Oyuncu Asiye Dinçsoy’u yalnızca dizi setlerinde ya da televizyon ekranlarında değil, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde sokakta, dayanışmanın ve mücadelenin içinde görmek de mümkün.
Sinema seyircisinin kalbinde Toz Bezi filmindeki “Nesrin” karakteriyle özel bir yer edinen Dinçsoy, son olarak Kızıl Goncalar’daki performansıyla da dikkatleri üzerine çekti.
Oyunculuğu yalnızca bir meslek olarak değil, dünyayla kurduğu politik ve vicdani ilişkinin bir parçası olarak gören Dinçsoy, “Sanatın dönüştürücü gücünü hissettiğimde her şey yerine oturdu” derken hem sahnedeki hem de hayatın içindeki duruşunu da özetliyor.
Dinçsoy, “Ödüller değil, iyi bir insan olmayı sürdürebilmek asıl mesele,” diyor.
Mersin’de düzenlenen 2. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali kapsamında bir araya geldiğimiz Asiye Dinçsoy ile oyunculuk serüvenini, sinemanın ve sanatın dönüştürücü etkisini, kadın dayanışmasını ve kendisini dönüştüren rolleri konuştuk.
Festival için buradasınız. Nasıl geçti festival, siz nasıl buldunuz?
Uçan Süpürge Film Festivali ile çok daha yıllar öncesine dayanan bir tanışıklığa sahibim. Ankara ayağını daha iyi biliyorum ama burada olmak da çok güzel. Kadın Gazeteciler Derneği ve aynı zamanda Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle gerçekleşen bu etkinliğin içinde olmak çok keyifli.
Sektörden belli insanların geldiği, konuşmaların yapıldığı, kadınların kendi sorunlarını konuştuğu, anlattığı ve aynı zamanda bunu sinema ile bağlantılandırdığı bir festivalde olmak kesinlikle çok doyurucu, öğretici bir süreç.
Daha da çoğalması gereken, aslında her şehirde yapılması gereken bir etkinlik. Çünkü sanat, insanlara ulaşmanın en kolay yolu bana göre, çok daha insani ve duygusal ve bu yüzden de etkileyici. Buradaki panellerin, konuşmaların, söyleşilerin buradaki insanlarla şehir dışından ve sektörden gelen bizlerin deneyimlerini birbirine aktarmada etkin bir rol oynadığını gördüm. Bu deneyim aktarımı ise zaman zaman kendi çevremize gömülen bizleri bir dayanışmanın içinde hissettirip nefes aldırıyor. Yalnız olmadığımızı hisettirmesi açısından hepimize iyi gelen bir şey.
“Sanatın dönüştürücü gücünü öğrendiğimde her şey yerine oturdu”
Sizi daha çok dizilerden tanıyorlar. Biraz en başa gidelim isterim. Siz nasıl bulaştınız bu işlere?
Aslında daha çok bağımsız sinema tarafım bilindi. Genelde üretimlerim orada oldu. Ama daha çok kitleye ulaştığı için çoğunlukla dizi işin içine girince oradan tanıyorlar. Şu anda hem sinemada hem televizyonda, zaman zaman da tiyatroda yer alıyorum.
Bu süreç “ben yetenekliyim, oyuncu olayım” diye başlamadı. Çünkü kimse yetenekliyim diye işe başlamaz. Sanata olan tutkunuz, isteğiniz sizi o yöne doğru çekiyor ama o yaşlarda bunun tam adını koyamıyorsunuz. Olgunlaşma çağlarında dünyayla ilişkim her zaman politik bir zemindeydi. Sistemi olduğu gibi kabul etmeyen bir çocuktum.
Sonrasında sanatın dönüştürücü gücünü öğrendiğimde ve hissettiğimde her şey yerine oturdu diyebilirim. Oyunculukla da başlamadım aslında. Çocukken resme ilgim vardı. Ortaokul öğretmenim ailemle konuşup “bu çocuğu resim konusunda eğitelim” demişti ama taşrada olmak, imkansızlıklarla büyümek demek. O alan desteklenmedi ve ben daha “normal” alanlara yönlendirildim. Lisede sayısal bölüm okuduğum için herkes benden öğretmenlik, mühendislik, doktorluk gibi bir meslek beklerken ben hiçbir şey olmamaya karar verdim. Gerçekten bir şey olmak istemedim. Sanırım çok şey olmak istediğimden... Sonra arayış sürecinde tiyatronun; müzikten, danstan, edebiyattan beslendiğini farkettim. Dans ve müzik için geç kalmış hissetsem de edebiyatla aram iyiydi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın küçük bir kursuyla başladım Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde... İlk hocalarımdan; Mazlum Kiper beni konservatuvar sınavlarına hazırladı ve ardından Yeditepe Üniversitesi’nde Tiyatro bölümünü kazandım. Orayı bitirdikten sonra yolculuğum başladı diyebilirim. Bilgi Üniversitesi Sinema Bölümü’nde ise hâlâ öğrenciyim. (gülüyor)

“Bahoz”, “Press", “Toz Bezi”
Bugünden baktığımızda çok farklı karakterlerde izledik sizi. Sizi dönüştüren, sizde iz bırakan bir rol oldu mu?
