Üniversite bugün, Apartheid sonrası eğitim politikalarının bir parçası olarak Durban'daki Westwille Üniversitesi 'yle bütünleştirilmiş ve Zulu topraklarının ve ırkların birleşimini simgeleyen KwaZulu Natal Üniversitesi adını taşıyor.
Aynı koridor üzerinde Endüstriyel İlişkiler ve Emek Çalışmaları, Sosyoloji, Kalkınma Çalışmaları, Çalışma Sosyolojisi Birimi ve Sivil Toplum Merkezi bir arada.
Bu birleşimin ne anlama geldiğini birkaç gün ayni koridorda gezdikten sonra anlıyorsunuz.
Apartheid karşıtı hareketin entelektüel ve sanatsal beyinlerinden Ari Sitas 'ı, Marksizm'in Afrika toplumlarına özgün yorumcularından Patrik Bond 'u, Mandela ve bugünkü hükümette yer alan birçok yoldaşıyla Robben Adası'nda taş kırmış Dennis Brutus 'u, komüniste hareketlerin sözcülerinden biri olan Ashwin Desai 'yi, İsçi Okulu eğitmenlerinden sendikacı Woodie Aroun 'u, Özelleştirme Karşıtı Forum'un ve Soweto Elektrik Krizi Komitesi'nin liderlerinden Trevor Ngwane ve benzer birçok ismi bu koridorlarda görüyorsunuz.
Bu isimlerin en belirgin ortak özelliği, Apartheid'a karsı mücadele vermiş olmaları ve daha da önemlisi bugün eski yoldaşlarından ayrı kutba düşerek bu savasın zafer simgesi olan bugünkü hükümete ve neo-liberal politikalarına karsı savaşı farklı platformlarda sürdürüyor olmaları.
Yoksulluk: "küresel apartheid"
Apartheid sonrası toplumsal dönüşüm, Güney Afrika'da "elit bir değişimin" ötesine geçebildi mi?
Mpumalanga yerleşim bölgesinin komüniste hareketi liderlerinden, aynı zamanda sendikacı Mandla Gwala 'nin sözcükleri buna en iyi yanıtı veriyor: "Bizler Butzelezi'nin Zulu Milletine, Mbeki'nin Afrikalilar için Rönesans'ına inanmıyoruz. İnandığımız, bütün yoksullar için parasız temel hizmetlerdir.
Yaşamak için bunlara ihtiyacımız var. Bizler yaşama inanıyoruz. Bu yüzden Chatsworth'daki su kesimi, Soweto'daki elektrik kesimi karşıtı hareketlerle, Tafelsig'deki evlerinden atılanlarla, topraksız halk hareketiyle, ve birçok benzeri hareketle dayanışma gösteriyoruz".
Bir başka yanıt da bu townshiplere/mahallelere "büyük anne toplulukları" adını veren, emeklilik ya da sakatlık parasıyla birçok ailenin tek geçim kaynağını sağlayan "aunty"lerden geliyor. Hint asıllı Güney Afrikalı yoksul kesimin yerleşim yerlerinden olan Durban'daki Chatsworth'dan Girlie Amod,haykırıyor:
"Biz Indian/Hintli(ırk kategorilerinden birisi) değiliz. Bizler yoksullarız!".
Apartheid kategorilerinden Siyah ırka mensup olan Bongiwe Manqela onun sesine ses katıyor: "Biz Afrikalı/Siyah değiliz. Bizler yoksullarız!"
Yoksulluk üzerine
2001 yazında Durban sokaklarında on binlerce kişi Apartheid'in 1994'de yıkılısından sonraki en büyük eylemi gerçekleştirdi. Birleşmiş Milletler'in Irkçılık, Irkçı Ayrımcılık başlıklı Konferansı o günlerde Durban'da yapılıyordu.
Bu konferansın teması Güney Afrika Hükümeti'ni ve halkını iki ayrı kutupta kamplaştırdı. Hükümet uluslararası platformda saygınlık kazanıp simgeleşirken, halk ırkçılık bakısına farklı bir yorumu getiriyordu.
Onlar için ırkçı ayrımcılık sınıfsal ayrımcılığa dönüşmüştü çünkü. Bir yandan "Siyah Burjuvazi" yaratma devlet politikası olmuştu, diğer yandan topraksızlar hala topraksızdı.
Elektrik, su gibi temel servisler özelleştiriliyordu, kamu konutlarında oturanlar sokağa atılıyordu. İşsizlik yüzde kırklara ulaşmıştı. Taşeronların eline düsen güvencesiz isçilerin sömürüsüne devlet sessiz kalıyordu, hatta işsizliğe bunu çare görüyordu.
"Yoksul olmak" yasadışı olmakla özdeşleştirilmişti. Bütün bunlara yanıt vermek üzere, Bilinçli Yurttaşlar Forumu'nun basını çektiği birçok yeni toplumsal hareket Durban Sosyal Forumu 'nu ve Özelleştirme Karşıtı Forum'u kurdu ve Güney Afrika siyasi arenasında yeni bir süreci başlattı.
