Kimsenin yerinden oynatmaya cesaret edemediği bir taşın ağırlığıyla, yoldan geçen "yolcu"ların hallerini anlatmış. Sanki bugünü görür gibi.
"Köşe yazarlığı bir tür serbest kürsü sahipliği olarak tanımlandığı ve vitrinin önüne bu çıkarıldığı için, üst bir mertebe olarak algılandı. (...) Dilediğini yazmak, yüksek sesle düşünmek ya da sayıklamak, konu bulamadığında bir gece önceki yemeği ya da gezmeyi anlatmak özgürlüğüne sahip bir dolgu sorumlusuydu artık."
Gazeteler bu büyük ülkenin nüfusuna oranla uyumsuz satış oranlarında gezinseler de her biri belirli bir okuyucu kitlesine sahiptir. Çok satarlığın çok başka konularla ilgisi varsa da, köşe yazarlarının okunma oranlarını -internet medyası da sağ olsun- takip edebilme imkanı bulanlar, hangi yazarların, hangi konuların daha çok okunduğunu bilirler.
Buradan yola çıkarak, bu işi (artık tam manasıyla bir meslek olduğuna göre) hakkıyla yerine getirenleri tenzih ederek, yeni okuduğum bir yazının sınırsızlığının benim ve diyelim ki pek çok kadının sınırlarını nasıl ihlal ettiği üzerine birkaç kelam etmek istedim.
Kendisini tanıyorsunuz. Üslubunu biliyorsunuz, ki kendisi de bir röportajında dile getirmiş, "Yazar olmak için dünya görüşü ve üslup gerekir. Altında imzanız olmasa bile o yazıyı sizin yazdığınız anlaşılıyorsa, siz gerçekten yazarsınız demektir." (*)
İkinci cümleye katılmamak elde değil. Ancak şu an "köşecilik" yaptığı gazetede yazdığı son yazı için, bir zamanlar sarf ettiği birinci cümlenin her kelimesini afiyetle yutması gerekir. Bir başka kadın köşe yazarının yazdıkları üzerine kaleme aldığı "Karının dönüşü" adlı hakaretname bana kalırsa yıllar içinde oluşan bir üslup tortusundan ibarettir.
Örnek: 22 Mayıs 2005 Akşam Gazetesi'nde yazdığı bir başka yazı; "Ayakta işeyen kadınlar". 2005 yılına ait bu yazı kadınları, feministleri aşağılayan, dalga geçen, güya muhalif ve sivri bir dil tutturularak, "olağan dışı bir konuda kimsenin söyleyemediği şeyleri yazmak" cesaretine(!) sahiptir. Hep desteklenen, arka çıkılan, sevilen bir özellik değil mi?
Engin Ardıç'ı gerektiğinde küfürbaz sevimliliğinde, gerektiğinde ciddi bir dünya adamı ve hassas ve rahatsız bir bünye, iyi bir gazeteci olarak tanımlamada kolaylık sağlayan bir özellik.
Gelelim esasta bu yazıya konu olan "Karının dönüşü"ne. Öncelikle dilediğini yazan, yüksek sesle, hatta bağırarak düşünen, geçmişiyle sayıklayan bir köşecilik örneği olduğunu belirtmek gerekiyor. Adından da anlaşılacağı üzere adlandırmalar hala üzerinde tartışacak malzemeyi veren verimli bir alan olmaya devam ediyor.
İlgilendiğimiz kısmında "kadın değil bağyannn", eş değil karı veya koca falan filan. Ama bu kadarla kalınmıyor elbette. Bütün bu safsataları artık bir kalemde geçmiş olan feminizme küfür ediliyor. İncelikle, kelime cambazlığıyla, az biraz bilgi sosuyla buyurun afiyet olsun! "Kate Millet falan gibi birtakım hamburger ve fıstık yağı şişkosu Amerikan sevicilerinin kıllıkları burada geçmez. Hayat da Cihangir barlarından ya da Alaçatı g..tlüklerinden ibaret değildir."
Alıntılarken son cümlede gazete editörleri değil ben sansür uyguladım ama açıkça anlaşılıyor. Eğer dışarıdan gazetelere yazılar gönderen biri olarak ben bu şekilde bir yazı kaleme alsam, kesinlikle ciddiye alınmam. Bir daha da o gazetelere yazı gönderemem.
Ama yıllardır gazetecilik yapan bir köşe yazarı bu üslupsuzlukta direniyor ve bir gazete de bu üslupsuzluğu ifade özgürlüğü olarak kabul ediyor ve yayımlıyorsa hakikaten bir sorun var demektir.
Kelimenin tam ve tarihi anlamıyla bir feminist olduğumu iddia edemem. Ama bir kadın olarak, aynı dehşet verici argümanları belirli aralıklarla yazılarında kullanan, üstelik bunu da hiç utanmadan aynı cümleleri kullanarak (karşılaştırma için yukarıda bahsettiğim iki yazıyı da okuyunuz) yapan bir köşe yazarının yazdıklarını ciddiye almak zorunda olduğumuzu düşünüyorum.
Neden? Çünkü öncelikle köşeciliğin sınırsız bir tatmin aracı olarak kullanılmasına karşıyım, pek çok okurun da böyle düşündüğünden eminim.
İkincisi bir erkek yazarın kadınlara, özelde feministlere takındığı bu eski ve bayat tutumun artık son bulması, medyada yer alan kadın yazarların da aynı bulamaçta yer almasını belki engeller.
Üçüncüsü, Can Yücel'in, büyük şairin böyle ulu orta her şeye malzeme edilmesinden de (üstelik aynı kelimelerle) büyük üzüntü duyuyorum. Hakikaten sınırlarımız olmalı. Bununla, gazetelerde haberciliğin azaltılması köşeciliğin artmasına inat, herkesin işini dürüstçe yaptığı bir sınırdan bahsetmiyorum. Meramımı yukarıda yeterince anlattım.
Son olarak Cihan Demirci'nin şu güzel cümlesiyle bitireyim; "Hayat sorar insana: Can Yücel usta şimdilerde yaşasaydı, Engin Ardıç için sunturlu bir şeyler sallayıp da; 'Bu adam küfretmenin de tadını kaçırdı artık' der miydi acaba?" (Radikal iki-22/06/2003)
Ben duyuyorum, ya siz?(TBÖ/EÜ)
* Akşam, 1 aralık 2004