Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD), Anneler Günü’nde ebevynlik izninden, ücretsiz kreşe taleplerini dile getirdi.
Kadın Ruh Sağlığı Çalışma Birimi adına Prof.Dr. Şahika Yüksel ve TPD Merkez Yönetim Kurulu adına Doç.Dr. Ayşe Devrim Başterzi yaptığı açıklamda şu talepler dile getirildi:
* Ülkemizde kadınların kendi istedikleri zaman ve kendi istedikleri sayıda çocuk sahibi olmaları için gereken tıbbi düzenlemelerin hızlıca yapılmalı, kadınların üreme sağlığı hizmetlerine kolay ve parasız olarak erişebilmeli.
* Annelik izninin yeniden gözden geçirilmeli ve gelecek kuşağı üreten kadınlara ve erkeklere gelişmiş ülkelerdekine benzer şekilde en az ilk 6 ay ebeveynlik izni verilmeli. Bu iznin ebeveynlerden birinin kullanmasına olanak kılınacak şekilde düzenlenmeli.
* Kamunun kullanımına açık, ücretsiz ve kaliteli kreşler, anaokullarının sağlanmalı.
* Erkeklerin de çocuk bakımı, ev işleri vs. konularda kadınlar gibi sorumluluk alabileceği toplumsal cinsiyet rollerini geliştirilmesi için anaokulundan itibaren uygun eğitimsel destek sağlanmalı. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için hazırlanan eylem planları hızla hayata geçirilmeli.
Açıklamanın tamamı şöyle:
Anneliğin, bir çocuğu doğurmanın ve büyütmenin kadınlar için oldukça haz verici, mutlu edici bir etkinlik olduğu tartışmasız kabulümüz. Ama bu keyifli uğraşın, toplumsal cinsiyet rolleri içinde kadınların ruhsal sağlıklarını derinden etkilediği göz ardı edilmemelidir. Henüz 3-5 yaşlarında kız çocuklarının eline bebekler tutuşturan ataerkil kültür her kadının mutlaka ‘anne’ olmasını emretmektedir. Ataerki, kadınları kontrol altına almaya çalışırken, sürekli olarak kadının tek kimliğinin ya da en ‘kutsal’ görevinin annelik olduğunu söylemektedir. Tüm toplumlarda halen annelik kadınların temel sosyal rolü ve kadınlığın temel göstergesi olarak kabul edilmektedir. Buna bazen dinle ilgili bazen çocukların psikolojisi ile ilgili gerekçeler göstererek kadınların anne rolü dışındaki kimliklerinin ortaya çıkmasını da baskı altında tutmaktadır.
Doğum kontrol yöntemlerinin gelişmesi, kadınların kendi yaşamlarını çekip çevirebilecek ekonomik, mesleki konumlara ulaşmaları sonunda çocuk doğurmayı hiç düşünmeyen kadınlar ortaya çıkmıştır ve bu çocuk arzusunun genel, evrensel ve içgüdüsel olmadığını göstermektedir. Kadınların annelik görevini üstlenmeleri, cinsiyete dayalı sosyal yapılanmada merkezi öneme sahiptir. Annelik, çocuk doğurma ve yaşamın ilk dönemlerinde onu emzirme ile sınırlı değildir. Çocukların her açıdan büyütülmesi, yetiştirilmesi, ‘topluma kazandırılması’ kadınların annelik görevleri olarak kabul edilmektedir.
Bir toplumu biçimlendiren temel şey, toplumun cinsiyete ve cinslere yüklediği rollere verdiği anlamdır. Cinsiyete dayalı işbölümü ataerkil sistemin hüküm sürdüğü toplumlarda ‘annelik’ üzerine kuruludur. Her toplulukta ev ve kamusal alan cinsiyetler arasında paylaşılmakta, çocuk bakımı ve bundan kaynaklanan sorumlulukları nedeniyle ev kadınların mekanı olurken, erkekler kamusal alana çıkmakta, gücün sahibi olmakta, sosyal yaşamı düzenlemekte ve politikaları belirlemektedirler. Kadınların ‘annelik’ görevlerini üstlenmeleri, erkek egemen sistemin yeniden üretimine ve yapılanmasına yol açmaktadır.