Eski yoldaşlar şimdi karşı karşıya
Bu süreç kimilerine göre Apartheid karşıtı toplumsal hareketin bir devamı, kimilerine göre de yeni bir dönem. Bu dönem aslında aynı cephede savaşanların nasıl farklılaştığının bir göstergesi.
Örneğin bir tarafta, Başbakan Mbeki, diğer tararda onunla hapishane-adada taş kırmış ama onun politikalarını "küresel apartheid"in bir parçası olarak adlandıran Dennis Brutus.
Bir tararda 1973'de Durban'daki isçi ve komüniste ayaklanmalarını örgütlemiş, apartheid karşıtı harekete önemli bir ivme vermiş, ama şimdi sendikalarını bırakarak mecliste ANC koltuklarında oturan isçi liderleri, diğer yandan sendikaların korporatist tripartite hükümet sistemindeki tutumlarını eleştirdiklerinden dolayı "ultra-solcu" olarak nitelendirilip sendika ve partilerinden atılan işçi liderleri.
Bir yanda birbirlerine hangi arabayı kullandıklarını ve hangi uydu kentte oturduklarını soran yeni "siyah" elit, diğer yandan "township"/mahallelerinde yeni toplumsal hareketleri örgütleyen, bu elitlerin "eski" yoldaşları.
SECC örneği
Bu yazıda bu hareketlerin hepsine yer vermek mümkün değil. Ama bir örnek bir çoğunun nasıl geliştiğine ve bugünkü dinamiklerine açıklık getirebilir.
Soweto Elektrik Krizi Komitesi (SECC), 1995'de seçilen Johannesburg Konseyi'nin, bütün kamu servislerini özelleştirmeyi yürürlüğe koymasına bir karşılık olarak kuruldu.
Konsey üyelerinden Trevor Ngwane, bu politikaların yoksul kesimi daha da sefalete düşüreceğini belirterek karşı tutum aldı ve ANC'den atıldı. Benzer kaderi paylasan diğer aktivistler Virginia Setshedi ve Dudu Mphenyeke ile SECC'yi kurdu ve Elektrik şirketi ESKOM'a karşı savaş açtı.
Apatheid'in en canlı resmi ve o günden beri çok da değişmemiş Soweto township'inin halkı, ANC'nin kazandığı 1999 seçimlerinden sonra secim öncesi tam tersi söylenmesine rağmen, özelleştirme uygulamalarıyla yüz yüze geldi.
Her ay yirmiden fazla evin elektriği kesildi. İş bulduğu taktirde ayda 800 Rand (100 Dolar) ancak kazanabilen, birçok hanenin 540 Rand emeklilik aylığı ile geçindiği Sowetolular, binlerce Rand'ı bulan faturalarla karşılaştılar.
İşin çarpıcı yanı, onların kilowatt basına 28 cent ödediği elektiriğe, Beverly Hills benzeri Sandron sakinleri 16 cent, büyük işletmeler 7 cent, en kötüsü de kırsal alanda yasayanlar 48 cent ödüyordu.
2001'de Soweto halkı Belediye Başkanı'nın villasını kuşattı. Gösteri Apatheid karşıtı savaştaki devrim şarkılarıyla güç buluyordu, kalabalık hep bir ağızdan "Kara Köpek Mbeki" sloganını atıyordu.
Polis, göstericilere Apartheid dönemindeki aynı yöntemlerle karşılık veriyordu. Kamu İsletmelerinden Sorumlu Bakan Jeff Hadebe televizyon kanallarında SECC'i "gangsterler çetesi" olarak niteliyordu.
Oysa "gangsterler" bir yandan temel vatandaşlık hakları olarak gördükleri hizmetleri talep ediyor, diğer yandan işsizliğe karşı savaşıyordu; özelleştirme politikasının iş güvencelerini ortadan kaldırdığı belediye işçileri ile dayanışma içinde, işçi sınıfı ve komüniste halkının birlikte mücadelesini örgütlüyordu.
Geleneksel yapıya uymayan hareketler
SECC'in eylemleri bugün de aynı hızla devam ediyor. Kesilen elektrik hatları komite tarafından yeniden bağlanıyor. Yeni bir direniş biçimini yaratıyor.
Bu hareketler kimilerine göre reformist, değişik kamu hizmetlerini talep eden geçici, kemiksiz hareketler. Kimilerine göre ise hegemonya karşıtı yeni biçimler.
İlk olarak söylemek gerekiyor ki bu hareketler kurumsallaşmış siyasetin yapılarına sığmayan bir durum doğuruyor. Bu kollektiviteler solun geleneksel siyaset anlayışına uymuyor.
Bir başka deyişle, bu kollektivilerin doğduğu alanlardaki günlük yasamı solun tarif ediş biçimi artık işlemiyor. Bu hareketleri anlamak için township hanelerinin oluşumuna bakmakta fayda var.
