Bu süreçte, enflasyonun kontrol altına alındığı gibi bir görüntü yaratılmış ve başarılı, parlak bir ekonominin hikayesi oluşturulmaya başlanmıştır.
"İstikrar" içinde olduğu söylenen bütün ekonomilerde olduğu gibi Arjantin'de de sanal büyümeye uygun olarak harcamalarda muazzam bir artış yaşanmış ve ülkenin dış borç stoğu sürdürülemez büyüklüklere ulaşmıştır.
Dört yıl öncesinde de derin bir ekonomik durgunluğa giren Arjantin'de, Hükümet bir kez daha Uluslar arası Para Fonu'na (IMF) başvurmuş ve "yeniden, borçlarını çevirebilen bir ülke konumuna gelebilmek için" mali destek talebinde bulunmuştur.
Daha sonra, yinelenen bu talepler Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanları Bill Clinton ve George W. Bush yönetimlerince de desteklenmiş ve geçen yıl IMF iki kez ülkeyi kurtarmaya gelmiştir.
Yaşanan Türkiye'nin de hikayesi
Bu kredi anlaşmalarında amaç, politik bir deneme tahtası haline gelen sabit döviz kuru sisteminin devamını sağlamaktı.
Böylece, 132 milyar dolara ulaşan dış borcun geri ödemelerinde olası bir "gecikme" engellenebilecek, ve yabancı yatırımcılarla ilişkinin iyi düzeyde sürdürülmesi sağlanabilecekti.
Mali yardım paketlerinde, IMF'nin sağladığı mali destek her zaman olduğu gibi koşullu oluyor ve koşullar, ne olursa olsun dış borçların, takvimine uygun olarak geri ödenmesini garanti altına alma amacına hizmet edecek biçimde belirleniyordu.
Örneğin; derin bir resesyon içinde kıvranan ülkede, harcamaların daha da kısılması bir kredi anlaşmasının ön koşulunu oluşturabiliyordu.
Buraya kadar, hikaye Türkiye'deki ile büyük benzerlikler taşıyor.
Mali krizi engellemek
IMF'nin baş ekonomistlerinden Michael Mussa'ya göre, Arjantin'deki politik ve ekonomik durum bugüne oranla daha istikrarlı olsaydı bile, borç ödemelerinin ertelenmesi ya da ulusal paranın devalüe edilmesi benzeri bir girişim söz konusu olduğunda bölgede geniş çaplı bir mali krizin yaşanmasına engel olmak mümkün olamayacaktı.
Yaşananlardan çıkarılan ders ise "IMF'nin, insanlar sokağa dökülmeden önce HAYIR demeyi öğrenmesi".
Bu ders, gerek IMF'nin ve gerekse ekonomi uzmanlarının önemli bir bölümünün, ülkede kriz başladıktan sonra, Ağustos ayında yapılan kredi anlaşması konusunda ikileme düşmesi ve "eğer Aralık ayı yerine Ağustos ayında Arjantin'e "HAYIR" denmiş olsaydı kriz bu denli ağır yaşanmazdı" şeklinde düşünüyor olmasından kaynaklanıyor.
Öte yandan, Arjantin'in Ağustos ve Eylül ayındaki manzarasına bakınca, bu mazeretlerin ne kadar geçersiz ve anlamsız kaldığını görüyoruz.
Ağustos ayındaki kredi anlaşmasının yanlışlığı üzerine 5 Eylül tarihinde Los Angeles Times'da yayınlanan bir makale IMF Yönetiminden büyük bir tepki alıyor.
Kur destek gördü
15 Eylül günü aynı gazetede IMF- Dış İlişkiler Bölümü (External Relations Department) imzasıyla çıkan tekzipte bakın neler yazıyor:
* IMF ile yapılan yeni anlaşmanın riskleri olduğu doğrudur. Fakat, Arjantin'e uygulanan reform reçetesi doğru bir reçetedir ve güçlü bir uluslar arası desteği hak etmektedir.
* Yeni anlaşma, daha şimdiden ülke içindeki güveni yeniden tesis etmeye başlamış, bankalardan para çekişi durmuş ve halk parasını yeniden finans sistemine yatıracak kadar ekonomiye güvenmeye başlamıştır.
* Editör Weisbrot çeşitli noktalarda yanılıyor. Özellikle, Arjantin'deki Para Kurulu ülke çapında, geniş oranda halk desteği buldu.