Annelik hamilelikle başlayan ve henüz başlamadan bile kadınların yaşamını değiştiren ciddi bir sorumluluktur. Gebelik döneminde kadınların ne yiyeceği, ne içeceği, daha önceki yaşam alışkanlıklarını ne düzeyde sürdüreceği aile bireyleri başta olmak üzere tüm toplum tarafından ciddi bir şekilde sorgulanır ve değiştirilir. ‘İyi’ bir gebe kadın, ‘sorumlu bir anne’ vaktinde yatar, uykusunu alır, beslenmesine çok dikkat eder, düzenli bir hayat sürer, kendini hiçbir şeye sıkmaz, üzmez, zararlı alışkanlığı yoktur. Kadınlardan gebe kaldıkları ilk anda gerçeküstü şeyler beklenir. Kadınların pek çoğu gebeliğin ilk anından itibaren kendisiyle ilgili her şeyden vazgeçerek kendisini çocuğunu adaması beklentisi altında ezilmektedir. Gebeliğe kadar çok sigara içen bir kadın, müjdeli haberi aldıktan sonra tek bir sigara içse kendini kınayan bakışlar altında bulur.
Gebelik döneminde depresyon başta olmak üzere ruhsal hastalıkların görülme sıklığı artar. Özellikle hazır olmadan, istemeden gebe kalmak kadınların ruhsal sağlıklarını derinden etkilemektedir. Tüm dünyada bir çok çift ya etkin olmayan doğum kontrol yöntemleri kullanmakta ya da doğum kontrolünü kadınların üstlenmesi beklenmektedir. Kadının hazır olmadığı anda gerçekleşen gebeliklerin sonlandırılması, ülkemizde giderek daha ciddi bir soruna dönüşmektedir. Başta ülkenin yöneticileri tarafından ‘Her kürtaj bir Uludere’dir’ söylemiyle kadınların istemediği gebelikleri sonlandırmaları sanki bir katliammış gibi hissettirilmekte ve kadınlara derin bir psikolojik şiddet uygulanmaktadır. Bunun yanında tecavüze maruz bırakılan kadınların bile bu tecavüz ürünü bebekleri sanki bir kuluçka makinesiymiş gibi doğurmaları beklenmekte, bunun kadınların ruhsal sağlığında oluşturacağı onulmaz yaralar görmezden gelinmektedir. Son bir yılda kadınların sağlık güvencelerini kullanarak devlet kurumlarında kürtaj yaptırmaları çok zorlaşmıştır ve bu durumun oluşturacağı ruhsal ve bedensel sorunların önümüzdeki yıllarda kadın gerek bedensel gerek ruhsal sağlığı ile ilgili ciddi sorun kaynağı olarak gündemimize geleceği açıktır.
Anneliği ‘kutsal’ olarak nitelendiren kültürün aslında kadınları ya da anneliği ‘kutsal’ görmediği açıktır; dünya üzerinde gebe kadınların yüzde 5-20’si eşi ya da tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılmaktadır. Ayrıca Türkiye’de 19 yaş ve altındaki genç kadınlar ve kız çocuklarının neredeyse beşte biri ilk çocuğunu doğurmuş ya da doğurmak üzeredir. Kendileri henüz çocukken çocuk doğuran bu kadınlar hem anneliğin ağır iş sorumluluğu altında ezilmekte hem de eğitim ve meslek edinme süreçleri yarıda kalarak, yaşamları boyunca daha düşük sosyal statüde yaşamlarını sürdürmeye mahkum edilmektedirler.
