Dört misli fiyata satılan kırmızı güller ile neyi, neden kutladığımızı bilmeden geçiştirebilmek mümkün olsaydı; aşk ile ilgili her şeyi doğanın bir parçası, hormonlarımızın yarattığı karmaşık bir durum olarak görmek mutlu etseydi bizleri, elbette bunca çabaya gerek kalmazdı.
Toplumdaki erkek egemenliğinin, aşkın başlangıçtaki büyülü güzelliğini sonrasında kadınlar ve erkekler için nasıl cehenneme çevirebildiği başlı başına bir tartışma konusu.
Aşk adına kesilen faturalar
Erkekler de zarar görebiliyor elbette, ama gözden saklanamayacak bir gerçek var ki, o da kadınların aşk ve kıskançlık cinayetlerinin yegane kurbanı olduğu.
Ev içi şiddet ile ilgili yapılan istatistikler sevgililerin, aşk evliliklerinin kadınlar açısından ne gibi tehlikeler barındırdığını açıkça gözler önüne seriyor.
Aşkın meyveleri olan çocukların kocayla birlikte yedirilip, giydirilmesi ve bilumum maddi, manevi bakım hizmetlerinin yerine getirilmesi de kadınların yapmakla yükümlü olduğu görevler arasında. Ne de olsa erkekler aşkın öznesi, kadınlar ise ancak nesnesi.
Aşk adına kesilen en büyük faturayı kadınlar ödese de, kendisinin seçtiği bir erkek ile aşk evliliği yapmak, dünyada kadınların büyük çoğunluğu için büyük bir lüks.
Elbette ki aşk, bu kısacık yazıya sığdırılamayacak kadar derin ve kapsamlı bir konu. Dolayısıyla ben bu yazıda aşk ilişkisini daha sınırlı bir bakış açısından ele almaya çalışacağım.
Yokluğu bir dert; varlığı yara
Ekonomik bağımsızlığını kazanmış ve bir kadın olarak bunun önemini kavramış; sevgilisiyle eşitler arası bir aşk ilişkisi yaşamaya çalışan, biz kentli kadınların aşk ilişkilerine değinmeye çalışacağım.
Bir arkadaşım aşk ile ilgili olarak "insan aşık olunca her şeyi yapabileceğini düşünüyor, aşk böyle bir hissiyat veriyor" demişti. Bir başkası da "Yokluğu bir dert, varlığı yara" şeklinde özetledi içinde bulunduğu durumu.
Aşık olduğumuzda gerçekten de büyük bir coşku, yaşama tutkuyla sarılma, kendimize çeki düzen verme, yüzünde güller açması, bedeninin çiçeklenmesi gibi haller hasıl oluyor insanda.
Bu büyülü hava içerisinde biraz kendini körleştirme durumu da mevcut elbette, yoksa nasıl aşık olunur değil mi?
Peki daha sonra ne oluyor da kendimizi yorucu, yıpratıcı bir keşmekeşin, ya da boğucu olmaya başlayan bir tek düzeliğin içinde buluyoruz?
Aşık olununca arkadaşların pabucu dama atılır
Kimimiz durgunluktan uyuşmaya, körelmeye başlıyor. Kimimiz hırçınlaşarak yıpranıyor ve yıpratıyor. Hatta kendine ya da karşı tarafa zarar verebilecek noktaya gelebiliyor.
Süreç nasıl ilerliyor diye biraz hafızalarımızı kurcalayalım:
Bir kere aşık olunduktan çok kısa bir süre sonra arkadaşların pabucu dama atılır. İki yabancının birbirini tanıma isteği ve hevesi arkadaşlarınız tarafından genellikle anlayışla karşılanır.
Elbette ki dokunur dostlarımıza bu haller. Ama biraz da bunun doğal olduğu gerekçesiyle avuturlar kendilerini. Yeter ki, siz mutlu olun yeni sevgilinizle...
Bir, iki, üç derken aradan aylar geçse dahi bu durum baki kalır. Daha önceleri arkadaşlarla ya da yalnız geçirilmesinden keyif alınan boş zamanların büyük bölümü artık, sevgiliye ayrılır. İşten, güçten ve trafikten arta kalan zamanın kısıtlılığı düşünülürse, hemen hemen tüm boş zamanlar sevgiliye aktarılır.
Elbette ki başlangıçta biraz kendini daha iyi anlatabilmek, biraz da karşı taraf üzerinde hoş izlenimler bırakmak için sevilen şeylerden seçkin bir liste oluşturulur. Ve çiçeği burnunda sevgiliyle birlikte teker teker üzerinden geçilir.
Elmanın diğer yarısı!
Bir süre sonra, siz nasıl olduğunu anlamadan her şeyi birlikte yapar hale gelivermişsinizdir. Onun listesi biter, sizin listeniz biter ama, bu durum baki kalır. İlişki yeterince uzun sürmüşse yalnız yapmaktan hoşlandığınız, onsuz olmaktan keyif aldığınız zamanları unutmanız hatta hiç keşfedememiş olmanız da söz konusu olabilir.
