Yani ordunun köklü olarak kaldırılmasını talep etiller.
Açıklamalarında sadece orduya karşı çıkmadılar, tahakkümcü ilişkilere de toplumdaki iktidar kültürüne de karşı çıktılar ve bunun giderilmesi için çaba harcadılar. Vicdani reddi aslında köklü bir dünya görüşünün ifade edilmesi olarak gördüler. Türkiye'de pasifistlerin kendilerini ifade etmesinin yolu, ilk dışavurumu vicdani ret açıklamalarıdır. Bu açıdan Avrupa'yla farklılıklar arz ediyor.
Türkiye de kadınlar için zorunlu askerlik uygulaması yok. Dünya da kadınların zorunlu askerlik uygulaması zorunluluğuna tabi olmadan zorunlu askerliğe karşı çıkan kadınlar yok. Bunun ilki Türkiye'dedir. Bunun nedeni Türkiye'deki vicdani retçilerin retlerindeki fikri arka plandır. Bu arka plan, pasifist, iktidar karşıtı, özgürlükçü, feminist ve şiddet karşıtıdır.
2005'te aldığın cezayı AİHM'e taşımıştın, oradan bir şey çıkmadı mı henüz?
Yine vicdani retçi olmam nedeniyle askeri cezaevinde 17 ay kaldım. Buna ilişkin Türkiye aleyhine AİHM'de 2005 yılından bu yana açmış olduğum dava devam ediyor. Yakın bir tarihte bu dava konusunda bir gelişme bekliyorum. Yine avukatım Kadriye Doğru Kasım 2010'da aldığım beş aylık ceza nedeniyle Türkiye hükümeti aleyhine AİHM'e başvuruda bulundu. Ancak başvuru yeni olduğu için henüz bir gelişme yok.
Mülteci TV Haber Merkezi