Bu yıl 52. yaşını kutlayan Uluslararası Antalya Film Festivali, yenilikleri ile bir yandan farklı bir sayfa açmayı amaçlarken bir yandan da geçmiş yıllardaki gibi yine dünyaca ünlü yıldızları Türkiye'ye getirerek eski şaşaasına dönüş sinyalleri verdi.
Uzun ve kısalar aynı galada
Geçen seneki sansür krizinden sonra ‘temkinli’ olmayı hedefleyen festival, kısa film ve belgesel yarışmalarını kaldırmıştı bu sene.
Kısa filmlerin uzun metraj galalarından önce gösterilmesi hamlesi ile kısa filmler adına gayet işlevsel bir çözüm bulunmuş. Zira bu sayede kısa filmlerin ve ileride uzun metraja geçecek yeni sinemacıların tek bir gösterimde yüzlerce kişiyle buluşması sağlandı.
Belgeseller için böylesi pozitif bir durumdan bahsetmek zor. Hem belgeselciler hem de sinema yazarları tarafından protesto edilen yarışmasızlığa ve etkisizleştirilmeye bir çözüm bulunmuş değil. Belgeseller sadece ulusal uzun metrajda kendilerine yer bulabilirlerse var olacaklar festivalde. En iyi oyuncu, en iyi senaryo gibi dallarda ise belgesellerin aday çıkartabilmesi neredeyse mucizeye bağlı.
Festivalin bu yılki yenilikleri arasında proje aşamasındaki iki belgesele verilen Belgesel Pitching Platformu desteği geliyor. Geçen seneki krizin etkisi ve belgesel yarışmasının kaldırılması, bu adımla bir nebze de olsa telafi edilmek istenmiş. Ancak kendi kategorilerinde yarışamayan belgeseller için hareket alanı hâlâ çok ama çok dar.
TIKLAYIN - ANTALYA'DA TAHİR ELÇİ, CAN DÜNDAR VE ERDEM GÜL'E İTHAF
Ulusal bir adım geriye, uluslararası bir adım öne
Festival komitesi, geçen seneden beri ulusal-uluslararası arasındaki dengeyi uluslararasından yana ağırlaştırmaktan yana olduğunu belirtmişti.
Bunun ilk adımı, festivalin isminden Altın Portakal’ın çıkarılması ile atıldı. Festivali sadece ödülün adı ile bilen/anan çoğu sinemasevere bu, geçmişle bağı kesilmiş gibi hissettirdi. Yurtdışına bakarken yurtiçinin aidiyet hissi zayıflatıldı.
Bu yılın başlıca değişikliklerinden biri de ulusal ve uluslararası uzun metraj yarışma filmlerinin aynı salonda gösterilmesi oldu. Böylece hep öne çıkan yerli film galalarının hızı biraz frenlenirken, yarışma bazlı yabancı filmler daha önplana çıkarıldı.
Geçen sene Jean Claude Van Damme’ı misafir eden ve müstehzi yorumlar alan festival, bu yıl yıldız yağmuru yağdırarak Engin Yiğitgil ve AKSAV dönemini anımsatan bir geri dönüş yaşattı sinemaseverlere. Catherine Deneuve, Jeremy Irons , Kathleen Turner, Vanessa Redgrave ve Franco Nero gibi efsane isimleri ağırlayan festival, son yılların en prestijli konuklarını misafir etmiş oldu.
Festival uluslararası yönünü vurgularken, yerli sinemayı desteklemek adına atacağı bir adımın önbilgilendirmesini de bu yıl yaptı. Yarının Filmleri adını taşıyan platform, son bir yıl içinde tamamlanmış yerli uzun, kısa ve belgesel filmleri uluslararası film sektörü ile buluşturmayı amaçlıyor. Sinemacılarımıza bir nevi iletişim hizmeti verecek bu platform verimli çalışması halinde çok faydalı olacak gibi görünüyor.
Antalya’nın kayıp teyzeleri
Bu yılın ilginç gelişmelerinden biri de Antalya’nın o kemikleşmiş festival teyzelerinin yokluğu idi. Özellikle ulusal film galalarını ‘gün’ atmosferine çeviren, ulusalcılığa halel getiren ya da küfürlü filmlerin ekiplerini eleştiri yağmuruna tutan, ilginç sorularla herkesi dumur eden o teyzeler bu yıl elini ayağını çekmiş gibiydi festivalden.
