Örneğin; bir yandan, Kongre Gel/PKK "ateşkes kararını" kaldırıyor ve beklentilerinin karşılanmadığını belirterek silahlı mücadeleyi yeniden başlattığını ilan ediyor; diğer yandan devlet, hem eski Demokrasi Partili (DEP) milletvekillerini serbest bırakarak resmi radyo ve televizyonlardan Kürtçe yayınları başlatıyor hem de bölgede savaş hazırlığı yapıyor.
İstanbul NATO'nun ikinci kuruluş toplantısına hazırlanıyor. Hükümet ve arkasındaki güçler, yıl sonundaki Avrupa Birliği zirvesinden çıkacak kararı bekliyor. Başka birleri ise Aralık 2004 sonrası için yeni hükümet senaryoları hazırlıyor.
Gazeteler, tahliye kararı ve Kürtçe yayınların, bu yılın Aralık ayındaki zirvede AB'den üyelik için müzakere tarihi almak amacıyla atlan adımlar olduğunu yazıyor. Hürriyet'in 10 Haziran tarihli manşeti de zaten niyeti ilan ediyor; "Bahane kalmadı".
AKP hükümeti; nereye kadar?
Tahliye kararını Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) de dahil olmak üzere sol olumlu karşılıyor. Bu doğal. Ancak, sağdan gelen tepkilerin farklılığı dikkat çekiyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) kararları haliyle savunuyor, Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanı Mehmet Ağar Kürtçe yayın için, "kültürel zenginliğimizin demokratik açılımı" diyor.
Yargıtay'ın tahliye kararı, devletin diğer "hassas" kurumlarının da aktüel eğilimini yansıtıyor. Çünkü, Yargıtay'ın siyasal İslam'a karşı bugüne kadar aldığı tutumla Cumhuriyetin başlangıç ilkelerine bağlılığını kanıtladığı biliniyor.
Geriye, olup biteni anlayamayan bir tek Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) kalıyor. Çünkü MHP, tarihinde bir operasyon örgütü olarak şekillenmesine karşın, hiçbir zaman "derin devletin" karar verici bir bileşeni olamıyor ve biraz da bu nedenle neler döndüğünü yakalayamıyor. Parti Başkanı Devlet Bahçeli, PKK'nın taleplerinin yerine getirildiğini bile söylüyor.
İki yanıt ve iki hazırlık
Oysa tablo açık; Türkiye elitinin her kesiminde bütün gözler 2004'ün Aralık ayına çevrilmiş durumda. Hesaplar ona göre yapılıyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başta olmak üzere, Batı'dan aldığı güçle Türkiye'deki geleneksel iktidar bloğunun bileşimini değiştirmeye çalışan AKP'ye bu nedenle ve şimdilik ses çıkarılmıyor.
Batıya yaslanarak iktidar alanını genişletmeye çalışan AKP'nin nereye kadar gidebileceği görülmeye çalışılıyor. ABD'nin "Büyük Ortadoğu" diye tanımladığı coğrafyada küresel egemenlik için rıza üretme aracı olarak geliştirdiği "ılımlı İslam" projesine, dar iç politik hedefleri için dört elle sarılan AKP'nin cüreti ölçülmek isteniyor.
Olayların seyrine biraz daha yakından bakınca, sorunun görünenden daha karmaşık olduğu anlaşılıyor. Örneğin, DEP'lileri serbest bırakıp Kürtçe yayınlara başlayan devlet, bir yandan da bölgede savaşa hazırlanıyor. Yeniden yayla yasakları konuluyor. Kent ve kasaba merkezlerinden alışveriş yapan köylülere fiili gıda ambargosu uygulaması tekrar başlatılıyor. Alan hakimiyetini korumaya yönelik askeri operasyonlar arttırılıyor. Özetle; ikili bir yanıt üretiliyor ve hazırlık yapılıyor. Hangi eğilimin ağır basacağını, Aralık ayında Helsinki'den çıkacak sonucun belirleyeceği anlaşılıyor.
Aralık 2004 sonrası senaryoları
Diğer taraftan, geleneksel siyaset sınıfının 3 Kasım seçimlerinde tasfiye olması sonucu boşalan ve şimdilik AKP tarafından fiilen doldurulan siyasal merkezin, Aralık ayında AB zirvesinden çıkacak karara göre yeniden inşa edilmesi için hazırlıklar yapılıyor.
Hürriyet gazetesinin kıdemli yazıişleri müdürlerinden, köşe yazarı Tufan Türenç, 9 Haziran tarihli gazetede ilginç bir toplantıdan söz ediyor.
Türenç'in aktardığına göre, değişik dünya görüşündeki bir takım insanlar, bir masanın etrafında toplanıp Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu tartışıyorlar. Yemekli toplantının ev sahibi DYP eski milletvekillerinden İsmail Amasyalı. Davete, emekli üst düzey yönetici ve bürokratlar, generaller, büyükelçiler, işadamları, eski milletvekilleri ve bazı biliminsanları katılıyor. Türenç, kendisinin de "gözlemci" olarak bulunduğunu belirttiği toplantıya katılan diğer kişilerden iki emekli orgeneral dışında kimsenin isimlerini vermiyor.
