12 Aralık’ta “Sosyal Medya ve Azınlıklar” projesinin bir atölyesi için Antakya’ya gittik. Sosyal Medya ve Azınlıklar, İstanbul’da Yeniköy Panayia Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı’nın yürüttüğü bir AB projesi. Aslında azınlık vakıflarının aldığı ilk AB projesi. Projenin ana hedefi Türkiye’deki azınlıkların sosyal medya kullanımını araştırmak ve bu doğrultuda sosyal medyanın geniş toplumla ilişkideki rolünü ortaya koymak olduğu için azınlık cemaatlerinin bir memleketi olan Antakya’da da bir atölye düzenledik. Neredeyse bir tam günlük bir ziyaretti, yazacaklarım bu kadar zamanda gördüklerim ve çağırıştırdıkları üzerine olacak.
Suriye’de savaşın, Türkiye’de kutuplaşmaların doğrudan etkilediği bir sınır şehri Antakya. Fiziksel konumundan ötürü değil sadece; çok kültürlü yapısı, tarihi değerleri, değişen bölge koşulları altında gözlerin çevrildiği yerlerden biri olması sayılabilecek birçok sebepten birkaçı…
TIKLAYIN - AZINLIKLARA SOSYAL MEDYADA DA RAHAT YOK
12 Aralık’ta Antakya’da bizleri azınlık vakıf temsilcileri ile üyeleri karşıladılar. Antakya haricinde, Samandağı, İskenderun, Mersin, Vakıflıköy, Arsuz, Tokaçlı ve Sarılar’dan gelmişlerdi. Vakıflar Genel Müdürlüğü bizi bölge binasında misafir etti, İstanbul’dan yaklaşık 15 kişilik bir ekip Antakya’daki azınlık cemaatleri üyeleriyle bir atölyede buluştu. Atölyenin ilk bölümünde, Yeniköy Vakfı Başkanı Laki Vingas azınlık topluluklarının tarihine atıflarla yaptığı konuşmasında esas olarak yeni oluşumların önemine ağırlık verdi. Kültürel Mirası Koruma Derneği, Rum Vakıfları Destekleme Derneği ve son olarak Sosyal Medya ve Azınlıklar projesi tanıtıldı. Rumvader’in, Antakya cemaatlerinin de dahil olduğu, Azınlık Vatandaşları – Eşit Vatandaşlar projesinin fragmanı gösterildi. Vingas, azınlık cemaatlerinin, korunması ve desteklenmesi elzem ibadet alanları ve yapılarının yanı sıra, sivil toplum çalışmalarına yönelmeleri ve üretken ve farklı faaliyetlere başvurmalarının hem cemaatler için hem geniş toplumla ilişkide pozitif rol oynayacağını belirtti. Antakya’daki çeşitli azınlık cemaatlerinin, kültürel ve tarihsel miraslarını çeşitlendirilmiş toplumsal faaliyetlerle de pekiştireceklerinin altını çizdi.
Atölyenin ikinci bölümünde Rita Ender ve Yorgo Demir’in “Las Ultimas Palavras – Son Sözcükler” filmi gösterildi. Yahudi cemaatinin Türkiye’de yaşayan gençleri ile yapılan söyleşilere dayanan belgesel film, Ladino dilinin kayboluşu ve anımsattıkları ile tarihsel bir yüzleşme niteliğinde. Salondan büyük ilgi gören film, zihinlerde, bir dilin yokolmasının toplumsal ve politik sebeplerinin neler olduğu ve bu doğrultuda, cemaatlerin kendi kimlikleriyle ne şekillerde ilişkilendikleri sorularını uyandırdı.
Son bölümde ise gazeteci Fehim Taştekin bölgedeki savaş bağlamında azınlık vatandaşları üzerine bir konuşma yaptı. Suriye’de savaşın yok etmekte olduğu değerler, birlikte yaşama kültürü, kimliklerin ne olduğu sorgulanmaksızın sağlanabilmiş eşit vatandaşlık gibi güncel konular, Antakya’nın bugün içinde bulunduğu durum için büyük önem arz ediyor. Taştekin, Türkiye’nin dış siyasetinin, Suriye’de ve bölgede nasıl bir pozisyon üstlendiğinin ülke içindeki dinamikleri ve toplumsal ilişkileri doğrudan etkileyeceğini, halihazırda etkilediğini, özellikle vurguladı. Antakya sahiden bu politik atmosferden az zararla sıyrılabilecek mi? Ya da savaş süresince -ve sonrasında- değişen demografik ve sosyal yapı, yeni endişeler, yeni diyaloglar ve belki tekrar tekrar sahiplenilmesi ve üzerine düşünülmesi gereken tarihsel etik değerler ile bölgede yitip gidenlere karşı çıkan bir örnek mi oluşturacak?
Atölyenin ardından, Peder Dimitri’nin babasının vefatı sebebiyle yapılan taziye yemeğine katıldık. Katılmamız için gösterilen yoğun ısrar yalnız misafirperverlik geleneğini değil, bir o kadar da dayanışma ve diyalog arzusunu belirginleştiriyordu. Orada ortodoks cemaatinden bir kadına “memnun musunuz Antakya’da yaşamaktan” diye sordum, “çok” dedi, “yıllardır buradayız”. “Kaç kişi cemaatiniz” dedim, “1000” diye cevapladı, “o da sadece merkez. Samandağı’nda oturanlar da var.” Orta yaşını geçmiş bu kadının bana umutlu gelen ifadesi, belki de İstanbul’dan bakıldığında görülen onca çözülmeyi bekleyen sorunun arasında geleceğe dair bir ipucudur.
Geriye kalan kısacık vakitte şehir merkezinde dolaşırken “hepimiz kardeşiz” ve benzeri cümlelerin yazıldığı afişler dikkatimi çekti. Ortalıkta neredeyse başka hiç afiş görmedim, bir tek bu çoğunlukla imzasız ufak posterler vardı, Uzun Çarşı’da, sokaklarda. Çarşının hemen girişine, Ortodoks kilisesinin karşısına asılmış ışıklı Christmas yazısı, sıra sıra süslenmiş ağaçlar, yaşadığım yer İstanbul’da gerçekleşmesi zor bir tablo olarak göründü bana ve Fehim Taştekin’in konuşmasının ana fikrini anımsattı: Farklılıkların, öyle lafın gelişi değil tarihsel olarak, biraradalığının korunmaya ne kadar muhtaç olduğunu, içinde bulunduğumuz savaşın en nihayetinde öldüreceği şeyin bu karşılıklı saygı ve üretken birliktelik olacağını. Her ne kimlikten, kültürden, aidiyetten olursak olalım bunun artık farkına varmak için ne bekliyoruz dedirtiyordu Antakya’nın sokakları, tarihi binaları, birden çok inanca yönelik kurumları ve insanları. (CB/NV)