Anneler günü bütün ihtişamıyla anneden evvel "Annelik Kurumuna" minnetini sunarak, kapitalizmin "güçlü" kollarında örnek "modern anneler" inşa eden -ve bu suretle modelin dışında kalanların anneliklerini de iptal eden- görüntüsüyle artık iyiden iyiye kupkuru bir samimiyet sergiliyor.
Anneliğin karar verilen bir süreç olması ısrarındaki görece kazanım, anneliği kadından başka bir biçimde teslim alan "Modern Geçerlilik Kıstasları"yla ellerimizden akıp gidiyor.
Anneliğin düzenlenmeye elverişli bir kurum olarak daraltılması talebi, sadece anne ve çocuk arasındaki ilişkiye değil, anne ve "erkek" arasındaki ilişkiye de el atıyor. Anneliğin gerektirdiği sorumluluklar, böylece, erkeğe "uğraşmasına gerek kalmadığı" sorumlulukların sınırını çizen şifreler halini alıyor.
"Evin masası gibi bir evin kadını" olmayı netleştiren bütün özellikler annelik vasfında birleşiyor. "İşe yarar kadınlık" olarak anneliğin ödülü işe yarar malzemelerle (tencere, tava, vs.) ölçülüyor -anne demek, bir noktadan sonra ev, aile demektir çünkü; hatta anne deterjandır, bulaşık bezidir, mobilyanın üstündeki "misafir örtüsü"dür.
Çocuk ve anne ve baba arasındaki ilişki mekan olarak ev, iletişim kıstasları olarak ise ailenin sınırlarına takılıp kalmakla sakatlanıyor. Fakat Annelik Kurumu anne-erkek-çocuk arasındaki düzenleme pratiğine ilaveten anneanne ve babaanne arasında, erkeği kollayan bir dengesizliği de öne çıkarır.
Her iki tarafın babasını "dede" olarak aynı kategoriye layık gören sunuş tarzı, erkeğin anasından (babaanne/kaynana) yola çıkarak anneanneye yeni ve daha alt bir kategori açar. Bu aynı zamanda "torunun sevgisi için" her iki kadın arasında başlatılan rekabetin de habercisidir.
"Hangi annenin daha çok anne olacağı" sorusuna verilen cevap, modern olduğu kadar milliyetçi talepleri de barındıran bir "Oğul Yetiştirme Projesi"ne tekabül eder. Anneliği salt doğurganlıkla hizaya getiren bu militan/milliyetçi söylemle annelik adeta devlet örgütünün bir parçası gibi cereyan ederek, onun sınırlarında düşünmeye endekslenir.
Şehit Anaları Derneği'nin internet sitesinde yer alan "Anneler gününde yaslı analar/Al bayrak içinde,buket sunarlar/ İnsan hakkı diye, nutuk atarlar/ Utanda artık sus,sus diyeceğim" dizelerini ya da Türk Anneler Derneği'nin Türklüğü anneliğin önüne bir sınıf geçme notu olarak yerleştiren mesajlarını kadınlık hallerinden taraf okuyabilmek, derinliği ile anneliği yüceltirken, koşulları ile onu daraltan bir acının yarattığı paradoksta oldukça çelişkili görünüyor.
Çocuğun asker ve erkek olması, evlat olmaklığını bu ikisine hizmet sınırına yüklerken; ilaveten, "çocuk yöneticiliği" düzeyinde ağırlaşan bir "çocuğun sahipliği" algısı, anneliği sadece kendi evladının annesi olan kadınlardan oluşan bir kurum olarak inşa ediyor. Dolayısıyla anneliği tesadüfi ama kesinlikle izafi olmayan bir ahval olarak okuyan bu kapsam darlığı "Çocuk Esirgeme Kurumu" ya da cadılık ile özdeşleştirilen "üvey anne" algısının da kapısını aralıyor. Çocuk böylelikle "herkesin çocuğu" olarak değil "öksüz" olarak toplumsal bir koruma(sızlık) ile muhatap tutuluyor.