Yeni bir restorasyon girişimi mi?
Toplantıda herkes söz alıyor ve ülkenin içinde bulunduğu durumu değerlendirerek çıkış için önerilerde bulunuyor. Türenç'in aktardığına göre toplantıda ortak saplamalar yapılıyor. Türenç'in notlarına göre bu saptamalar şöyle:
"Devletin kurum ve kuruluşları ile sivil toplum örgütleri zayıflatılıyor. Türkiye'nin ufku daraltılıyor, yaşam biçimi açısından Batı'yla aramızdaki fark yeniden açılıyor. Demokrasi bahanesiyle Türk ordusu yıpratılıyor ve sistem içindeki gücü kırılmak isteniyor. AKP Avrupa Birliği konusunda samimi değil. İçerideki durumunu sağlamlaştırmak için Avrupa'nın her dediğini yapıyor."
Toplantıda ekonomik durum hakkında da değerlendirmeler yapılıyor. Büyümenin abartıldığı, borçlanmanın tehlikeli boyutlara ulaştığı, Türkiye'nin "dış güçlerin kıskacına" girdiği ve işsizliğin "korkunç" boyutlara geldiği söyleniyor.
Tufan Türenç'in "muhafazakar bir eski milletvekili" diye tarif ettiği bir katılımcı, emekli Orgeneral Necati Özgen ve Edip Başer'e dönerek, "Durum laik demokratik rejim açısından endişe vericidir" diyor ve orduyu gerekli tepkiyi göstermediği için eleştiriyor. Aktarılana göre, emekli orgeneraller müdahale isteklerine karşı çıkıyor ve sorunun toplum tarafından çözülmesi gerektiğini söylüyor.
Siyasal ve toplumsal merkez arasındaki çelişki!
Toplantıda yapıldığı belirtilen bir değerlendirme her bakımdan önem taşıyor. Katılımcılar, "AKP'ye oy veren merkez seçmenin eğilimiyle Meclis'e giren milletvekillerinin eğilimi çelişmektedir" şeklindeki tespitte ortaklaşıyorlar.
Konuşulanlar bir yana, böyle bir toplantının düzenlenmesi bile başlı başına önem taşıyor. Ve öyle anlaşılıyor ki, merkez seçmenin eğilimiyle Meclis'teki tablo arasında varolduğu belirtilen çelişkiyi ortadan kaldıracak yeni bir girişimin yolları aranıyor. Dolayısıyla, 3 Kasım 2002 depremiyle çöken siyasal merkez yeniden onarılmak isteniyor.
Bu toplantı, belki de benim sandığım kadar önemli değil. Sadece, memleket meselelerinin de konuşulduğu sıradan bir yemekli toplantı bile olabilir. Davetlilerin "seçkin" olduklarından kuşku duyulmamakla birlikte, katılımcıların eski kudretlerine sahip olmadıkları bile düşünülebilir. Böyle de olsa, bu toplantıda konuşulanlar Türkiye eliti içindeki merkez sağ eğilimin rahatsızlıklarını yansıttığı da açık. Üstelik, CHP'ye yakın olduğu bilinen bir gazetecinin davet edilmesi de bu rahatsızlığın duyurulmak istendiğini gösteriyor.
Neyi bekliyorlar?
Akla, "neden harekete geçmiyorlar" diye bir soru gelebilir. Yanıtı basit; herkes Aralık 2004'te yapılacak AB zirvesini bekliyor. Ve öyle anlaşılıyor ki; AKP hükümeti AB'den tatmin edici bir müzakere tarihi alamazsa, hükümet yoluna devam etmekte büyük güçlük çekecektir. Bu durumda Türkiye'nin, 2005 yılında başka bir siyasal tabloyla karşılaşması sürpriz olmayacaktır. Nitekim toplantıda, AKP'nin 2005'te baskın bir genel seçime gidebileceği yönünde uyarı da yapılmış.
Diğer taraftan, bütün olayların AKP ve arkasındaki güçlerin istediği yönde gelişmesi halinde, Cumhuriyet'in rotasını tayin eden kuruluş ekseninde bir kaymanın yaşanacağı ve bu sürecin yukarıdan aşağıya doğru bir çatışma üreteceği açıktır. İnisiyatif şimdilik AKP ve arkasındaki yerli ve Batılı güçlerde görülüyor.
Taraflar, kritik tarihe ve sonrasına yönelik bütün hazırlıklarını yapıyor. Çeşitli mahfillerde, kimi olasılıklara göre değişik senaryoların hazırlandığı düşünülürse, gelecek yılın sıcak geçeceğini tahmin edebiliriz. (MY/BB)