Dışişleri bakanı, Condi Rice'tan, ünlü emperyalist Mr. Feith'e kadar herkes şikayetçi Türkiye'deki Amerikan karşıtlığından...
Radikal'in 25 Şubatlı sayısında İsmet Berkan, Pentagon danışmanı, Amerika'da Harvard, İsrail'de Hebrew Üniversitelerinde öğretim üyesi James Rubin'in "Yeşil Sermaye" yazısını dikkate getirdi.
James Rubin bu yazısında, Türkiye'deki ekonomik düzelmeyi başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkelerinden gelen 6 milyar dolarlık bir kara para girdisine bağlıyor. Rubin'e göre bu, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) yumuşak yöntemlerle radikal islama yönelmesi için kısa dönemli iktisadi rahatlamalar ve halka yönelik popülist politikalar takip etmesine yarıyor.
Daha önce ise, Fehmi Koru'dan, Melih Pekdemir'e, Zülfü Livaneli'den, Nuray Mert'e kadar pek çok yazar, Türkiye'deki Amerikan karşıtlığına ateş püsküren Robert Pollock'un, Wall Street Journal'da çıkan yazısını gündeme getirip, buna cevap vermişlerdi.
Koru, Livaneli, Mert, Pakdemir
Örneğin, Fehmi Koru, Bob Pollock okur düşüncesiyle Yeni Şafak'ta İngilizce yayınlamış yazısını ve gazetecilik etiğini ön plana çıkarmış. Pollock'un Ankara'ya yaptığı kısa süreli ziyaret ertesinde bu kadar "acılı" bir yazı yazabilmiş olmasının ancak Amerikan elçiliğinin katkısıyla olabileceğine dikkat çekerek, gazeteci ruhuna aykırı hareket ettiğini söylemiş. "Bizler delirmiş olabiliriz ama ya ABD'nin Ortadoğu politikaları insanı delirtecek türdense" diye bir soru da eklemiş yazısına.
Melih Pekdemir ise, Birgün'de çıkan yazısında, Pollock'ın sert üslubun ABD'nin Türkiye'ye yönelik politikalarında bir değişiklik işareti olduğunu söylüyor.
Tıpkı 1983'te olduğu gibi bu değişiklikleri yapacak olan güçlerin harekete geçtiğini ve bunların istediklerine ulaşmak için örneğin bir askeri darbe yaptırabileceklerini ima etmiş.
Radikal'in köşe yazarı Nuray Mert, Amerika'nın izlediği saldırgan siyasetin, gelişen karşıtlıkların nedeni olduğunu belirledikten sonra, Amerika'nın izlediği bu saldırgan politikaları "neden sevecekmişiz" diye sormuş.
Mert'e göre Türkiye bulunduğu bölgede en demokratik ülke olduğu için herkes her istediğini yazabilir ve Amerika'nın dayattığı bazı anti-demokratik sıkıntıları da aşabilir.
Zülfü Livaneli Vatan'da çıkan yazısında, Amerika'nın Ortadoğu'da yeni bir politika uygulamaya başlamayı düşündüğünü, Türkiye'nin de bu politikalarda daha aktif rol almasını istediğini bu yüzden Türkiye'de gelişen anti-Amerikanizm konusunda hassas olduğunu yazmış.
Gazete okurları da Condeleeza Rice, Pollock ve Feith'e interaktif cevap yetiştiriyorlar...
Sulandırılmış anti-emperyalizm
Aslında ABD'nin emperyalist politikalarına karşı popüler siyasi kültürümüzün ne kadar mesafeli olduğunu herhalde en iyi Amerikalılar biliyordur. Bu bağlamda 1960'ların sonunda yurtseverlik fikirleri etrafında gelişen ilerici hareketlerin anti-emperyalizmi, örneğin Amerikan büyükelçisinin arabasının ODTÜ'de yakılması hafızalarda hala canlı olması lazım.
Ayrıca, 1970'lerin anti-emperyalist söyleminin yığınlar arasında ne kadar çabuk destek bulduğunu da Amerikalılar biliyordur. Başta, Lenin'in de takdir ettiği gibi, Kemalist kültür olmak üzere anti-emperyalizmin Türkiye'de köklü bir geleneğe sahip olduğu açık.
ABD bugüne kadar Türkiye'deki bu emperyalizm karşıtlığı ile gizli açık mücadele edebiliyordu. Entelijensiyanın yürüttüğü son polemikler aslında anti-emperyalizm fikrinin anti-Amerikancılık etrafında ne kadar sulandırılmış olduğunu ortaya çıkıyor.
Küreselleşme ile post-modernizm de anti-emperyalizmin sulandırılmasına katkı yapıyor. Acaba bu sulandırılmış Amerikan karşıtlığından ABD'nin canı neden bu kadar çok sıkıldı?
Acaba Türkiye'de bu ham anti-Amerikancılıktan ötede, Amerika'dan bağımsız olarak, ülkenin geleneksel stratejik politikalarını başka yöne doğru çeviren bir takım gelişmeler mi var?