* Arjantin ekonomisi şu anda büyük oranda dolarize olmuş; ev kiraları, şirketlerin borçları ve dayanıklı tüketim mallarının fiyatları dolar üzerinden hesaplanıyor.
* Böyle bir durumda Arjantin Peso'sunun devalüe edilmesi tam bir felakete yol açacak ve bir yandan ülkenin ödemeler dengesinde çok olumsuz bedellere mal olurken bir yandan şirket iflaslarını hızlandıracak ve işsizliği daha da yükseltecektir.
* Ayrıca, Hükümet yoksulların daha az zarar görmesi için belli sosyal programları korumakta, sosyal güvenlik sistemini reform ederek güçlendirmekte ve işçi ücretleri ile emeklilik ücretlerindeki kesintileri daha alt düzeylerde tutmaya çalışmaktadır.
* Arjantin'deki programı IMF değil, Arjantin devleti yapmıştır. Ülkenin son 10 yılda gerçekleştirdiği son derece başarılı bir ekonomik dönüşüm tarihinin üzerine inşa edilecektir.
* Maliye Bakanı Domingo Cavallo'nun da belirttiği gibi, sıfır-açık (zero-deficit rule) kuralına bağlı kalarak Arjantin, dış ekonomik şoklarda, yükü sürekli olarak verimli ve etkin özel sektöre kaydırmadan, kendini yeni duruma adapte edebilecek konuma gelecektir.
Döviz kuru tartışması
Yukarıdaki tekzip alıntısı, IMF'nin Arjantin'deki ekonomik gelişmeleri nasıl değerlendirdiğini, Türkiye'deki bazı akademisyenlerin Arjantin Para Kurulu'na yönelik suçlamalarına IMF kurmaylarının hiç katılmadığını gösteriyor.
Yine aynı akademisyenlerin "Arjantin'in sabit döviz kurda direnmesi ve IMF'nin uyarılarına rağmen dalgalı döviz kuru sistemine geçmeyi reddetmesinin bugünkü kaotik duruma neden olduğu" biçimindeki, son derece yanıltıcı, değerlendirmelerinin gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu en somut şekilde ortaya koyuyor.
IMF, ülkedeki, sadece 3 ay önceki durumu bile "istikrar" olarak değerlendirmekte, Arjantin Hükümetine övgüler düzmekte, Para Kurulunu göklere çıkarmakta ve sabit döviz kuru sistemini sonuna kadar savunmaktadır.
IMF'nin sorumluluğu
Arjantin'de isyanların baş göstermesi ile birlikte dünya basınındaki yayınlara bakıldığında, IMF'nin sorumluluğunun büyüklüğü yönünde geniş çaplı bir fikir birliğinin oluştuğu anlaşılıyor.
Peru Maliye Bakanı Pedro Pablo Kuczynski, IMF'yi pasif, katı ve tutarsız politikalar uygulayarak Arjantin'le yaptığı anlaşmayı yüzüne gözüne bulaştırmaktan suçluyor.
Fransa Dış İşleri Bakanı Hubert Vedrine ise Fonu, uzun zamandan beri ilişkide olduğu, önemli bir müşterisini yüz üstü bıraktığı ve bu müşteriden en kötü dönemde, en yapamayacağı şeyleri talep ettiği için yargılıyor.
IMF kimdir, nasıl çalışır?
Ülkelerle yapılan stand-by anlaşmaları sonucunda aktarılan fonların nihai alacaklısının dünyadaki egemen finans şirketleri olduğu hatırlandığında IMF'nin kimlik sorunu aşılır.
Fakat, IMF'nin nasıl çalıştığı sorulunca resim biraz daha değişiyor, netleşiyor.
Eğer IMF politikalarının tek sorumlusu finans sermayesi olsaydı,
* Kamu hizmetlerinin piyasa ekonomisine açılması, şeker ve tütün yasaları ile ihale yasalarının çıkarılması,
* Güney Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde Su'yun özelleştirilmesi,
* Ukrayna'da yoksullara yapılan tarımsal gıda yardımlarının kesilmesi,
* Haiti'de pirinç üreticilerine devlet desteğinin kaldırılması,
* Mozambik'teki şeker pancarı üreticilerine sağlanan sübvansiyonlara son verilmesi,
* Jamaika sanayii ürünlerinin ithalatında alınan gümrük vergilerinin kaldırılması, gibi dünya tarım, hizmetler ve sanayii tekellerinin temel hedefleri kredi anlaşmalarının ön koşulları içerisinde olmayacaktı.
