Afganistan’da Taliban’ın 15 Ağustos 2021’de yönetime gelişinin üzerinden dört yıl geçti.
O günden bu yana da kadınların ve çocukların hakları tırpanlandı deyim yerindeyse doğdukları topraklar, evleri cehenneme döndü.
Kadınların üniversite ve lise düzeyinde eğitim alması yasaklandı. Afganistan’da kadınlar ve çocuklar bunun gibi sayısız yasakla yaşamak zorunda bırakıldı.
Uluslararası Ceza Mahkemesi, Taliban hakkında “toplumsal cinsiyet temelli zulüm” nedeniyle tutuklama kararı verdi.
Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) gönüllüsü ve North Texas Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Özlem Altıok, Taliban’ın Afganistan’I işgalinin dirdüncü yılında Afganistan’daki son gelişmeleri özellikle kadınlar ve çocuklar açısından bianet için değerlendirdi.
“Kadınlardan korkuyorlar”
Kadınların hemşirelik ve ebe eğitiminden men edilmesi, anne ve çocuk sağlığı açısından ne gibi uzun vadeli krizlere yol açabilir?
15 Ağustos 2021’de yeniden iktidara gelen Taliban’ın yasaklar listesi çok uzun. Bu yasakların çoğu da direk olarak kadınların haklarını kısıtlıyor. Afganistan’da kurduğu gender apartheid sistemi kadınları ve kız çocuklarını kamusal alandan silmiş, hayatlarını cehenneme çevirmiş durumda.
Gender apartheid’ın anlamını, gerek uluslararası platformlarda kadın örgütlerinin, feminist hukukçuların, BM insan hakları raportörlerinin; gerek ülkemizde Eşitlik için Kadın Platformu’nun çabaları ile Afganistan’daki durumun gündemde tutulması ve değiştirilmesi için yapılan çalışmaları geçen seneki söyleşimizde anlatmıştım.
Afganistan dünyadaki anne ölüm oranlarının en yüksek olduğu ülkeler arasında. Afganistan’da kadınların sağlığa erişimi ve özelde anne ve çocuk sağlığında ciddi sorunlar hep vardı. Ancak Taliban’ın kadınları hemşirelik ve ebe eğitiminden men etmesiyle bu sorunlar derinleşti ve daha da vahimleşti.
Bugün Afganistan’da her iki saatte bir kadın hamilelikle ilgili komplikasyonlardan dolayı hayatını kaybediyor. BM, Afganistan’ın temel anne bakımı ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için en az 18.000 ek ebeye ihtiyaç duyduğunu tahmin ediyor. Taliban’ın kadınları tıp, hemşirelik ve ebe eğitiminden men etmesiyle beraber bu ihtiyacın karşılanamayacağı ortada.
Afganistan’ın eski Sağlık Bakanı Wahid Majrooh’un bu yıl Lancet’te basılmış bir yazısında belirttiğine göre, “2001’de her 100.000 canlı doğumda 1600 ölüm olan anne ölüm oranı, 2021’de her 100.000 canlı doğumda 638 ölüme geriledi.” Bunda kadın sağlıkçıların ve özelde ebelerin emeğinin çok büyük olduğunu belirtmek gerekir.
Örneğin Afganistan’daki Ebeler Birliği’nin başındaki Zahra Mirzae. Mirzae, Taliban’ın doğum kliniklerine yaptığı saldırıları, bu saldırılarda katledilen hamile kadınları ve bebekleri, her şeye rağmen doğum sırasında anne ve bebeğini terk etmemiş ve bu yüzden yanarak ölmüş ebe meslektaşı Maryam’ın hikâyesini aktaran kişi. 2021 sonrası Afganistan’ı terk etmek zorunda kalan kadınlardan…
Afganistanlı kadınların ve kız çocuklarının tıp, ebelik ve hemşirelik eğitiminden dışlanması – diğer Taliban yasaklarıyla da beraber düşünüldüğünde – kadınların temel sağlık hizmetlerine erişimini daha da kısıtlayacak, kendi iradelerini zayıflatacak, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirecek ve Afganistan’da anne ve çocuk sağlığı sonuçlarını kötüleştirecektir.
