Gazeteci-yazar Ali Deniz Uslu’nun üçüncü kitabı Asfalt Yengeci raflardaki yerini aldı. Uslu’nun son şiirlerinde yoğun bir İstanbul kokusu yayılıyor etrafa. Bunun yanı sıra öldürülen çocuklar, şiddet gören insanların hikayeleri de çarpıyor insanın yüzüne.
“Müfredat dışıyım” diyen Uslu, Asfalt Yengeci’nin kendi dünyasının bir yansıması olduğunu not düşüyor. Son dönemlerde yazmayı bırakan yazarlar olduğunu hatırlatıldığında ise tepki gösteriyor: Yazarın yazmayı bırakmasının ya da bunu söylemesinin anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Tepki için yazmayı bırakmak, muhalefet için yazmayı bırakmak çocukluk.” Söz Uslu’da…
Son kitabınız Asfalt Yengeci en sonunda kanlı canlı elimizde. Omuzundan nasıl bir yük kalktı kitap bittikten sonra?
Ağız dolusu bir küfür ettikten sonra nasıl rahatlarsa insan, öyle rahatladım. Sakinleştim, dinginleştim, sırtımdaki büyük kamburdan kurtuldum, doğruldum. Yeniden yüklenmeye başladım bile. Bu dönenceyi her birimizi farklı şekillerde ve süreçlerde yaşıyoruz. Zaten yazmak marazlı bir iş, ne onla ne onsuz yaşamak mümkün. Dediğim gibi Asfalt Yengeci benden çıktıktan sonra yine zehir biriktirmeye başladım, birkaç yıl sonra onu da atacağım bedenimden, ruhumdan…
Biriktirdiğiniz dertleri bu kitapla anlattığını düşünüyor musunuz?
Neyi ne kadar anlatabiliyorum bilemiyorum, neresinden tutsam bir yanı eksik kalıyor. Yine de yükümü azalttım, sırtımdaki beni yavaşlatıyordu. Bu kitaptan sonra en azından bir süre hafiflemiş gibi hissedeceğim.
Birçok insan yazmayı bırakıyor. Artık yazmanın, çizmenin bir faydası olmadığı düşüncesinde. Ne düşünüyorsunuz bu konuda? Sizin de bırakmayı düşündüğün anlar oldu mu?
Yazarın yazmayı bırakmasının ya da bunu söylemesinin anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Yazmak, yazarı bırakabilir belki. Yazarın böyle bir tercih şansı, en azından benim için yok.
İşin fayda ilişkisine gelince; yazmak eylemi yazarı ilgilendirir. Zaten talep için çalışıyorsanız çoktan edebiyat pazarının cehenneminde odun olmuşsunuzdur. Tepki için yazmayı bırakmak, muhalefet için yazmayı bırakmak çocukluk. Bir gün yazmayı bırakıp pilatese başladığımı söylersem bana küfür etmekte serbestsiniz.
Asfalt Yengeci’nin ilk bölümünün üç sözcüğü “Geldik, yaşlandık, gittik.” O gitmenin ardından nasıl hatırlanmak istersiniz?
Arkamdan edilecek küfür de, iltifat da bir benim için. İkisine de eyvallah… Ama bir beklentim de yok, beklenti ile beslenen biri olamadım çünkü. Geldik, yaşanıyoruz ve gidiyoruz. Yine de bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ!
“Şairler yanılır” diyorsunuz kitapta. Sizin en çok yanıldığınız durumlar hangileriydi?
Hayat doğrulardan ibaret olsaydı şairlere söyleyecek çok fazla söz kalmazdı. Biz güvenmekle yanıldık, inanmakla belki de… Güneşin doğacağını bilmemize rağmen, sürekli karanlıkta umutlandık. Yapabileceklerimizi başkalarından beklemek de en büyük yanılgılarımızın başında geliyor.
İlk yazdığınız Girdap Balıkçısı’yla bu kitap arasındaki fark ne? Yapıtlarınız arasındaki süreci nasıl tarif edersiniz?
Girdap Balıkçısı, Karganın Duyduğu ve Asfalt Yengeci… Hepsinin mayası ortak. Süreç değil de, ülkenin ve hayatın koşullarının bende bıraktığı tortudan ibaret her şey. Bazen yoğun ve kirli, bazen sığ, bazen de umut kırıntılarıyla dolu. Bu üç kitap metinsel yolculuğumdaki farklı duraklar. Birinin ötekinden eksiği fazlası yok. Asfalt Yengeci’nin tek farkı şiire selam duran, ama onda da fazla bekleme yapmadan devam bir yolda olması…
Asfalt Yengeci’ni yazarken nasıl bir dünyaya soktunuz kendinizi?
Asfalt Yengeci’nin dünyası dünyamızın, şimdinin bir yansıması. Bana çarpanlar, benden sekenler ve saplananlar bu kitabın temelini oluşturdu. Metinlerdeki kurgunun temelinde yaşadıklarım yatıyor. Onlara biraz da kendi ruh dünyamı, hayallerimi ve beklentilerimi kattım. Zaten her kitap kendi dünyasını yaratır. İçinde olmasını istemediklerini kusar, dışlar. Metinler toplanırken kitabın ruhu gereği dışarıda kalan, kendine yer bulamayan şeyler de oldu. Tabii tüm bunlar yalnızca benim eleğimden kağıda döküldü. İşte o yüzden de bu kitapta, diğerlerinde de olduğu gibi gemi de kaptan da benim. Hatta yüzdüğüm deniz de bile payım büyük!
Serbest nazımla ilgili “kolaya kaçış” yorumu yapılıyor. Ne dersiniz?
Memlekette her şeye üniforma giydirme sevdası var. Kalıplar, tanımlar, sıfatlar… İnsanları şekillendiren ve bir örnekleştiren davranış biçimleri pek bir kabul görüyor, gördürülüyor. Yazmayı bırakın okuduğunu anlamayanlar çoğunlukta… O yüzden bir yere konmak, sınıflandırılmak beni ilgilendirmiyor. Neyi, niye yazdığımı biliyor olmak beni tatmin ediyor.
Şiirlerinizde kent teması baskın. Bilhassa İstanbul. Bu şehir için şiir yazılacak şeyler azalmıyor mu sizce? Kentin değişimini nasıl yorumluyorsunuz?
İstanbul her seferinde küllerinden doğuyor. Günahıyla sevabıyla bu şehir hınca hınç, dolu dolu yaşıyor. Neresinden tutsak eksik tarafı bize gülümsüyor. Eksik tarafına yüklensek fazlası bize küfür ediyor. Metinlerimin omurgasında da bu yüzden bu şehrin tekinsiz karanlıkları, loş caddeleri, kalabalık ama yalnız meydanları var.
Bir de öldürülen çocuklar var tabii… Dünyanın en kahredici hali. Şiirlerinizde de buna isyan ediyorsunuz…
Yazdıklarıma şiir demekten özellikle kaçınıyorum, “neden?” dersen, bunlar televizyonlarda güzel seslendirmelerle okunsun diye yazılmadı, belediye etkinliklerinde paylaşılsın diye düzenlenmedi, güncellenmedi. Müfredat sınırlarının dışındayım. O yüzden elbette öldürülen çocuklar, şiddet gören, ezilen insanların hikayeleri duyguları, öfkeleri olacak bu metinlerde… Çünkü ben de onlardan biriyim… (SM/YY)