Anneliğin ilk ayları, ilk yılları yaşamdaki en stres verici ve en zorlu işlerden birisidir. Kadınlardan birdenbire yaşamlarını, uyku ritimlerini, enerjilerini bebeklere uydurması beklenir. Bir annenin sütünün olmaması, emzirememesi toplum tarafından büyük eksiklik olarak kabul edilir. Emzirmenin erken sonlandırılması da anneliğin becerilemediğine dair bir gösterge olarak kabul edilebilmektedir. Kadınların çok az uyuyarak çok fazla iş yaptıkları bu dönemde eğer çalışıyorlarsa ‘annelik izni’ kullanmaları da önemli bir sorundur. ‘Anneliğin’ ne kadar izin gerektirdiği ve bunu ne kadarını ne ölçüde ücretlendirileceğine hükümetler karar vermektedir. Bir yandan beş çocuk doğurması beklenen, çocuklarını mükemmel şekilde yetiştirmesi beklenen kadınlar bir yandan ne kadarını doğum öncesi ve sonrası dönemde hangi dönem ne kadar kullanmalarına karar veremedikleri 16 haftalık izinle başbaşa bırakılmaktadır. Doğum sonrası ücretli izin ülkemizde en fazla 13 haftadır ve bu gelişmiş ülkelerin bir çoğuna göre oldukça düşüktür. Ayrıca ülkemizde kamunun kullanımına açık, ücretsiz ve kaliteli kreşler, anaokulları da oldukça yetersiz sayıdadır. Kadınların ücretlerinin düşüklüğü de göz önüne alındığında özellikle çok çocuk doğuran kadınlar, evde oturdukları zaman ekonomik açıdan daha karlı duruma geçtikleri için çalışmayı bırakmaktadır.
İyi bir anne olma ölçütü salt çocuk gelişimi ile sınırlı değildir: iyi annelik anlayışı içinde ev işlerini de mükemmel şekilde yapmak, tüm zamanını çocuklarına ayırmak gibi gerçeküstü beklentiler yer almaktadır. Kadınlar anne oldukları anda sadece her 2-3 saatte bir acıkan, emzirilen, altı değiştirilen bebekle ilgilenmemektedir. ‘İyi annenin’ bir yandan çocuklarına eksiksiz bakması bir yandan evin tüm işlerini mükemmel /eksiksiz yerine getirmesi çok kez eve bir gelir de getirmesi beklenmektedir. Çocukların bakım ve beslenmeleri yanında duygusal, bilişsel ve sosyal açıdan gelişimlerini sağlamak annelerin görevi olarak kabul edilmektedir. Daha duygusal, daha kolay incinir ve daha mantıksız olduğu düşünülen kadınlar çelişkili bir biçimdebir çocuğun ahlaki ve fiziksel gelişiminden sorumlu görülmektedir. Çocuklar beklentileri karşılamadığında da suçlanan, sorumlu tutulan anne olmaktadır.
1997 yılında Avustralya’da yapılan bir çalışmada iyi annenin özellikleri şu şekilde sıralanmıştır; Çocuklarını seven ve onlara bakan, sabrı tükenmeyen, onlarla düzenli olarak ve isteyerek zaman geçiren, çocuğuna uygun şekilde rehberlik eden, çocuğun dikkatini doğru yerlere çeken, gelişmesi için doğru uyaranları sağlayan, her zaman sakin kalmayı başaran, iyi dinleyen, iyi iletişim kuran, çocuğun ihtiyaçlarına duyarlı ve onu iyi anlayan, yeterince disipline sokan, uygun davranışları öğreten, çocuğunu doyuran, temiz tutan, sorumlu, tutarlı, becerikli, öfkelenmeyen, enerji dolu, yaratıcı, mizah yeteneği gelişmiş.... Bu ayrıntılı listenin kendisi bile kadınlardan ne kadar çok, ne kadar sonsuz şeyler istendiğinin bir göstergesidir. Psikolojik gelişim kuramlarının desteğiyle de iyi annelik’ kendini çabucak ‘süper’ anneliğe dönüştürmekte ve gerçek yaşamda ‘süper anne’ olamadığını düşünen birçok kadın kendisini suçlu, beceriksiz hissetmektedir ve kötü bir anne olduğunu düşünmektedir.