Kadınların NGO’lar ve BM gibi kurumlarda çalışmasının yasaklanması, insani yardım süreçlerini ve toplumun genel refahını nasıl zedeliyor?
Bu yasaklar, öncelikle kadınların kamusal hayatta var olmasını engellediği ve kadınların ekonomik güvencesizliğine yol açtığı için hem doğrudan kadınları hem de ailelerini etkiliyor. Özellikle kırsal ve ücra bölgelerde, yardım kuruluşlarının raporlarından da gördüğümüz üzere, kadınlara insani yardım ulaştırılmasında ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Ailenin geçimini bir erkeğin sağladığı varsayıldığında, bu “modele” uymayanlar — eşi ölmüş veya çalışamayacak durumda olan kadınlar, hiç evlenmemiş kadınlar, yetim kalmış kız çocukları ve sadece kadınlardan oluşan haneler — elbette ki çok ciddi zorluklarla karşılaşıyor.
Parklar, spor salonları, hamamlar, güzellik salonları gibi kadınların sosyal alanlarının kapatılması, toplumsal hafıza ve kadın dayanışması üzerinde nasıl bir erozyon yaratıyor?
Georgetown Üniversitesi Kadın, Barış ve Güvenlik Enstitüsü’nün hesaplamalarına göre, Taliban’ın 2023’te güzellik salonlarının kapatılması yönündeki emriyle 60.000 kadın işini ve ekmeğini kaybetti. Zaten halkın yoksullukla boğuştuğu bir ülkede, özellikle kadınları ekonomik olarak daha da yoksullaştırmak demek bu.
Ayrıca, kamusal alanlarda kadınların birbiriyle konuşmasını, dertleşmesini ve örgütlenmesini engelleme gibi bir etkisi de var; bu da en az ekonomik kayıp ve işsizlik kadar önemli.
Taliban’ın burada neyi hedeflediği çok açık: Kadınların güçlenmesini ve dayanışmasını engellemek. Çünkü kadınlardan korkuyorlar. Psikanalize girmek ya da dinî metinleri yobazca yorumlayan dünya görüşlerinin bu korkudaki payına dair bir şey söylemek istemiyorum ama özetle, kadınlardan ödleri kopuyor.
“Kadınlar toplumsal hayattan koparılıyor”
Erkek çocukların Taliban propagandasıyla kendi annelerini veya kız kardeşlerini ihbar etmeye teşvik edilmesi, Afganistan’da gelecek nesillerin toplumsal değerleri açısından ne gibi tehlikeler barındırıyor?
Burada birkaç önemli nokta öne çıkıyor. Öncelikle, Taliban’ın yasakları tek başına ve etkin bir şekilde uygulamakta başarılı olamayacağını söyleyebiliriz. Yasaklar öylesine akıl almaz boyutlarda ki, yalnızca kadınlar değil, toplumun geri kalanı da yönetimin meşruiyetini sorguluyor.
Bu durumda Taliban, yasakların uygulanmasını erkek aile fertlerine devrederek kendi işini kolaylaştırıyor ve sorumluluğu dolaylı olarak başkalarına yüklüyor.
Diğer yandan, Taliban kafasında olmayan erkekleri ve aile içindeki erkeklere zarar gelmesini istemeyen kadınları da zapturapt altına alıyor.
Bu, hem toplumsal kontrolü güçlendiren hem de muhalefeti sindiren bir strateji işlevi görüyor. Ayrıca, hükümette ve karar alıcı pozisyonlarda kadınlara asla yer vermemelerine rağmen, kadınları gözetleme ve ihbar mekanizmasının bir parçası olarak kullanmaya çalışıyorlar.
Böylece yasakları uygulama yükünü kadınlar üzerinden dolaylı olarak tahsis ediyor ve toplumsal denetimi kadınların rolü üzerinden sürdürmeye çalışıyor.
Bu politikalar, kadınların toplumsal ve politik alanlardan tamamen dışlanmasının yanı sıra, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiriyor ve kadınların kendi iradelerini kullanabilme kapasitesini ciddi şekilde kısıtlıyor. Özellikle sağlık ve eğitim alanında etkileri yıkıcı.
