Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) giderek otoriterleşen iktidarını, iktidarın askerle olan ilişkilerindeki değişimi, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un internet andıçı kapsamında yürütülen soruşturmada tutuklanarak cezaevine gönderilmesini ve 12 Eylül ile hesaplaşma sürecini Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) eski başkanı Yavuz Önen ile konuştuk.
Önen, gelinen noktayı tarif ederken Alparslan Türkeş'in 12 Eylül döneminde cezaevindeyken söylediği "Düşüncelerimiz iktidarda biz hapisteyiz" sözüne atıfta bulunarak, bugün askerlerin hapiste olduğunu ancak düşüncelerinin sivil görünümlü iktidar yoluyla yönetimde olduğunu ifade ediyor.
"Kriz zamanı gündem oluşturuyorlar"
* İlk kez bir Genelkurmay Başkanı'nın sivil mahkeme tarafından tutuklanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP, 10 yıldır gerçek anlamda bir yüzleşme ve hesaplaşma süreci başlatmış değil. Bu süreci, kendi programına uygun olarak kamuoyunu etki altında tutacak olaylara dönüştürme çabasında. En kritik zamanlarda kozlarını kullanarak gündem oluşturmaya başlıyorlar.
Elbette askeri otoriteyle, rejimin sivilleşmesiyle uğraşmak demokrasinin gereğidir. Ama askerlere yönelik bu süreç genel olarak Türkiye'yi demokratikleştirememiştir. Askerlere yönelik uygulamalar demokratikleşme sürecinin işareti olamamıştır. Çünkü siyasi çıkara endeksli programlı bir süreç yaşıyoruz.
Başbuğ'un tutuklanmasını Uludere olayının hemen arkasına getirilmesini de bu programın bir uygulaması olarak değerlendiriyorum.
* Başbuğ'un tutuklanması sizce hukuki değil siyasi bir adım yani...
Kesinlikle. Bu sadece Genelkurmay ile sınırlı değil. 12 Eylül'le hesaplaşma meselesi de benzer şekilde kullanıldı. Darbelere karşı en güzel yanıt, gerçek bir demokratikleşme sürecinin başlamasıyla olur.
Elbette suçların kişiselliği vardır; bunu hafife almıyorum. İlker Başbuğ niye tutuklandı da demiyorum. Evren hadisesi de böyledir. İktidar ne zaman zaafa düşse bu kozlarını teker teker gündeme getiriyor.
* Yani kriz anlarında ağzımıza bir parmak bal mı çalınıyor?
Evet. Oyalıyorlar bizi. Öte yandan hukuki olarak bakacak olursak bambaşka bir yargı rejimiyle karşı karşıyayız. Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk şöyle demişti: "Şu andaki yargı, suçun niteliğine değil, kişinin niteliğine bakıyor. Bu aslında Nazi döneminde Almanya'da uygulanan hukuk rejimidir."
"Yasama- yürütme-yargı iradesi tümüyle tekleşti"
* AKP, statükocu devlet anlayışının, 12 Eylül düzeninin karşısında yer aldığını ifade etti ve buna karşı mücadele edeceğini söyledi. Ancak bugün baktığımızda Milli Güvenlik Kurulu'ndan (MGK) Yüksek Öğrenim Kurulu'na (YÖK) 12 Eylül yapılarını sahiplenmiş durumda. AKP devletleşiyor mu?
2005'e kadar Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerin geliştirilmesi süreci AKP'ye bazı avantajlar sağladı. O döneme kadar demokratikleşme paketleriyle durumu idare ettiler.
Aslında 2001 sonuna kadar daha önceki koalisyon hükümetinin AB'ye yönelik daha radikal temelleri attığını ve esas meselelere dokunduğunu belirtmek lazım.
AKP 2005'e kadar hiçbir kurumsal adım atmamıştır. Bir tek İnsan Hakları Danışma Kurulu'nu biraz genişletmiştir. Sonunda onu da kapatmıştır. Demokratikleşmede de böyle. Temel hak ve özgürlükler konusunda hazırlamış olduğu hiçbir program yok.
* Giderek artan otoriter yönetim anlayışını nasıl değerlendirebiliriz?
Son seçimler ve referandumun verdiği güçle AKP gerçek niyetini artık pervasızca açığa çıkardı. Hiçbir denetim istemiyor. AKP ve lideri Erdoğan son derece çarpık ve yanlış bir milli irade yorumu yapıyor. Otoriter, hegemonyacı bir yorum yapıyor.