Yıldız Hemşire'nin acısı ile diğer bütün annelerin acısı arasında bir hiyerarşi oluşturan siyasi annelik de, "rağmen bir kadınlığının" zorluğunu ve değerini taşıyan 3. bir cins olarak annenin dahil edilmediği politik bir anlam taşıyor. Oysa Zeynep Direk'in dediği gibi "Yaşamın kendisinde devleti, milleti, ülkeyi sınırları, politikayı, yerleşik ahlakı aşan ne varsa, annelik de aslen onunla ilgilidir; anneliğin aşkınlığı yaşamın içkinliğinde bulunur."
Konunun siyasi niteliği zayıfladıkça ise başat olan, "manken-gibi-anne" modelleri ile örnekleniyor. Cumhuriyet döneminin örnek kadın profiline uymayan örtülü analar da böylelikle, hem çocuk hem kariyer yapmayan" ortalama anneler olarak süper annelere göre daha "bakımsız" ve hala modernliğe erişemeyen beceriksiz analar olarak fotoğrafın dışında bırakılıyor. Çünkü en esaslı biçimini modernlikle netleştiren bu kurum içerisinde anneliğe, kariyer olmaksızın bir ödül yasağı konuyor. Modern annelerin mutluluğu ise, mümkünse beyaz dişli, açık tenli ve sarşına kaçan erkek tipinin görüntüsünden okunabiliyor. Ortalama anneler veya bu sınırın altında kalanlar ise "yoksulluğun" görüntüsü ya da ailenin muhtaçlığının kanıtı olarak "gözü yaşlı analar" statüsünde medyada yerini bulabiliyor.
Simone de Beauvoir'ın deyimiyle "insan türünü canlandırmak" olarak kadının anneliği, doğumdan hareketle insanlık, toprak ve doğa arasındaki irtibatın en olağan biçiminin sinyallerini verir. Öldürmek ve ölüm arasındaki ayrım annenin dilinde açığa çıkar. Diğer yandan "özür dilemeden kürtaj hakkını savunun bir hareketin" (Sharon Smith) tüm dünyada yaygınlaşması, özellikle pek çok yoksul ve işçi kadının ölümüne yol açan kürtajın bir kadın hakkı ve annelikle eşdeğer bir karar olarak önce çıkartılması için özellikle annelerin desteğine ihtiyaç var.
Çünkü kadınlığı anneliğin himayesine sokma siyaseti kadar, anneliği kadınlığın gölgesinde bırakma kopukluğu da patolojik ataerkil bir tehlike taşıyor. Özellikle son dönemlerde yaygınlaşan "hamile kadın pornosunu" da kürtaj hakkı ve onun çevresinde yürütülen tartışmaların kadınlar üzerindeki fiili baskısından yola çıkarak okumak gerekiyor. Bu anlamda feminist bir anne olma hali, kadınlık ve annelik arasındaki ilişkiyi sağlıklı bir şekilde yaşamaya en elverişli içeriği barındırıyor gibi görünüyor.
ayşe düzkan "bir insan, kendisi kalkıp da suyunu alabilecek yaşta başka bir insana su getirtmeye ancak aşk ve annelikle ikna olabilir. İkincisi kadınların başına geliyor, birincisi daha ziyade kadınlarda böyle tezahür ediyor" diyor. Anne olmak sanki gerçekten de "anne olunca anlarsın"la içeriğini kazanan bir aşkınlık hali gibi hiçbir zaman hakkı ödenemeyecek bir proje olarak karşımızda duruyor.
Benim de kendi anneme anneler günü hediyem minnetini ödemekte zorlandığım bir diğerkamlığın eksikliğini taşıyor elbet: Sen yağmurdan beni koşulsuz kaçırdın/ Bense küçücük bir ihtimal bulup ıslandım/ Rengimi bildire bildire büyüdüm ki/ hala haşarı kızcağzın kalayım...
Bütün annelerimin gününü cetvelsiz kutlar; anneliklerinin paylaşıldığı yemyeşil günler dilerim...(GE/EÜ)