Taliban’ın yasakları, kadınların temel sağlık ve eğitim haklarına erişimini kısıtlamanın ötesinde, Afganistan’daki sosyal refahın ve yaşam standartlarının genelini de olumsuz etkiliyor. Kadınların akıl ve ruh sağlığını da özel olarak etkiliyor. Bunu vurgulamak şart. Taliban yasaklarını okudukça, düşündükçe deliriyor insan. Ya bizzat yaşasak?
“Çocukların eğitimden uzakkalştşrılmasını afişe etmek gerek”
Taliban’ın kız çocuklarına ortaokul sonrası, kadınlara ise üniversite eğitimi yasağı getirmesinin, Afganistan’ın gelecekteki sosyo-ekonomik yapısını nasıl etkileyeceğini öngörüyorsunuz?
Taliban’ın yeniden başa geldiği 15 Ağustos 2021’de, ilkokul sonrası yaz tatilinin bitmesini ve okula dönmeyi bekleyen bir kız çocuğunu düşünelim. Şimdi bu kız çocuğu 15 yaşında ve dört yıldır belki erkek kardeşi veya komşusu okula giderken, kendisi evde. Dışarı çıkması yasak. Parka gitmesi yasak. Ancak belki ablası veya annesinin dikim, halı, yemek gibi işleri varsa, evden yürüttükleri bu işlerde ona yardımcı olabiliyor.
Kadınların çalışabildikleri, üretebildikleri alanlar genellikle ev bazlı bu tür işler ile sınırlı. Şimdi böyle yüzbinlerce kız çocuğu olduğunu düşünelim.
Bir defa, bu kız çocukları eğitim hakkından ve sosyalleşme ile dayanışma kültürünü besleyecek etkinliklerden planlı olarak men ediliyorlar. Bu durum, sosyo-ekonomik anlamda ciddi bir kayıp yaratıyor. Bu insanlar, temel insan haklarından mahrum kalıyor ve toplumun refahına katkı sağlayacak birer yetişkin olma imkanından mahrum bırakılıyor.
Yaratıcı enerjileri, üretkenlikleri, hayalleri ve umutları özellikle baltalanıyor. Taliban’ın hedefi, kız çocuklarının genç yaşta evlenmesi, çocuk yapması ve mümkünse Taliban askeri veya neferi olacak bir erkeğin buyruğu altında yaşaması. Afganistan’da yaşanan bu durumların Türkiye’de bugünlerde olan bitenle ilişkisine ise en sonda değineceğim.
Parasto Hakim’in liderliğindeki yeraltı okulları uzun vadede Afgan toplumunun direniş kapasitesine nasıl katkı sağlar? Bu tür faaliyetlerin kadın ve kız çocuklarının dayanışma duygusu üzerindeki etkisini nasıl yorumlarsınız?
Parasto Hakim öncülüğünde kurulan yaklaşık 15 yeraltı okulu olduğunu biliyorum. Eminim başka yeraltı okulları da vardır. Çünkü Afganistan’daki kadınların çoğu, eğitim hakkı, çalışma hakkı ve hareket özgürlüğünden men edilmeyi kabul etmiyor. Hangi ülkede oldukları fark etmiyor; kadınlar her yerde ve her koşulda mücadele ediyor. 2021’e gelindiğinde, Afganistan’da eğitim ve kadınların siyasette ve yargıda temsili anlamında elde ettikleri kazanımlar, bu mücadeleye yön veriyor ve vermeye devam edecek, eminim.
Taliban’ın iktidarı ele geçirmesinden önce Afgan parlamentosunda 63 kadın bulunuyordu; dokuz kadın bakan veya bakan yardımcısı düzeyinde görev yapıyordu.
Şimdi bu sayı sıfır. Afganistan’ın yargı sisteminde 280 kadın hâkim ve 500’den fazla kadın savcı vardı. Şimdi onlar da yok. Ülke genelinde 2.000’den fazla sahibi kadın olan küçük ve orta ölçekli işletme bulunuyordu ve bunların pek çoğu kapatıldı. Ayrıca, binlerce okulda öğretmenlik yapan kadınlara evin dışında çalışmak yasak. Taliban öncesinde okullarda ders veren binlerce öğretmen kadının evin dışında çalışması yasak!