Demokrasiyi oy çoğunluğuyla özdeşleştirip milli iradeyi en fazla oyu alanın her şeyi yapabileceği anlayışıyla yorumlayıp otoriter bir rejim kurdu.
Hükümetlerin en büyük sıkıntısı denetim sıkıntısıdır. Yani sivil toplumdan ve kamu kurumu niteliğindeki meslek odalarından gelen eleştiriler ve yargı yolunu kullanma meselesidir. Bundan çok rahatsızlardı. Çünkü attıkları adım yanlışsa, eğer kamu zararı varsa meslek odaları ve sivil toplum yargıya gidebiliyordu. Bundan rahatsız oldular ve yeni kurulan bakanlıklarla bu sivil denetim imkanlarını ortadan kaldırdılar.
* Nasıl kaldırdılar?
Mesela kentleşme süreci Türkiye'de siyasetin kaynağını oluşturuyor. Kentsel rant Türkiye siyasetini besleyen en büyük ekonomik kaynaktır.
Kentsel dönüşüm projeleri üstünden sağlanan rantı denetleyecek hiçbir kurum kalmadı. Bütün denetim mekanizmaları ortadan kaldırıldı. Çevre etki değerlendirme (ÇED) raporları veren kurumlar kaldırıldı. Meslek uzmanlarından oluşan denetleme kurumları kaldırıldı. Yargı yolu zorlaştırıldı. Şimdi de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile meslek odalarının görevleri bir genel müdürlük bünyesinde yeniden düzenlendi.
Hükümetin ve iktidarın nasıl bir demokrasi anlayışına sahip olduğunu anlatan çok çarpıcı bir örnektir. Demokrasinin katılımcı, şeffaf sürecini saf dışı bırakıyor. Artık kuvvetler ayrılığını tartışmıyoruz. Çünkü tek kuvvete indirgenmiş bir irade var. 200-250 yıllık klasik demokrasi dengesini anlatan yasama- yürütme-yargı iradesi tümüyle tekleşti.
"Geçmişle hesaplaşmanın yolu Uludere'den geçiyor"
* Askerler siyasi konularda konuştuğu zaman AKP bunun karşısında yer alırdı. Şimdi Genelkurmay, basın toplantısı yoluyla değil ama röportaj vererek siyasetle ilgili görüşlerini açıklıyor. Gelinen bu noktayı nasıl değerlendirebiliriz?
Şu an aslında askerle iktidar arasında tam bir ittifak var. Genelkurmay Başkanı'nın şahsında bugün sergilenmekte olan askeri erk ve konum alma, AKP hükümetinin politikalarıyla çelişen çatışan bir konumlanma değil.
* Yani AKP açısından askerin sivil siyaset hakkında konuşması değil, kendisine karşı siyaset yürütmesi sakıncalı...
Evet. Şimdi Genelkurmay başkanı konuşuyor ve sanki bir muhalif sesmiş gibi de konuşmuş oluyor. Bu hükümetlerin işine gelen ittifakı gizleyen bir tarzdır.
Şu an Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) iktidarın hegemonya alanının tamamen içinde.
Ben silahlı kuvvetleri herhangi bir sivil toplum örgütü gibi algılayamadığım için onların toplumsal konularda açıkça beyanda bulunması bana göre yanlıştır. Elinde silah olan örgütün konuşmasıyla silahsız sivil toplum örgütünün konuşması arasında dengesizlik oluşur.
* Uludere katliamı sonrası başbakanın özür dilenmeyeceğini açıklaması ve 35 kişinin ölümünün ardından Genelkurmay'ı destekleyen açıklamalarını nasıl yorumluyorsunuz?
Tamamen kamuoyunu oyalayan, gerçekleri örtbas eden bir süreç. Darbelerin soruşturulması ve sorgulanması gerektiğini ancak gerçek anlamda soruşturma yürütülmediğini konuştuk.
Uludere eğer çözülürse, Uludere'nin sorumluları hakkında gerçek anlamda yargılama süreci başlatılır ve sorumlular ortaya çıkartılırsa geçmişle hesaplaşmanın yolunu açmış oluruz.
Derin devletle hesaplaşma darbelerle hesaplaşmadır aynı zamanda ama Susurluk karanlıkta kalıyorsa, faili meçhuller, katliamlar karanlıkta kalıyorsa siz kimseyle hesaplaşamazsınız.
Kenan Evren'i 90 yaşında getirip hapse atmak değildir hesaplaşma. Uludere bir sınavdır. Eğer Uludere sınavı geçilirse geçmişle hesaplaşma yolu açılır. (EKN)