Kırmızı ışıkta durdum. Yandaki arabanın şoförü bir şey söylüyor gibi geldi. Ne dediğini anlamak için camı tamamen açıp, dikkatli bir şekilde baktım, "Çok güzelsin yavrum" dedi. O güne kadar sadece sakattım, araba alınca birden kadın olmuştum! Güldüm, teşekkür ettim. Adam şaşırdı. Heyecandan her yanım titriyordu. 35 yaşındaydım ve hayatımda ilk defa bir erkek bana laf atıyordu. Yıllardır sokakta yürürken sadece alay etmek amacıyla, "Bak topal geçiyor!" "Vah vah pek de güzelmiş!" gibi laflar atmıştı bana erkekler. Oysa, şimdi kadın olduğum için laf atıyorlardı. Tacizden hoşlanıyor olmamı kimselere anlatamıyordum. Utanç verici bir şeydi ama hoşlanıyordum işte.
Ben sizin gibi "topal" tanımadım! Böyle dememin sebebi, sizin bu sıfatı benden rahat kullanıyor olmanız. Topallıkla ilgili bütün komplekslerinizi aşmış gibi duruyorsunuz. Gerçekten öyle mi?
Valla, ben de benim gibi topal tanımadım! Topal olmak, beni rahatsız eden bir şey değil. Sakat olmak, benim için uzun saçlı ya da mavi gözlü olmak gibi, tanım belirten fiziksel bir şey....
Hep mi böyleydi, yoksa sonradan gelişen bir şey mi?
Hep böyle değildim tabii ki! Eskiden sakat görünce başımı çevirirdim, yolda bir sakat bana doğru gelince gözlerimi kaçırırdım. En tuhafı da, boy aynasında kendime bakamazdım! Sokaklarda bana bakılmasından "Aaa sakat geçiyor, topal geçiyor" diye laf atılmasından da hiç hoşlanmazdım...
Şimdi hoşlanıyor musunuz?!
Yooo. Ama biri "Topal, topal" diye seslenince, dönüp "Efendim?" diyorum. O da dumura uğruyor! Yüzündeki hayreti ve şok ifadesini anlatamam. Ve ben gülüyorum. Böyle davranabilmeyi Sakatlar Derneği'ne borçluyum...
Nasıl yani?
Ben 30 küsur işte filan çalıştım. Kasiyer, sekreter, öğretmen, reklamcı, sigortacı, pazarlamacı, gazeteci.... Bir ara da, kitap satıyordum. İşte bir gün yine kapı kapı dolaşıp kitap satmaya çalışırken, yanlışlıkla Sakatlar Derneği'nden içeri girmişim. Girmişim diyorum çünkü ben nereye girdiğimi bilmiyorum. Nasıl şaşırdım anlatamam! Hayatımda ilk defa o kadar sakatı bir arada görüyorum. Kiminin kolu yok, kiminin bacağı yok, kimi tekerlekli sandalyede, kimi koltuk değnekli, kör, kambur, çolak her çeşit sakat. Ne ararsan var. Bazıları tavla, bazıları okey oynuyor, bazıları kitap okuyor, bazıları kucağında çocuk sallıyor. Bir de ortalıkta cüceler dolaşıyor. Acayip bir görüntü. Kendimi gerçeküstü bir film sahnesinde filan zannettim. "Buyrun nasıl yardımcı olabiliriz?" dediler. "Şey ben kitap satıyorum!" dedim, ama öyle bir havayla söyledim ki, sanki ben sakat değilim, sanki ben onlardan biri değilim. Güldüler! "Tamam o zaman biz sizden kitap alalım, siz de bize üye olun" dediler. "Neden?" dedim. "Biz sakatların hakları için mücadele ediyoruz" dediler. "Bizim haklarımız mı var!" "Biz diye bir şey mi var!" Ben o güne kadar kendime sakat bile dememişim...
Bir sakatın da, bir dönem kendine sakatlığı kondurmadığı oluyor yani!
Bir dönem mi? Pek çok sakat tanıyorum iki bacağı felçli ama kendisine "Ben sakatım" demiyor. O, Omurilik Felçlileri Derneği üyesi. Yani sakat değil, omurilik felçlisi! Nedense tıbbi ismini kullanmayı tercih ediyor, kendisini sakat olarak görmüyor...
Size doğrusu ne gibi geliyor?