Oyunculuk dünyasında rolden çıkamamak diye bir şey vardır. Ama ben daha çok toplumsal gerçekçi filmlerde oynamaktan kaynaklı “entelektüel” bir etkilenme yaşadım. Bende kalan izler bu yönlere dair. Sanat ve hayat yolculuğumda bana çok şey katan nüveler oldu.
“Bahoz”, “Press", “Toz Bezi” gibi filmlerle ben de o dünyaları görmeye, fark etmeye başladım. Üzerine düşünmediğim meseleler üzerine bilgi sahibi oldum. Aslında karakterler yaratırken fark ettim ki; etnik meseleler, sınıf meselesi, kadının emeği üzerine okumalar beni de oluşturan yönler oldu.Ben o karakterleri yaratırken onlar da beni belirlemiş.
Bir televizyon işi olmasına rağmen “Kızıl Goncalar” ile bambaşka dünyalara bakabildim.
Bazı rollerden daha zor kopuyorsunuz, bazılarıysa profesyonel olarak bitiyor. Ama hepsi insanı dönüştürüyor. Bir kitap okuyup bakış açın dünyan değişirken ruhuna da büründüğünüz bir karakter yaratırken değişmemeniz mümkün değil.
Başa dönersek; çok farklı karakterlermiş evet ve hepsi çok büyük izler bırakmış bende.
Bu sezon sizi sahnede görebilecek miyiz?
Şu anda Berkun Oya’nın yönetmenliğinde Paribu Art’ta devam eden “35 Mayıs”’ın gösterileri var ama bu klasik anlamda sahnede olmak değil. VR teknolojisiyle çekilmiş bir gösterim. Tiyatro salonlarında izleniyor ama tarif etmesi zor, deneyimlenmesi gereken bir şey.
Onun dışında şu an sahne planım yok .Ama ileride kesinlikle düşünüyorum, istiyorum. Öylesine bir şey olsun da istemiyorum. Bilmiyorum bu ne olur? Sahne bambaşka bir deneyim, seyirciyle kurulan ilişki çok özel ve özgürleştirici bir alan.

#MeToo, Susma Bitsin
“Sakıncalı" dizisi çok kısa sürdü. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Beni de heyecanlandıran,kadın karakterlerin kahramanlaştığı bir hikayeydi. Reyting nedeniyle kaldırıldı.
İzleyicilerin izleme alışkanlıklarına uymadı sanırım. Çok televizyon sektörüne hakim olduğumu söyleyemem .Ama izleyici alışkanlıkları değişkenlik gösterebiliyor. Bir kısım aradığını platformlarda buluyor. Çok büyük emek var ve üzücü... Bir sette onlarca kişi çalışıyor ve biz güzel bir ekiptik Sakıncalı ekibi olarak. Ama işte bazı işlerin ömrü kısa olabiliyor.
Setlerde kadın olmanın zorluklarını duyuyoruz. Siz neler yaşadınız?
Sektörün dinamikleri hiyerarşik ve eril olarak kurulmuş. Her alanında hissedilen bir mekanizma bu. Zaten hangi sektörde ve nerede bu böyle değil ki...
Sinema ve tiyatro gibi alanlarda bunun daha seyreltilmişinin yaşanması beklenir. Ama oralarda da durum çok farklı değil. Görece bu konular üzerine daha iyi olabileceğini düşündüğümüz kişilerin eril tahakkümlerini ,buna karşı durulduğunda ise manüplasyonlara maruz kaldığımı bilirim.
