hangi dilbaz bilebilir/lisanını bir kayıp ulusun" Simurg / Hüseyin Ferhad
Ruhun kimselerce bilinmeyen hafiyesi
Yeniden şiddet sarmalına girdik gibi! Yeniden şiddet hayatlarımıza hükmedecek gibi! Yeniden, yolda yürürken ardımızda gözlerimiz olacak. Arkamızdan belki duyacağımız, belki de hissedeceğimiz ayak seslerine kulak kabartmak, zamanımız elverirse önlem almak, kim bilir belki de korunmak içgüdüsüyle, telaşla yön değiştireceğiz gündelik hayatlarımızda!
Yeniden kendi bedenlerimizin, kendi ruhumuzun, kendimizi izleyen polisleri olacağız belki de.
Acıdır, insan tekinin sürekli kendini izleyen bir çift göz hapsinde yaşaması. Acıdır ve acıtır insanı kendi ruhunun kimselerce bilinmeyen hafiyesi olması!
Bilcümle olumsuzluğa çanak tutmak
Nerdeyse bir aydır izliyorum basını ve aydın kamuoyunu. Sesler alabildiğine cılız. Şiddetin yeniden boy göstermesine rıza gösterilmenin derin garipliği bilcümle basını sarmalamış gibi! Ağız birliği etmişçesine "Bizden günah gitti!" demeye getiriyorlar.
Ne türden iyilik yaptılarsa, bilcümle olumsuzluğa çanak tutmaktan gayrı.
Bu satırları yazarken sevgili dostum 20 yıllık arkadaşım Reha Mağden'i düşündüm. Hasta yatağında kısık sesi, haysiyetli yüreğiyle "Akciğerler" diyordu işte!
"Sana hastayım demiştim. Ama ne olduğunu söylememiştim. Akciğerler su koyuverdi" diye ekledi telefonda.
Ne yapabilirdim ki!
Moral vermek, geçmiş olsun dilemekten gayrı. Ama görüyor ve hissediyordum sevgili Reha'yı, hasta yatağındaydı ve hâlâ hayata "v.s" diyerek, dergisiyle çentik atmaya çalışıyordu.
1990'lı yıllardı. Reha Aktüel'de çalışıyordu.
Zaman zaman bölgeye de geliyordu. Onurlu bir kalemdi ve haysiyetle imzasının hakkını veriyordu. Bölgede göz gözü görmez şiddet iklimi egemendi. Ama Reha söylenmesi gerekenleri, yazılması gerekenleri ve konuşturulması gerekenleri konuşturuyordu.
Nedense o günleri, Reha'yı ve bugünleri düşünüyorum son birkaç gündür.
Sonra da tarihe gönderme kabilinden Nemrut'la İbrahim Peygamberin hikâyesini paylaşmanın tam da zamanıdır diyorum.
Nemrut ve İbrahim Peygamber
Bilinen hikâyedir; Nemrut, İbrahim Peygamber'i yakmak için devasa bir odun yığını hazırlar ve ortasındaki direğe de İbrahim'i bağlatır.
Bir taraftan da odun yığınını ateşe verir. Tam da o esnada bizim buralarda Aqo kuşu dediğimiz, karga ile bir başka kuşun melezi kuş, gagasında kuru bir dal ile ateşe yaklaşıp kuru dalı odun kümesinin içine atıverir.
Bu durumu görenler soruverir Aqo kuşuna
"O minicik dal parçasını bu kocaman ateş yığının içine, ha atmış ha atmamışsın ne fark eder!".
Yanıtlar Aqo: "Ben de biliyorum da! Mesele o değil. Maksat İbrahim'le düşman olduğumuz belli olsun" der.
Tam da o esnada mini minnacık bir serçe kuşu belirir ateş yığınının üzerinde. Gagasında da bir damlacık su. Ve hemen o bir damla suyu yukarıdan bırakıverir ateş kümesinin üzerine.
Ona da sorarlar:
"Bir damlacık suyu bu koskocaman ateşin üzerine bıraktın. Ne işe yarayacak ki!"
Yanıtlar serçe,
" Olsun, ben de biliyorum faydası olmaz da! Hiç değilse İbrahim'le dost olduğumuzu, onun yakılmasına, ateşe atılmasına gönlümün elvermediğini bilsinler istedim."
O gün bu gündür, o melez kuşa bizim buralarda "Aqo Piçi" derler. Fırsat bulduğunda eski Diyarbekir'in o bazalt taşlı evlerinin avlularından sabun çalan bu kuşu çok da muteber saymazlar.
Diyarbekir'in toprak damları
Serçe içinse, kışın evlerin pencere kenarlarına beslensinler diye ekmek kırıntıları koyarlar. Yetinmezler eski Diyarbakır evlerinin toprak damlarının, sivineklerinin hemen altındaki bingi taşlarının yanına çok soğuk günlerde içinde barınsınlar diye yuva da yaparlar.
Şimdi mi!
Evet şimdi o onurlu ve serçe kuşu kadar narin yürekli Reha Mağden ve onun soydaşı haysiyetli kalemlerin ateşe bir damlacık da olsa su attıkları / atmaları gereken gündür. Aqo piçlerinin inadına. (ŞD/AD)