Nükleer silah yarışı
Tam Türkiye'deki yazarlar arasında "Amerikayı sevenler" ile "Amerikayı sevmeyenler" arasında hararetli bir tartışma yaşandığını izlerken, The Observer'ın 20 Şubat 2005 günkü nüshasında, New York'tan Paul Harris ve Londra'dan Jason Burke isimli iki önemli gazetecinin birlikte kaleme aldıkları "Flirting with Armageddon: welcome to a new arms race" (Armageddon ile Flört: Yeni Silah Yarışına Hoşgeldiniz) başlıklı bir makale yayınlandı.
Bu makale de ortaya konan bilgiler ABD'nin Türkiye'deki gelişmelerden neden rahatsız olmuş olabileceğine farklı bir boyut getiriyor.
The Observer'daki makale dünyanın yeni bir silahlanma yarışı ile karşı karşıya olduğunu ileri sürdükten sonra günümüzde nükleer savaş tehdidinin Soğuk Savaş döneminde olduğundan daha fazla tehdit oluşturduğunu iddia ediyor.
Kuzey Kore'nin nükleer silahlara sahip olduğunu açıklamasıyla dünya nükleer kulübüne yeni katılımlar olduğu belirtiliyor. Harris ve Burke'e göre, K. Kore nükleer silaha sahip olduğunu söylemekle şimdilik ABD tarafından bir askeri saldırıya maruz kalmayı önlemiş durumunda. Amerika tarafından bir rejim değişikliğine zorlanan İran'ın da nükleer kulübe katılacaklar arasında olduğuna değiniliyor.
Makale, siyasi rejimleri Batı'ya dostane bakmayan İran ve K. Kore'nin sahip oldukları nükleer silah üretimi hakkındaki bilgileri başka ülkelere satabilecek olmalarının yarattığı korkuya da dikkat çekiyor.
Amerikan başkanı George W. Bush'a göre, "kötülük eksenine" ait olarak gördüğü İran ve Kore nükleer silah üretme bilgisini birtakım terörist militanlara ve başka "kötü" devletlere bazı "kanıbozuk" bilim adamları aracılığıyla satabilirlermiş. Bu tür bilim adamlarına da örnek olarak Pakistan'ın nükleer programının başındaki Abdülkadir Han gösteriliyor.
Bilindiği gibi Abdülkadir Han, nükleer programın başında geçirdiği 15 yıllık kariyeri süresince, Kuzey Kore, Libya ve muhtemelen İran'a nükleer silah üretimi konusunda bilgi satarak bazı off-shore hesaplarını kullanmak suretiyle kendisine 400 milyon dolar civarında fayda sağlamıştı. Bu skandal birkaç sene önce ortaya çıkmıştı.
Türkiye'yle ilgili iddialar
Bundan sonraki iddia bizim için çok önemli!
Makalede Abdülkadir Han'ın operasyonunun başbakan Tayyip Erdoğan'ın 1-5 Mart 2005 tarihleri arasında ziyaret edeceği Güney Afrika'dan, Fas'a, Fas'tan Singapur'a kadar pek çok ülkeyi kapsadığı iddia ediliyor.
Harris ve Burke'e göre, Malezya ve Türkiye'deki fabrikalar nükleer silah üretiminde kullanılan santrifüjlerin bazı parçalarını, İtalyan fabrikaları da bazı fırınları üretmişler. Ayrıca Alman firmalar da vakum pompaları sağlamışlar.
Yazarlar, CIA'nın bu bağlantılar ağına sızdığını iddia etmesine rağmen, Abdülkadir Han'ın Kuzey Kore'yi pek çok kez ziyaret ettiğini, onlarla -bazı parçaları Türkiye'de üretilen- Pakistan'ın santrifüj teknolojisini K. Kore'nin geliştirdiği roket bilgisiyle değiş tokuş yaptığını, İran'a uranyum zenginleştirme tekniklerini verdiğini, Libya'ya da bomba planlarını ilettiğini söylüyor. Yani CIA bu ilişkileri kontrol edememiştir demeye getiriyorlar.
Observer'da çıkan bu yazı üzerine bütünlüklü bir Türkiye analizi geliştirmek elbet mümkün değil. Ayrıca, Türkiye'nin ürettiği söylenen santrifüj parçalarının nükleer silah üretiminde ne işe yaradığını, bu parçaların ticari ve teknik önemini bilecek kadar silah teknolojisi üzerine bilgi donanımına sahip değiliz.
Bu tür konuları Milli Güvenlik Kurulu (MGK), örneğin 25 Şubat toplantısında "savunma sanayiimizde ulaşılan düzeyin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin modernizasyon gereksinimlerini karşılama durumu ile yeterli bir ulusal savunma sanayiinin geliştirilmesine yönelik önlemler üzerindeki kapsamlı değerlendirme"ler (Hürriyet, 25 Şubat 2005) yaparken gündeme alıyordur.
