Seyfettin Araç, edebiyatı sadece bir anlatı aracı değil, hayatın bizzat kendisi olarak gören bir yazar.
Son romanı “Zamanı Tanrı Yaşar” ile okurunu hem kendi iç dünyasına hem de insanlık hâllerinin evrensel izlerine taşıyor.
“Edebiyat bir denge üzerine kurulu değil, dengesizlikler üzerine varoluşsal hesaplaşmaların yaşandığı bir arena” diyen Araç, edebiyatın ona sunduğu sonsuz özgürlük alanında kayıpları, acıları ve umutları hem ifade ediyor hem de anlamlandırıyor.
Yazar kendi deyimiyle: “Gerçek mutlulukların içinde bir yerlerde acıların kan lekesi gibi iz bıraktığını” fark ettirmek için yazıyor.
Araç, son kitabını anlatıyor.
Edebiyat, sizin için hayatın bir yansıması mı, yoksa hayatı yeniden inşa etme çabası mı? Kendi eserlerinizde bu iki yaklaşımın dengesini nasıl kuruyorsunuz?
Edebiyat öyle tek bir cümleyle anlatılamayacak kadar kıymetli benim için. Bazı zamanlar hayatın yansıması olduğu için edebiyata baş vuruyor ve eserler meydana getiriyorum, bazı zamanlar ise düşsel bir olgu yaratma hevesiyle hayatı yeniden inşa etme sevdasına bürünüyorum.
Arada bir denge yaratmaya çalıştığım zamanlar ise sadece okumaya ayırdığım bir zamanda buluyorum kendimi. Edebiyat yani diğer manada yazı sanatı bir denge üzerine de kurulu değil esasen. Dengesizlikler üzerine varoluşsal hesaplaşmaların yaşandığı bir arena.
Ben bir roman yaratıp hayatın bir yansımasını vermeliyim veyahut bir romanla yeni bir hayat inşa etmeliyim diye yaklaşmıyorum; her eserin dinamiği, düşü, sebebi, neticesi başka olabiliyor ve ben buna yazmak denilen aleme kendini adamak diyorum.
"Anlattığınız konulara yabancı olmamak gerekir"
"Zamanı Tanrı Yaşar" romanınız, hayatın akışına, kaderin rolüne ve insanın bu akış içindeki yerine dair derin düşünceler barındırıyor. Bu romanı yazarken, kendi hayatınızdaki hangi deneyimler veya gözlemler bu temaları şekillendirdi?
‘Zamanı Tanrı Yaşar’ hayatın bir aynası diyebilirim. Gerçek olaylardan yola çıkarak bir araya getirdiğim kutsal bir sanat yani özel bir roman. Kendimi, benliğimi, ruhumu, karakterimi, ideolojimi tanıdığım günden beri iyi bir romancı olma düşüyle yaşadım bu hayatı.
Eninde sonunda romancı olacağım hassasiyetiyle yaşadığım günlerden, aylardan, senelerden sonra yazmaya başladığım eserlerden son romanım için şunu söyleyebilirim; hayatın akışı, kaderin rolü, insanın bu izlerin gölgesinde duran varlığı, her şey ve hepsi an be an yaşadığım izdüşümlerin sebebi.
Kimi zaman vermek istediğiniz mesajı tam verememek korkuturken bir an fark edersiniz ki okuyucunun aldığı mesaj aslında içten içe vermeye çalıştığınız ama kendinize dahi itiraf etmeye korktuğunuz bir gerçek. Kendi hayatıma dair deneyimler de bunu doğruluyor, gözlemler de bunu gösteriyor. Şekillendirmeye çalıştığım her tema aslında binlerce defa kurguladığım karakterlerin üstüne bir darbeyle düşen gerçek acılardan savrulanlar oldu hep.
Romanınızda karakterlerin yaşadığı kayıplar, acılar ve umut arayışları, hayatın kaçınılmaz gerçeklikleri. Edebiyat, bu tür zorlu insani deneyimleri anlamlandırma ve ifade etme konusunda size nasıl bir alan sundu?