Ayrıca 21. Yüzyıl medyasının filmlerde, reklamlarda, dizilerde yarattıkları anneler sanki gerçek dünyanın kadınları olarak kurgulanmaktadır; ekranlar hiç şişmanlamayan, her zaman bakımlı, yoğun işlerine rağmen çocuklarının her ihtiyacını eksiksiz, güler yüzle, karşılayan, kocası için de ideal eş ve çekici bir kadın olan kadın mitleriyle doldurulmaktadır. Ayrıca anneler günü yaklaştıkça ekranlar bu muhteşem ve harcadıkları bir yığın emek karşılığında ‘ufak’ bir hediye bekleyen kadın imajlarıyla kaplanmıştır. Her işi yapan, kendini çocuklarına adayan bu muhteşem anneliğin bedelini, ev işlerine çocuk bakımına bulaşmayan erkekler AVM’den alınan ‘pahalı’ bir hediye ile ödeyebilirlermiş gibi davranılmaktadır.
Çocuk doğurmanın ve emzirmenin biyolojik olarak kadınların tekelinde olduğu söylenebilir. Ama çocuk bakımı cinsler arasında paylaşılabilen bir iştir. Erkeklerde kadınlar gibi ve kadınlar kadar çocuklarını sevebilir, çocuklarına bakabilir, onları besleyebilir, altını değiştirebilir, onlarla zaman geçirerek, oyun oynayarak, yaşamın her anında yanlarında bulunarak ruhsal ve zihinsel gelişimlerine katkıda bulunabilir. Çocuk bakımı ile ilgili her işi, evin, evde yaşayan bireylerin temizlik, bakım, yemek işlerini iki cinsin bir arada yürütmesinin önünde biyolojik bir engel yoktur. Oysa bu işler ister ücretli olarak çalışsın, isterse çalışmasın kadınların sorumlu olduğu işlermiş gibi davranılmaktadır. Üstelik ev işleri, çocuk bakım işleri hiç bir şekilde ‘resmi iş’ olarak kabul edilmemekte, ücretlendirilmemekte görmezden gelinmektedir. Kadınların bu yoğun emeklerinin görülmemesi, ücretlendirilmemesi, takdir edilmemesi de bir başka yönden kronik bir stres faktörü olarak kadınların, annelerin ruhsal sağlıklarını bozmaktadır.
Sonuç olarak hemen her zaman hemen her toplumda olduğu gibi Türkiye’de de annelik, kadın olmanın, kadın kimliğinin temel parçalarından birisi olarak kabul edilmektedir. Kadınların anneliği aslında çok şeyle ilintilidir; aile yapısı, cinsler arasındaki ilişkiler, işlerin cinsiyetçi paylaşımı, aile içinde ve dışında toplumsal cinsiyet rollerindeki eşitsizlik, dini kurallar, cinsiyet rolleri üzerindeki ideolojiler vb... ‘Annelik’ kavramına yüklenilen sosyal ve kültürel anlam kadınların sürekli yüksek performans sergilemelerini gerektirmektedir. Annelikle ilgili beklenen ağır performans ve anneliğe atfedilen birçok mit kadınların bu yük altında ezilmesine ve birçok ruhsal hastalık geliştirmesine yol açmaktadır. Kadınlarda ruhsal hastalıklar erkeklerden 2 kat fazla görünmektedir. Bu hastalıklar gebeliğin başlangıcı ile doğumda daha çok görülmektedir ve evli kadınlarda bekar kadınlara göre daha fazla depresyon ortaya çıkmaktadır. (NV)