Ben "sakatım" demeyi, "topalım" demeyi bir kompleks unsuru olarak görmüyorum. Bunu da o dernekte öğrendim. Yalan mı? Ben esmer, uzun beyaz saçlı, sakat bir kadınım! "Sakat", bizi tanımlayan en doğru, en güzel kelime aslında. Ama yüklenen olumsuz anlamlar yüzünden kelime yıpratılmış. 1960 yılında kurulmuş Sakatlar Derneği. O zamanlar "özürlü" ve "engelli" gibi kelimeler yokmuş...
Zaten siz o iki kelimeye de gıcıksınız değil mi?
Evet. Şimdi söyleyin bana, ben ne engelliyim? Koşma engelli miyim? Yooo, koşarım ama sizin kadar hızlı koşamam, belki siz de bir erkek kadar hızlı koşamazsınız. Demek ki, herkes birine göre daha yavaş. Ben ağaca da tırmanırım, aslında hiçbir şeye engelli değilim ama bazı şeyleri yapmak beni çok yoruyor, acı veriyor. Özürlüye gelince, bizim Zeytinburnu'nda pazarda özürlü ürünler tezgahı olurdu. Adamlar bağırırdı: "Vatandaş gel... Defolu bunlar, özürlü bunlar!" Ve o mallar daha ucuza satılırdı. Defolu ya, defolu olmayandan daha az değerli ya... Şimdi birinin kolu, birinin bacağı, birinin gözü sakat diye neden sizden daha az değerli olsun? Şuna direkt "sakat" desek de işi bitirsek...
"Mualla benim felçli sağ bacağım"
Yazılarınızda Mualla en yakın arkadaşınız gibi duruyor. Mualla kim?
Mualla, benim felçli sağ bacağım! Diğerinden daha kısa, daha zayıf. Ona bu ismi bir arkadaşım taktı. Benimsedik bu ismi. Sağ bacağım bağımsız bir kişilik haline gelince oğlum Deniz'in özellikle hoşuna gitti. Kışın gelir okşar, "Anne Mualla üşümüş" der, masaj yapar...
Mualla neden hapiste?
Bu benzetmeyi de komşunun küçük kızı yaptı. Çocuk felcinden dolayı kaslarım gelişmediği için dizim kilitlenmiyor. Denizde mesela Mualla alıp başına gidiyor. Bağımsızlığına pek düşkün. Hiç söz dinlemiyor. Bu cihaz onu tutuyor. O yüzden Mualla hapiste...
Siz bu cihaza ne diyorsunuz?
Yürümelik. Tıbbi adı, brez ya da ortez. Ne var ki, ortez deyince kimse anlamıyor. Oysa yürümelik deyince millet "Ha anladım. Senin yürümene yardımcı oluyor" diyor.
Yürümelik olmadan yürüyemiyor musunuz?
Yürümemem gerekiyor. Çünkü Mualla, diğer bacağımdan 6 santim kısa olduğu için omurgamın dengesi bozuluyor....
Neden Mualla sık sık kırılıyor?
Çocuk felci geçiren kol ve bacaklarda öyle oluyor. Kemikler ve kaslar daha zayıf. Un ufak oluyor. Yanlışlıkla bir bastılar, 7 yerinden kırıldı. Burkuldu 16 yerinden kırıldı. Her seferinde alçıya alınıyor. Herhangi birinin bir yeri 3 haftada kaynar, maşallah Mualla bir senede kaynıyor. Ben hayatımın çoğunu yatarak geçirdim. Gezip tozmayı çok sevmemin nedeni de bu. Bir sene yattıktan sonra, yürümeye başlayınca beni tutabilene aşk olsun! Hemen arabama atlıyorum...
Bakana bakma oyunu
"Oturunca kadın, kalkınca sakat" şoku... Bu durum sizi üzüyor mu, eğlendiriyor mu?
Eskiden üzerdi. Mesela, üniversitede yemekhanede oturuyorum. Biri içeri giriyor, bakışıyoruz, birbirimizden hoşlanıyoruz. Sonra yanıma geliyor, konuşuyor. İnanılmaz hoş bir çocuk, çok heyecanlanıyorum. O sırada ben ayağa kalkıyorum, sakat olduğumu görüyor. Yüzünde bir şok ifadesi. Vınnnn diye ortadan kayboluyor! E üzüyordu bu durum tabii beni. Şimdi "Canım, hıyarın teki zaten ne üzüleceğim!" diyorum, ekliyorum: "Irkçı biriyle benim ne işim olur!"