Her ailede olmasa da birçok ailede ücretli isçi olarak çalışan bir hane mensubu; emeklilik ya da sakatlık parası alan yaslı bireyler; ev eksenli olarak ya da sokakta yiyecek vb satan güvencesiz çalışanlar; işsizler; çocuklar; birçok emek biçimini içeren bir hane tablosu çıkıyor karsımıza.
Bu tablo "iççi sınıfı" tanımını değişmeye zorluyor. "Geniş isçi sınıfı" bakışını tartışmanın ötesine götürüyor. Sendikaları, siyasi partileri, akademiyi bu tablonun analizine ve tanınmasına davet ediyor.
Bir başka bakış açısıyla, ülkedeki toplumsal hareket tarihini hafızalarda yeniden canlandırmayı zorunlu kılıyor. ANC yasak bir parti olarak yeraltında iken, 1970'lerden itibaren güçlenen apartheid karşıtı ulusal mücadeleyi kim örgütledi ve zirveye taşıdı?
İşçi sınıfı/sendikalar mı? Township/mahallelerdeki komüniste öz örgütleri mi?
Soru her ne kadar ikilem temelinde kurulmuşsa da cevabı her ikisini de birleştiriyor. Çünkü işçi sınıfı zaten bu mahallelerde yaşıyor. İşçi olmak günlük zaman dilimi içinde bile değişebilen geçici bir biçim almış.
Bugünün işsizi dün işçi idi. Bugünün emeklisi dün o hareketin içinde idi. Bugün yoksulluk içinde yaşam savaşı veren kadınlar, o gün şehrin "beyaz" alanlarına geçmelerini sağlayan pasaportlarını yakmadılar mı? yaşlı, çoluk çocuk hep beraber barikatlarda değiller miydi?
Ama bugünün siyasi tablosunda, devrimi yaratan aynı halk bir kenara itiliyor. Onlara sabredin deniyor, yaptıklarımız herkesin iyiliği için deniyor.
Sendikalar kendi içlerinde ayrıma düşüyor. ANC, Komünist Parti ve Sendikalar Konfederasyonu COSATU tripartite Hükümeti'nin politikalarına ortak oluyor. Sendika bürokratları devlet adamı ile özdeşleşirken, sendika tabanı komünitelerin tarafında yer alıyor.
Böyle oldukça da sendikaların kendileri marjinalleşiyor. 1997'de COSATU Kongresi'ne sunulan meşhur Eylül Komisyonu Raporu, "Toplumsal Hareket Sendikacılığı"nı gündeme getirmişti.
O zamandan bu zamana dek pek bir değişme olmadı. Yolsuzlukla suçlanan, AIDS skandallariyla medyada yer alan, parti içinde ultra-sol diye adlandırılanlardan eski Başbakan Yardımcısı Zuma'nin yeni secimlerde ANC başkan adayı olması, Sendikaları biraz hareketlendirdi.
Sola adımlar atılmaya başlandı. SECC kurucularından Trevor Ngwane ile görüşmemde COSATU'nun yakında yapacağı kongreye SECC ve diğer komüniste hareketlerini de davet ettiğini söyledi.
Önceden hep eleştirel olmasına rağmen bu sefer umutlu görünüyordu. En büyük nüfusa sahip yerli Zulu halkının temsilcisi olarak da görülen Zuma, yapılan kamuoyu araştırmalarına göre bir sonraki seçimi kazanacak gibi.
Ama bu, Zuma'nin bugün kimlerin parasıyla yaşamını sürdürdüğü sorusunu ortadan kaldırmıyor. Sermayenin hangi kanadı?
SECC ve Özelleştirme Karşıtı Forum diğer hareketlerle bağlarını kuvvetlendiriyor. Dünya Sosyoloji Kongresi'nin Durban'da yapılmasıyla bu hareketler farklı platformlardaki ilişkilerini hızlandırdılar.
Durban Sosyal Forumu bileşenleri, Nairobi'deki bir sonraki Dünya Sosyal Forumu'nun bir provasını, Safir Amin, Immanuel Wallerstein gibi birçok ismi de konuk ederek Kongre haftasında gerçekleştirdi.
Hatta komüniste hareketlerinden bir bölümünü kendi insanlarıyla Kongre oturumlarına taşıdı. "Küresel apartheid"a karsı güç birliğinin adımlarını tartıştı.
Güney Afrika toplumu tüm dinamizmiyle toplumsal hareketler tarihine sayfalar eklemeye devam ediyor. Ülkede neo-liberalleşme sürecinde olan biteni gördükçe aklıma tarihten bir ani hatırlatan su sözler geliyor: "Scrambi! Yaktığına Tap, Taptığını Yak".Tek dileğim Güney Afrika halkının buna bir yeni örnek teşkil etmemesi.(EÇ/EÜ)