Biz burada sadece, ABD'de bazı kilit yazarların, Türkiye'deki kamuoyunun ABD'ye karşı hoşnutsuzluğunu gündeme getirip tartıştığı bir dönemde, Türkiye'nin ABD'den bağımsız olarak politika üretme eksenine sürüldüğünü ima edebilecek bu tür çok ciddi bir konuda açık açık adının anılmasının, bu süfli tartışmanın geri planıyla, maddi koşullarıyla ilgisi olup olamayacağına bakmak istedik.
ABD'den bağımsız politikalar?
Türkiye'de, anti-Amerikancılık etrafında sulandırılmış emperyalizm karşıtlığından, ABD gibi bayrağı dünyada en çok yakılan bir ülkenin çok fazla huzursuz olacağı inandırıcı gelmiyor.
ABD'nin bu tür tepkilere karşı takındığı tutuma bir örnek olarak, İran'daki Humeyni rejimi tarafından en şiddetli eleştirilere ve Amerikan aleyhtarı gösterilere muhattap kalmışken takındığı tavrı gösterebiliriz. Bu dönemde ABD'nin, Yarbay Oliver North aracılığı ile İran'a silah satarak, desteklediği hatırlardadır.
Türkiye'nin santrifüj parçalarını ürettiği iddia edilen proje bir hayli eski olmalı. Şayet böyle bir durum varsa bunun Tayyip Erdoğan hükümetinden çok önce yapılmış olması lazım. Ama, akla başka binbir soru geliyor...
Türkiye'de yaygın olan, Türkiye'nin ABD'den bağımsız stratejik siyasetler üretemeyeceği görüşü yanlış mı çıkıyor?
Daha yakın zamanlarda, döviz kazanırız falan diyerek, acaba Türkiye nükleer silah teknolojisi geliştirme konusunda Pakistan ve adı geçen diğer ülkelerle birlikte yeni bir projeye mi başladı ya da bazı eski projeleri canlandırmaya mı kalkıştı? Türkiye'de santırfüj parçaları üreten firmalar hangileriydi? Bunlar uyguladıkları üretim tekniklerini ne derecede geliştirdi? Kimlerle iş yapıyorlar? En son Aselsan'ın holdingleşmesi gayretinin ardında bu firmaların kontrol edilmesi baskısı bulunuyor mu? Hükümet bu konulardan haberdar mı? Yoksa hükümet bazı ticari girişimleri ve devlet kurumları arasındaki eşgüdümü kontrol edemez durumda mı?
Malum ABD'yi en çok kızdıracak olan kendisinden habersiz nükleer silah gibi konularda bağımsız politikalar çizerek, hareket edilmesi. Yoksa diğer türden anti-emperyalist karşıtlıklara alışıktır! Büyük devlet olarak tepki göstermesi daha ince ve derinden olur!
Daha açık ve net söyleyelim. ABD'nin Türkiye'de gelişen anti-Amerikancılıktan duyduğu hoşnutsuzluğun sadece hükümetin Irak'a asker göndermemesi veya "tezkere" konusu ile açıklanması çok sığ kalıyor.
Ayrıca, ABD'nin hoşnutsuzluğuna yol açan şeyin hükümetin Müslüman olması ya da giderek milli görüşe daha fazla prim vermesi olamaz. Hoşnutsuzluk ile bu hoşnutsuzluğa gerekçe yapılan oluşum arasında bir oransızlık var.
Bir yanda ABD'nin her istediğini yapan bir AKP hükümeti var. Öte yandan, son dönemde Türkiye'de arttığı söylenen Amerikan karşıtlığının temelinde, Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin ABD'den bağımsız hareket etmeye başlamasının yattığı düşünülüyor. Türkiye'nin ABD güdümünde sömürge bir ülke olduğunu düşünenler arasında Amerika'dan bağımsız hareket edemeyeceği, ABD'nin sözünün dışına çıkamayacağı kanısı yaygın.
Acaba hükümet birtakım kişileri ve ilişkileri kontrol edemeyerek uluslararası alanda güvenilirliğini mi yitirdi yoksa bu top yekun bir dış politika değişikliğinin işareti mi?
ABD'nin basın aracılığıyla alenen Türkiye uyarılarının henüz su üstüne çıkmamış nedenleri olmalı. Hükümetin ABD'den bağımsız olarak The Observer'ın bahsettiği türden bazı ilişkiler içine girmiş olması bu hoşnutsuzluğun asıl nedeni olabilir mi diye bir soru aklımıza takılıyor.
Çünkü içinde yaşadığımız dönem bu tür bağımsız politikaların kendilerini alternatif olarak daha inandırıcı olarak sunabildikleri bir dönem. Emperyalizmin içinde bulunduğu konjonktürü iyice değerlendirmeden yapılan anti-Amerikancı tepkiler ise hep havada kalmaya mahkum oluyor. (SA/EÜ)