Romandaki kayıplar, acılar, umut ve boşlukları doldurma arayışları hayatın bir gerçeği mi yoksa bilinmezi mi bilmiyorum, bunu okuyucuya sormak gerek. Ve fakat edebiyat anlatma, ifade etme sanatı olduğu için bin yıllardır en muazzam ifade biçimi olarak kayda geçmiştir.
Ben anlatmayı, ifade etmeyi edebiyatın sonsuz zenginliklerinden elde ettim; edebiyattan önce böyle bir ayrıcalığın, uçsuz bucaksız farklılığın farkında değildim. Diğer yandan kabul etmek gerekir ki anlatıcısı olduğunuz konulara da yabancı olmamanız gerekir.
Ben anlatıcısı olduğum her romanda zorlu insani deneyimleri ifade etme konusunda yabancı olmadığım bir alanda olduğumu okuyucuya veriyorum.
Romanının bir bireyi, bir karakteri, bir objesi, bir detayı olamayan yazar ne denli iyi bir yazardır bu tartışılır. Geniş bir alanda en iyi olduğum meslekte okuyucuya hiç tatmadıkları bir edebiyat zenginliği sunmaya çalışıyorum. Benden önceki yazarların çok ötesinde bir çabayla ve meydan okumayla yapıyorum bunu; kendime meydan okumalarla bu alanı büyütüyorum.
"Hikâyesi olan her şey güzeldir" mottosuyla başlayan romanınızda, karakterlerin "acı dolu" hikayeleri bile bir güzellik taşıyor. Edebiyatın, hayatın karanlık yönlerini bile anlamlı ve değerli kılma potansiyeline inanıyor musunuz?
Elbette ki inanıyorum, inanmasam bunu yapmaya, yaymaya, genişletmeye ve her romanda üstüne koyarak büyütmeye çalışmazdım. Benim için melankolinin ve içsel yolcukların yazarı diyorlar, bu onur bile bana yeter. Burada edebiyatın en karanlık dehlizlerinden çıkarak güneşe değen hayatlar, aşklar, acılar, güzellikler yazıyorum; benim işim bu, yazmak. Herkesin yüz çevirdiği mutsuzluklardan bir aşk dağı yaratmak ve edebiyat eliyle bu dağı insanlara sunmak istiyorum. Bu arada güzel tasviriniz için teşekkürler.
Acı dolu hikayeleri bile güzel sunan bir kalem ustası olmak için çok çalışıyor, çok üretiyor ve edebiyatın büyüklüğüne sonsuz inanıyorum. Benim işim insanları mutlu etmek değil, okuyucuyu tatmin etmek hiç değil, benim işim sadece yazmak, bu coğrafyada daha önce yazılmayanı, yazılamayanı okuyucuya sunmak.
"Kardeşliğe ve eşitliğe inanıyorum"
Romanınızdaki karakterlerin iç dünyaları ve arayışları, modern insanın varoluşsal sorgulamalarına ayna tutuyor. Edebiyat, bu tür evrensel insanlık hallerini ifade etme ve okuyucuyla bağ kurma konusunda sizce ne kadar etkili?
Modern çağ için konuşuyorsak etkisinin az olduğunu söylemek lazım. Maalesef yeni nesil gençler, öğrenciler, insanlar kitaplara başvurma konusunda biraz uzaklar. Sosyal medya ve popüler kültür maalesef ki hepsinin aklını başlarından almış; kolektif bilinç, özgür düşünce ve modern yaşam gibi değerli unsurları başka türlü algılamaya daha doğrusu kötü yorumlayıp, kötü yaşamaya başlamışlar.
Edebiyattan ve sanattan uzak bir neslin mutlu olma, özgür olma, bilinçli olma gibi bir ayrıcalığı olacağına inanmıyorum. Romanlarımda anlattığım karakterlerin iç dünyaları, sonsuz, soluksuz arayışlar içinde olmaları bu çağın insanında aradığım ama bulamadığım bir özellik mesela ve belki de bu yüzden ütopik bir hayalle yarattığım karakterlere bu misyonu yüklüyorumdur.
Edebiyatın olmadığı, yaygınlaşmadığı, okuma oranının düştüğü bir ülkede iletişimi, sorumluluk sahibi bireyler olmayı, birleşmeyi, eşitliği, adaleti ve birçok benzer unsurları savunamazsınız. Edebiyatın bittiği bilinçsizliğin başladığı yerde hayat biter ne yazık ki.