İşte bu nedenle, finans ve sanayii sermayelerinin iç içe geçmiş yapısını IMF'nin işleyiş mekanizması ve yapısından daha somut ortaya koyabilecek çok az veri bulunuyor.
Sistemin bizzat kendisi
Bu tespit bizi, yaşananların sorumlusunun tek bir yapı, tek bir Hükümet ya da Yönetim olmaktan öte, bir sistem, yani kapitalizmin bizzat kendisi olduğu sonucuna ulaştırıyor.
Bu çerçevede, tıpkı Felix Rohatyn'in de belirttiği gibi, "Ulus Devletlerin bilhassa ekonomik ve siyasi alandaki dış politikaları her zaman burjuvazinin meselesi olmuştur. Siyasi tercihler, çok sınırlı bir halk kesimi ile özel sektörün çıkarlarını gözetme hedefine kilitlenmiş geniş kapsamlı bir fikir birliği içersinde önerilir, müzakere edilir ve kabul edilir." sözlerinin hatırlanmasında yarar vardır.
"Suçlu Hükümettir, IMF'nin uyarılarına kulak asmamıştır" ya da "IMF bu kez yanılmış, yanlış politikalar uygulamıştır" türünden savlar yanıltıcı olmalarının da ötesinde, kafaları bulandırmaya ve gerçekleri gizlemeye yönelik, bilinçle ortaya atılan argümanlardır.
Öte yandan Arjantin'deki son gelişmelerden birkaç ay önce, ülkelerin de şirketler gibi iflas etmesini öngören hazırlıkların Mart ayında son şeklini alacağını bildiren IMF'den Haan Kruger'in açıklamaları1[1] ile IMF'nin "ülkelere zamanında HAYIR demeyi öğrenmeliyiz" şeklindeki tepkisi tutarlılık gösteriyor.
Arjantin'de yaşananlara yeşil ışık yakılmış. Böylece, ülkelerin iflas planı için mazeret yaratılıp plana meşruiyet kazandırılırken, benzer konumda ve IMF karşıtı tepkilerin giderek yayıldığı ülkelere de gözdağı veriliyor.
Bu ülkelere IMF çekilirse Arjantin gibi olursunuz mesajı veriliyor. Arjantin'de asıl yağma bundan sonra başlayacak.
İflas Hukuku uyarınca tüm kamu mallarına, hazine arazilerine, yeraltı ve yer üstü tüm doğal kaynaklara ulusötesi sermaye el koyacaktır.
Farklar ve benzerlikler
Türkiye'deki son gelişmeler Arjantin ile büyük benzerlikler taşıyor.
* Arjantin yabancı yatırımları çekme açısından Türkiye'den hayli ileride.
* Arjantin'in çöküş yaşadığı 2000'de bile ülkeye giren yabancı sermaye miktarı Türkiye'den 10 kat daha fazla.
* 1999'da ise bu oran tam 24 kattır.
Yabancı sermayenin kalkınma ve refah anlamına geldiği tezlerini yerle bir eden Arjantin kaosu, kapitalist iktisat teorisinin milli gelir tezini de çürütüyor.
Zira, 2000 yılı itibarıyla ülkede kişi başına düşen milli gelir 7000 dolar ile Türkiye'den iki kat fazladır.
İşsizlik ve yoksullaşmada Türkiye'nin Arjantin'den daha iyi bir konumda olduğu iddia edilemez.
Aksi takdirde, Başbakanın ayakları dibine fırlatılan yazar kasaları, yiyecek yardımları sırasında yaşanan izdihamları, kendi emeğinin, hem de en düşük bedelle, satın alınması için kıyasıya rekabete giren işsizleri, soğuktan ve açlıktan ölenleri görmezden gelmek durumunda kalırız.
Türkiye'deki mücadele geleneğinin Latin Amerika ülkelerindeki kadar gelişmediği tespiti doğru olabilir. Fakat bu nokta da Arjantin halkına söylenebilecek tek şey "Bizim burjuvazimiz, sizinkini döver" olabilir.(NM)