Ama elbette neler yapabileceğini bilen kadınlar ve başka bir hayatın mümkün olduğunu gören kadınlar bunlar. Bence onların yeraltı okulları kurması, oralarda pek çok riske rağmen öğretmenlik yapması ve kız çocuklarına umut olmaya çalışması şaşırtıcı değil.
Afghan Geeks ve Vision Online University gibi dijital inisiyatiflerin sürdürülebilirliği ve erişilebilirliği ne düzeyde? Taliban bu girişimleri engellemek için hangi yöntemlere başvurabilir?
Bu iki insiyatifle ilgili detaylı bilgim yok. Ancak yakın zamanda kendisini “teknolojist” olarak tanımlayan Sara Wahedi’nin bir konuşmasını dinledim ve söylediği bir şeyi paylaşabilirim. Yazılım programları ve her ülkenin teknolojik altyapısı, neyi nasıl kullandığı aynı değil. Kriz yaşanan ülkelerde, o ülkelerdeki yazılımcıların desteklenmesinin önemine değiniyordu.
Ben de üniversitede ders verdiğim için şunu söylemek istiyorum. Kovid pandemisinde alelacele öğrendik ve mecbur kalınca çevrimiçi ders vermeye başladık. Ancak pandemi sonrası bir an evvel yüz yüze eğitime dönmek için can atıyorduk; hem bizler hem öğrencilerimiz.
Çevrimiçi toplantıları mümkün kılan teknolojiler faydalı – ve bazı derslerde kullanılabilir de – ama eğitimin sadece bu şekilde olmasını ben düşünemiyorum. Şimdi giremeyeceğim pek çok sebepten dolayı, hiçbir akademik programın sadece çevrimiçi yürütülmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Konumuz açısından daha da önemlisi, Afganistan’daki kız çocuklarının ve kadınlarının eğitimden uzaklaştırılmasını normalleştirmemek ve Taliban’ı her ay, her gün afişe etmek; bu yasakların kaldırılmasına zorlamak gerektiğini düşünüyorum.
Yazık ki bu yapılmıyor. Türkiye’de Afganistan’daki “gelişmeleri” öve öve bitiremeyenler bile var!
“Eşitlik ve laiklik herkese lazım”
Bu direniş biçimlerini sürdüren kadınlar, mevcut baskı ortamında psikolojik olarak nasıl desteklenebilir? Uluslararası toplumun bu alandaki rolünü nasıl görüyorsunuz?
Az önce, daha önce öğrenci, öğretmen, hukukçu vb. olarak çalışan kadınların mücadele etmeye devam edeceğini ve bunu daha genç nesillere de öğreteceğini söylemiştim. Tabi mevcut yasakların yarattığı daha karanlık bir tablo da var: ciddi bir akıl sağlığı sorunu. Afganistan’da depresyon, anksiyete ve hatta intiharların arttığına dair raporlar bulunuyor.
Bence uluslararası toplum derken mevcut devletlerarası kurumlardan bahsediyorsak, bunların yetersizliği ve acınası durumu, bugün Gazze’de yaşanan soykırım ile gözler önüne seriliyor. Ama farklı ülkelerin, bölgesel blokların ve belki üniversiteler gibi kurumların atabileceği adımlar da var.
Örneğin, bu yeraltı okullarını ele alalım. Baskının gölgesi altında gizli faaliyet göstermeleri gerekiyor, fakat bu okullar ile Afganistan dışındaki üniversiteler arasında bir iletişim ve “diploma tanıma” gibi bir anlaşma söz konusu olabilir mi? Bunun altyapısını oluşturmak için atılacak adımlar, baskı ortamında tek başlarına mücadele veren kadınlara büyük destek sağlayacaktır.
Diaspora, sivil toplum ve uluslararası örgütlerin desteğiyle bu direniş hareketlerinin etkisini nasıl artırabiliriz? Somut aksiyon önerileriniz nelerdir?