Peki kendi kendinize geliştirdiğiniz oyunlar...
"Bakana bakma oyunu" diye bir şey geliştirdim. Çok eğlenceli. Genellikle İstiklal'de oynuyorum. Yürürken eskiden etrafa bakmazdım. Sonraları dikkat ettim, herkes bana bakıyor. Kadın, erkek, çoluk çocuk... Neyime mi? Tabii ki Mualla'ya bakıyorlar! Çünkü sakatlar, çoğunlukla sakatlıklarını gizlerken, ben mini etek giyiyorum ve bu onları şaşırtıyor. Trene bakar gibi bakıyorlar...
Siz ne yapıyorsunuz?
Eskiden sırf çok bakıyorlar diye sokağa çıkmaktan çekinen ben, "bakana bakma oyunu" oynuyorum. Ben de onlara bakıyorum! Ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Kimi gözlerini kaçırıyor, kiminin gözleri kilitlenip kalıyor. Eğleniyorum onların bu şaşkın ördek halleriyle...
Sakat mühendise iş vermiyorlar
Ne tür zorluklarla baş etmek zorunda kalıyorsunuz?
lk aklıma gelen şu: İstanbul Teknik Üniversitesi mezunuyum. Ama hiçbir zaman mühendis olarak iş bulamadım. Yani bu ülkede mesleğimi yapamadım. Sakat mühendise iş vermiyorlar! Kimiyle kavga ettim, kimiyle tartıştım. Tabii o zamanlar haklarımı bilmiyordum...
Haklarınızı öğrendikten sonra değişen bir şey oldu mu?
Tabii. Şimdi bana birisi "Kardeşim sakat mühendis istemiyoruz" diyecek olsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar giderim. Bu ayrımcılıktır, suçtur! Gerçi, beni mühendis olarak işe almış olsalardı, bu kadar renkli bir hayatım olmayacaktı. Sakat olmasaydım, yazar da olmayacaktım! Hayat böyle bir şey. Dezavantaj gibi görünen şeyler avantaj da olabiliyor. O nedenle ben teknik zorluklardan söz edebilirim: Mesela Alkazar Sineması'ndaki filmleri görmek istiyorum. Ama zebella gibi merdivenleri var. Kendimi birilerine taşıtmam gerekiyor. Emek Sineması'nın merdivenleri yok. Ama onun da tuvaleti yerin dibinde...
Ve yokuşlar...
Evet, ben yokuş inemiyorum. Yeni taşındığım evin yokuşu çok dik mesela. Çıkmak kolay da inmek zor. Genellikle yardım istiyorum. Geçenlerde kestaneci yardım etti. Ama yardım etmeyenler de oluyor. Bir kere Tarabya'da düştüm, kalkamıyorum. 18, 20 yaşlarındaki bir kıza "Yardım eder misiniz?" dedim. "Acelem var" dedi. Yerde oturuyorum, ağlamaya başladım. 10 dakika sonra geri geldi kız, önümden yürüdü gitti, ekmek almış, acelem var dediği o, halbuki birkaç dakikasını alacak yardım etmek. Pes etmedim tabii, popo üstü, indim o yokuşu. Pantolonum da, donum da yırtıldı, olsun indim ya. Yine de, bu tür olaylar ender oluyor, insanlar genelde yardım ediyor...
Sakatlar arasında hiyerarşi var mı?
Olmaz mı? Ayvalık'ta Sakatlar Şenliği düzenlenir. Evlere şenliktir! Bir masada ortopedik sakatlar oturur. Yani kamburlar, çolaklar, topallar. Bir masada körler, bir masada sağırlar. Bir diğer masada ise zihinsel engelli olanlar. Ortopedik sakatlığı olan masa, şöyle der: "Zavallı körler... Onların işi çok zor!" Ben de dolaşırım masaları, körlerin masasına gittiğimde ne işitirim: "Nazmiyecim, siz topalların işi gerçekten zor!" Kimin masasına gitsen, herkes ötekinin işinin ne kadar zor olduğunu söyler. Herkes kendisinin en iyi durumda olduğunu iddia eder.. Demek istiyorum ki hiyerarşi her yerde var, sakatlar arasında haydi haydi var... (AA/BB)