"Zamanı Tanrı Yaşar" romanınızda farklı coğrafyalar ve kültürler iç içe geçiyor. Bu çok kültürlülük, hayatın zenginliğini ve çeşitliliğini edebiyat aracılığıyla yansıtma isteğinizden mi kaynaklanıyor?
Kesinlikle. Çok net ve çok dürüst bir şekilde bu sorunuza evet diyebilirim çünkü yaşamak istediğim dünya çok kültürlü çok dinli çok dilli bir alem. Ben kardeşliğe, eşitliğe, ortak paylaşıma inanan bir insanım. Hiçbir kültürün başka bir kültürden küçük görülmesini kabul etmedim, etmiyorum da.
Keza hiçbir dilin küçük görülmesini, hor görülüp yasaklanmasını istemediğim gibi. İşte bu yüzden yarattığım romanların zengin bir gövdeye sahip olması yaz sanatı yolculuğumun en önemli iddiası, en değerli olgusu. Farklı coğrafyalar, farklı ırklar, diller, dinler, kültürler zenginlik değil de nedir?
Bir arada yaşama, kavgasız, savaşsız bir dünyada uyanma isteği edebiyatın ve edebiyatçının en önemli parolası değil midir? Edebiyatın sırtına bindirdiğim bu yük aslında gövdemin ulaşamadığı bedenimin, dilimin yetişemediği her platformda birlikte yaşamanın güzelliğini anlatma çabası olduğunu itiraf ediyorum. Edebiyat benim en büyük zenginliğim.
Romanınızdaki karakterlerin dil ve düşünce yapıları, onların hayata bakış açılarını ve deneyimlerini yansıtıyor. Edebiyat, farklı karakterlerin zihinlerine girme ve onların dünyasını okuyucuya aktarma konusunda size nasıl bir özgürlük alanı sunuyor?
Çok zor bir yolu seçtim desem eksik söylememiş olurum. Altı roman kahramanın farklı dilleri, üslupları, düşünce yapılarını yaratmak ve ona göre bir roman tarzı geliştirmek çok zor oldu. Sahip oldukları deneyimleri irdelemek ve bunları okuyucuya şeffaf bir tasvirle sunmak yorucu oldu.
Edebiyat yoluyla dinlediğim, sohbetler ettiğim insanların dünyasına girmek ve bu dünyayı okuyucuya başka bir perspektifle sunmak, işte sanırım en büyük sanat bu. Ben kelimelerin ve edebiyatın büyüklüğüne inandığım günden beri tek derdimin bu büyüklüğü insanlara, insanlığa sunmak olduğunu da biliyorum. Yazarken, yaratırken, var ederken içinde bulunduğum özgürlük sahasının okuyucuda yer tutması en büyük hayalim elbette.
"Zamanı Tanrı Yaşar" romanınızın okuyucularınızın hayatlarına nasıl bir dokunuşta bulunmasını umuyorsunuz? Onlarda hangi duyguları, düşünceleri veya farkındalıkları tetiklemek istersiniz?
Bu roman benim dördüncü eserim ve birçok konferansta, söyleşide, sohbette, röportajda dile getirdiğim gibi; ‘Zamanı Tanrı Yaşar’ benim çıraklık eserim. Diğer eserlerime haksızlık etmeden, onların edebi doygunluğuna zarar vermeden diyebilirim ki; bugüne değin yazdığım en zor romanım oldu. Bu yüzden okuyucuda karşılık bulmasını, bu esere kıymet vermesini, romanın hak ettiği kulvarda olmasını temenni ediyorum.
Okuyucu karakterleri ve örgüyü hissettikten sonra gerçek acıların içinde gizli mutlulukların olduğunu bilsin, anlasın istiyorum keza yine gerçek mutlulukların içinde bir yerlerde acıların kan lekesi gibi iz bıraktığını da görsünler, anlasınlar istiyorum. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir mesela, hiçbir insan anlatıldığı gibi olmayabilir.
Her insan bir alemdir ve bu aleme genel geçer bakmamak gerekir. Bu fikirlerin bir edebiyat severin beyninde, ruhunda olması için savaşıyorum dersem yanlış olmaz.
(EMK)