Bu durum yavaş yavaş "tek" olma halinin kendisini biraz da gönüllüğe dayanarak "çift" olma durumuna bıraktığı andır. Yalnızlık bir elmanın öteki yarısıyla giderilir, eksiklik duygusu yerini "tam" olma haline bırakır.
Gönüllülüğe dayanırmış gibi görünen bu durumun, bir süre sonra iki kişilik bir yalnızlığı geliştirmesi kaçınılmaz elbette. İki kişiden ibaret hale gelen dünyanızda gerek onun, gerekse sizin birbirinizden daha yakın olduğunuz tek bir Allah'ın kulu kalmaz çevrenizde.
Aşklarımızın içinde boğuluyoruz
İki kişilik bir dünya, üzerinde yaşayanların canının istediği gibi davranabilecekleri bir yer olamaz zaten. Çünkü açılan yalnızlık deliklerini doldurmak için, sevgililerin insan üstü bir çaba harcaması gerekir.
Zordur elbette aynı anda arkadaşların, eski ve olası yeni sevgililerin, kişisel hobilerin yerini tutabilmek; ve daha da zahmetlisi karşı tarafın varoluş yükünü omuzlayabilmek. Böylelikle herkes karşısındaki için yapmakla yükümlü olduğu bir dizi görevin altına da imza atmış olur bilinçsizce.
Bana kalırsa böyle boğuluyoruz kendi aşklarımızın içinde. Ayrılıklara bir de erkeklerin "ya benimsin, ya toprağın (modern denilen toplumlarda bu deyiş "ya benimsin, ya da yoksun" olarak çevrilebilir)" takıntısı eklenince; tüm yaşamınızı oluşturan birini tamamen silmek, ya da onun istediği şekilde eskisi gibi ilişkiye devam etmek zorunluluğu arasında seçim yapmak durumda kalırsınız.
Üremeye imkan veren heteroseksüel aşk
Erkeklerin çoğu sahip olma saplantıları yüzünden, boğularak yaşamayı, farklı bir ilişki formuna yeğ tutabiliyor. Ne de olsa acil durumlarda camı kırmak için kullanabilecekleri, çapkınlık gibi bir alet var ellerinde.
Ataerkil kapitalizmin en küçük üretim ve sosyalleşme birimi olan ailenin içine doğuyoruz daha en baştan. Sadece ve yalnızca birbirlerini seven, belki bir zamanlar aşık olmuş olan, bir kadın ve bir erkeğin çocuğu olarak. Üremeye imkan veren, heteroseksüel bir aşkın meyvesi.
Onlar kavga etseler de hep birlikte uyurlar. Tartışsalar da sonunda barışırlar. Siz doğmadan önce birliktedirler, sonra da birlikte olacaktırlar. Her yere birlikte giderler, birbirlerinden daha yakın dostları yoktur onların. Belki birkaç akraba, hepsi bu.
Eksiklik ve yalnız kalma duygusu
Böylesine iç içe geçmiş iki kişinin yanında olmak, zaten doğuştan bir eksiklik duygusu, "eşsiz olma", "yalnız kalma" korkusu tomurcuklarını filizlendirir içimizde. Bu eksiklik korkusu ancak bir eş bulup, onlar gibi çift olduğunuzda giderilebilir.
Çekirdek aileyi model almamızı sağlayan diğer faktörleri de atlamamak gerekir. Mutlu sonun ancak "... ve sonsuza dek mutlu yaşadılar" cümlesiyle geldiği kitaplar, filmler ve masalları da ekleyelim. Masallarda kız ile oğlan, birlikte olmalarının önündeki kendilerinden kaynaklanmayan engelleri bir kez kaldırdılar mı, başka hiçbir sorun yaşamazlar.
Sonuçta yaşadığımız aşk ilişkilerinin üç aşağı, beş yukarı ailedeki anne baba arasındaki ilişkiye benzeme eğilimi taşıması, belki de günün birinde tıpatıp aynısı olması kaçınılmaz.
Aşklarımız, ana-babalarımızın aşkları gibi
Fazla indirgemeci bulabilirsiniz ama içinde doğup büyüdüğümüz toplumsal yapı, köklü değişimlerle sarsılmadıkça -ki biz buna devrim diyoruz- bireyler olarak bizlerin de bambaşka ilişkiler yaşayabilmemiz mümkün olmuyor. Ucundan kıyısından andırıyor aşklarımız, anne babamızın aşklarını.
Bizleri mutlu edecek, özgür ve eşitlikçi bir aşk ilişkisi arayışını sürdürmeye devam ediyoruz, edeceğiz elbette. Kolay değil, cesaret istiyor bunu yapabilmek, keza pek çok erkek aile benzeri ilişkileri mumla aratacak, sözde özgürlükçü aşk modelleri içerisinde kadınları sömürebilmeyi başarıyor.(EK/AD)