Senaryosal anlamda ise kadın karakterlerin çok iyi yazılamadığı ya da özne olmaktan çok erkek karakterlerin yanından yöresinden geçtiği aşikar. Kadın karakterlerin bu şekilde yazılması da sadece dizi değil sinema ve tiyatronun da yüzlerce yıllık sorunu aslında. Antik Yunan’dan Shakespeare’e ordan günümüze bir kadın aktör hep hazırlanıyor ama bir türlü karakteri yaratılamıyor. (gülüyor)
Kadın meselesine dair yapılan filmlere baktığınızda orası da sorunlu. Toplumdaki feminist söylemlerin gelişmesi niceliksel olarak kadın meselesini dert edinen projelerin önünün açsa da nitelik hala sorunlu. Ben bu konuda şanslıydım ki çok iyi çizilmiş kadın karakterleri oynama şansını yakaladım.
Bu güzel yanlarda biri de kadın dayanışması diyebilir miyiz?
Kesinlikle. Kadın meselesi üzerine düşünmüş makyöz, kameraman, set asistanı, yönetmen ile çalışmak düşünmemiş insanlarla çalışmaktan çok farklı ve konforlu. Dünyada #MeToo, bizde Susma Bitsin gibi hareketler sektörü çok etkiledi. Sektörü bu meseleler üzerinden diken üstünde tutan, herkesin istediği gibi davranamayacağını vurgulayan ifşalar oldu. Ve neyi neden yaşadığımızı daha net görmemizi, manüplasyonların farkında olmamızı sağladı. Yalnız olmadığımızı, birlikte olmanın gücünü göstermesi, sessizliğimizi kırması açısından çok önemli kazanımlar bunlar.
Sizin kariyerinizde ve Türkiye sinemasında Toz Bezi, bir dönüm noktası oldu mu?
Evet, bu doğru. Filmin, toplumsal cinsiyet, sınıf meselesi ve etnik mesele gibi meseleleri hikayesinde barındırmasıyla çok katmanlı bir yapısı vardı ve bu durum daha geniş bir kesime hitap etti. Kesişimsellikle açıklanan katmanlı yapısı sayesinde; akademik bir çok çalışmaya konu oldu. Filmde çok yoğun bir kadın emeği vardı ve bu nedenle de benim için çok özel bir yerde duruyor.
İyi bir insan olmak
“Şu rolü oynamak isterdim” dediğiniz bir karakter var mı?
Galiba en güzel rol henüz yazılmadı. (gülüyoruz)
Her sınıftan, her psikolojik durumdan kadını oynamak istiyorum. Umarım çok daha çeşitli kadın hikâyeleri yazılmaya devam eder. Spesifik olarak şunu oynamak istiyorum gibi bir şey değil. Sinemada özellikle tür filmlerini seviyorum. Ama ülkemizde tür sinemasından bahsetmek çok mümkün değil. Hâlâ toplumsal gerçekçi boyuttayız. Makul olmayan, uçlarda yaşayan kadın karakteri oynamak isterim. Bu tarz karakterleri ise televizyon ve hatta sinemada bulamayacağımdan tiyatro çok daha özgür bir alan gibi görünüyor hâlâ...
Rolleri neye göre seçiyorsunuz?
En önemli ayağı senaryo. Derdi var mı? Bu dert benim de ilgilendiğim bir alan mı? Dert edindiği meseleyi araştırmış mı? Karakteri sevdim mi? İçinde kendimi hissedemediğim bir şeyi oynamak istemem. Karakterin kurduğu cümlelerin tutarlılığına sessizlikleri ve suskunlukları ile de bir şey anlatıyor mu bunlara bakıyorum.
Elbette yönetmenin aktarımı, senaryoya yaklaşımı, kimlerin oynadığı, görüntü yönetmeni de etken.
Son olarak, genelde söyleşi yaptığım herkese soruyorum, yanıt vermek zorunda değilsiniz. Size de sormak istiyorum: Hayat mottom diyebileceğiniz bir kavram var mı?
Benim hayat mottom, çocukluğumdan beri —özellikle de son dönemde daha da pekişerek— iyi bir insan olmak. Yaşadığım deneyimlerden çıkardığım en önemli ders bu oldu. Bir yerlere gelmiş olmak, ödüller almak, başarılar kazanmak güzel elbette ama iyi insan olmayı sürdürebilmek gerçekten çok çaba gerektiriyor. Ve bu çaba bence artık politik.
Kendini eğitebilmek bu anlamda, günümüz ilişkileri içinde bunu koruyabilmek zor ama çok önemli. Bu noktada durmayı ve bu değeri kaybetmemeyi çok önemsiyorum. Ne kadar iyi bir insan olduğumu bilmiyorum ama olmaya çabam var. (gülüyor)
(EMK/TY)