İlk olarak, direniş hareketlerinin varlığından haberdar olmak, bunları duyurmak ve Afganistanlı kadınların Taliban’ı ve yasaklarını kabul etmediklerini yılmadan ifade etmek zorundayız. Kendi ülkemizde ve çevremizde bulunan Afganistanlı kadınlarla dayanışmak da son derece önemli.
Uluslararası Ceza Mahkemesi geçen ay (Temmuz 2025’te), toplumsal cinsiyet temelli zulüm (gender-based persecution) suçundan dolayı Taliban yönetimi hakkında tutuklama kararı verdi. Ancak Türkiye’nin de aralarında olduğu pek çok ülke, Taliban yönetimini meşrulaştıran ziyaretlere, iş anlaşmalarına ve benzer adımlara devam ediyor. Bu tür faaliyetlerin son bulması, Taliban’ı zayıflatır ve Taliban’a karşı direnişi güçlendirir.
BM yetkililerinin kolaylaştırıcılığında yapılan, Taliban’ın dayatmasıyla hiçbir Afganistanlı kadının masada bulunmadığı Doha’daki müzakerelere bakınca, direnen kadınlar umutsuzluğa kapılmamış mıdır? Kadınların barış ve savaş sonrası yeniden inşa süreçlerine katılımını öneren BM Güvenlik Konseyi 1325 Kararı ve Pekin Deklarasyonu gibi belgeler var; ancak bunların pratiğe uygulanması, hep başka “güvenlik” meselelerine kurban ediliyor. Peki ya kadınların güvenliği?
Afganistan’daki kadınları uzaktan çalışma imkânlarıyla desteklemek, onları öğrenci veya konuşmacı olarak sınıflara davet etmek, eğitimi ve çalışma hayatını daha kapsayıcı hâle getirir. Bunu söylüyorum; ancak diğer yandan uluslararası örgütler ve sivil toplumda şu anda ciddi bir sıkıntı sarmalı var.
Trump hükümetinin öncülüğünde – ve diğer pek çok ülkenin de açık katkısıyla – kadın haklarına yönelik saldırılar, doğrudan toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine çalışan sivil toplum örgütlerinin ve uluslararası kurumların etki alanını da daralttı. Daraltıyor.
Global feminist hareketler, Afgan kadınlarının bu dayanışma ve direnişini nasıl daha etkin görünür kılabilir? Uluslararası izleme ve eylem mekanizmalarına yönelik önerileriniz neler?
Afganistanlı kadınlar ve onlarla dayanışma içinde olan feminist hareketler, Ekim başında Madrid’de “Afganistan Kadınları için Halk Mahkemesi” düzenliyor. Bu halk mahkemesinde Afganistanlı kadınların tanıklıklarına yer verilecek. Uluslararası ceza hukuku konusunda uzman savcılar, hukukçular, sivil toplum aktivistleri ve insan hakları savunucuları da dinlenecek. Mahkeme canlı olarak da yayınlanacak.
Bizler de bu yayını izleyebilir ve konuyu gündemde tutarak Afganistanlı kadınlarla dayanışmaya devam edebiliriz.
Afganistan’daki duruma, Türkiye’de bugün olan bitenlerle beraber baktığınızda neler söylersiniz?
Afganistan’da (ve aslında onyıllarca o ülkeyi işgal etmiş olan ABD’de) bugün yaşananlar bize şunu net olarak gösteriyor. Kadınların kazanılmış haklarımız asla güvende değil. Eşitlik ve laiklige yapılan saldırılara karsı, sanki hayatlarımız buna bağlıymışcasına tetikte olmamız gerekiyor. Çünkü öyle.
Talibanlaştırılmaya çalışılan “yeni Türkiye”deki bir güncel habere bakarsak:
Erdoğan’ın eski danışmanlarından, şimdiki Yeni Şafak yazarı AKP’li Yasin Aktay bu hafta yaptığı bir açıklamada "Afganistan gelmek isteyenler için dünya cenneti bir yer; insanıyla, tabiatıyla, Allah’ın bahşetmiş olduğu bütün nimetleriyle."