CHP tabanlı bu seyirci, yönetimin değişmesi ile birlikte yıldan yıla festivalden uzaklaştı. Antalya’nın seyirci tipolojisi, biraz daha İstanbul seyircisine yakınlaştı.
Kadının yine adı yok!
Bu yıl festivalde yarışan 12 yerli yapımın içinde Kümes ve Saklı dışında elle tutulur bir kadın hikayesi bulmak zordu. Yine erkek egemen hikayeler içinde figüran olmuş kadınları izledik çoğunlukla.
Ödül töreninde ise bir kadın oyuncunun protestosuna şehit olduk. Kalandar Soğuğu filmindeki rolüyle en iyi kadın oyuncu seçilen Nuray Yeşilaras, yönetmenine ve yapımcısına ‘emeğe saygı’ diyerek sitem etti.
Kadın hikayelerinin azlığından dem vururken bir kadın oyuncudan böylesine bir protesto gelmesi, festivallerde dengelerin ne kadar hassas olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Ödüllerde tamam mıyız?
Her festival sonrası ödüller ile ilgili mutlaka eleştiriler yükselir; hangi filmin ödül hak edip etmediği tartışılır, jürinin değişmesi halinde başka kararların çıkacağı söylenir. Antalya’da bu sene verilen ödüllerde, yakın dönemde ilk defa hemen hemen herkes hemfikir gibiydi.
Bu yıl Abluka’nın gerisine atılan Sarmaşık, Antalya’da taltif edildi ve hak ettiği başarıya ulaştı. Muhtemelen, uzun zaman 52. festivalin sonuçları ‘en içe sinen ödüller’ olarak tartışılmalardan muaf durabilecek. Hem de çifter çifter değil, tek dalda tek ödül dağıtılmasına rağmen…
Genel olarak tartışmalardan ve kaostan uzak, sakin geçen festivalin ödülleri değil ama ödül törenini ikiye bölmesi tuhaf bir uygulamaydı.
Ödül sayısının arttırılması ve toplamda 34 ödülün verilecek olması nedeniyle tek bir geceye 'sıkıştırmamak' amacıyla iki tören düzenlendiği açıklandı basına. Ve yurtdışı örneklerinin emsal alındığı… Lakin yurtdışındaki örnekleri, özel başlıklara sahip farklı bölümlerin ödülleri için uygulanmaktaydı. Antalya’da bu sene ana ödüllerin başka, yan kategorideki ödüllerin başka törende verilmesi, kategoriler ve ödül sahipleri arasında eşitsizlik yarattı.
Konuş-ma!
Bu yılki festivalde damga vuran olaylarının başında, yine sansür mevzusu geldi maalesef. Festivalin açılış ve ödül törenini canlı yayınlayan A Haber, Sarmaşık’taki performansıyla en iyi erkek oyuncu seçilen Nadir Sarıbacak’ın yürekten gelen, mütevazı ve herkesi sarıp sarmalayan barış konuşmasını canlı yayında şak diye kesiverdi.
Aslında pek de sürpriz değildi bu hamle. Zira kanalın dahil olduğu medya grubu, tam iki sene önce 19 yıllık Sinema dergisini gözünü kırpmadan bir gün içinde kapatmıştı.
Kökleri koparmakta beis görmeyen grup, iki sene sonra Türkiye’nin en köklü festivalinin anasponsoru oluverdi. Senelerin dergisini harcayan kafalar, elbette canlı yayında sansür uygulamaktan çekinmedi.
Sarmaşık’ın yönetmeni Tolga Karaçelik’in ‘sakıncalı bir şey söylemeyeceğim, kesmenize gerek yok’ demeye mecbur bırakılması, sadece ülkemizde değil dünya yayıncılık tarihine de kapkara bir leke olarak geçti.
Bu olayın ardından grubun önümüzdeki sene yine yayın sponsoru olup olmayacağı ise meçhul. Zira sansüre karşı bir yaptırım söz konusu değil.
CHP yönetimindeyken sahneye çıkan hemen hemen her sanatçının gündeme, memleket sorunlarına dair edeceği bir kelam, protesto olurdu. Yönetim AKP'ye geçtiğinden beri tek tük rastlanıyor artık siyasi duruş sergileyene.
Bu yılki törende Tolga Karaçelik'in tutuklu gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül'ü anması, gelecek dönemler için ‘açık sözlü’ sinemacılara örnek olacak. (MI/YY)