Taliban’ın kadınlar için cehenneme dönüştürdüğü Afganistan’ı cennete benzeten erkeklere sormak lazım, o cennette yaşamak isterler mi?
Afganistan’daki durumun vehameti çevre ülkelere göçmek zorunda kalan milyonlarca Afganistanlı mülteciye bakarak açıkça görülebilecekken, 2025 senesinde Pakistan ve İran bu mültecileri zorla sınır dışı ederken, insan hakları kurumları bunun o mülteciler için – bilhassa kadınlar ve kız çocukları için – doğuracağı vahim sonuçlara karşı uyarılar yaparken Afganistan’ın “dünya cenneti” olduğunu savunmak ne anlama geliyor?
EŞİK gönüllüsü avukat Hülya Gülbahar’ın tespitiyle: “Kadınların cehenneminin erkeklerin cenneti olduğunu itiraf etmek de, patriarkanın pişkin ve küstah yüzü.”
Kuruluşundan beri laiklik ilkesi ile beraber iğreti bir varoluşu olan ve bugün pek çok bakanlıktan yüksek bütçeye sahip Diyanet, 1 Ağustos 2025 tarihli hutbesinde, “edep” ve “haya” anlatıyor, kadınlara kamusal alanlarda nasıl giyinmeleri gerektiğini söylüyor.
Diyanet’in söz konusu hutbesi de, başta eşitlik ve laiklik olmak üzere Cumhuriyet ilkelerine süregiden saldırıların bir parçası. Hutbede her ne kadar “Allah’ın hayâ ve iffet konusunda erkeğe ve kadına yüklediği sorumluluk aynıdır” dense de kadına ayrıca yüklenen sorumluluk hutbede açıkça belirtilmiştir: “Kendiliğinden görünen yerler dışında ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar...” Hutbede ek olarak “Uygunsuz kıyafetlerle toplumsal alanlarda, hele hele kurumsal özelliği olan mekânlarda bulunmak asgari ahlak kurallarına bile meydan okumaktır. Bu, çağdaşlık değil, ilkelliktir. Ahlak ve edep ölçülerinin çiğnenmesine sessiz kalan herkes büyük bir vebal altındadır” denerek (kadınların) “uygunsuz” tabir edilen kıyafetlerle toplumsal alanlarda bulunma hak ve özgürlüklerine saldırılıyor.
Afganistan’daki Taliban’dan ve yasaklarından bahsettik. İran’daki teokratik rejimi ve bunun kadınlar için ne anlama geldiğini unutmayalım. Mahsa Amini, İran ahlak polisince başörtüsü takmadığı için değil, “uygunsuz şekilde” taktığı için tutuklanmış ve öldürülmüştü. Sanatçı Gülşen örneğinde olduğu gibi, dini konular söz konusu olduğunda özrü dilenmiş bir şaka için dahi insanların hapse atıldığı; dinle ilgili konuları özgürce tartışmanın imkânsız kılındığı; devlet politikası ve bütçesinin Diyanet İşleri Başkanlığı ağırlıklı belirlendiği; LGBTİ+’lara ve kadın örgütlerine karşı devlet destekli gösterilerle nefret kampanyaları yürütülen bir ortamda Diyanet bu hutbesi ile topluma - tabi ki aslında kadınlara - tabir-i caizse “ayar veriyor.”
Ne var ki belli bir dinin belli bir mezhebinin ataerkil yorumu olan bu hutbeler ve söylemlere kadınların karnı tok. Toplumun farklı kesimlerinden, farklı siyasi görüşlerden pek çok kadının bu hutbeye gösterdiği tepki kadınların haklarından, eşitlik ve laiklik ilkelerinden vazgeçmeyeceğinin kanıtı. “Diyanet’in hutbesi laikliğe aykırı... kadınların üzerinde denetim kurmak, giyim tarzını ‘haram’ ilan etmek... düpedüz baskıdır, cinsiyetçiliğin kurumsal dilidir,” diyerek hutbeye tepki gösteren CHP Genel Başkan Yardımcısı Aylin Nazlıaka’ya yönelik gerici ve cinsiyetçi tepki ve saldırılar Cumhuriyet’in en temel ilkeleri olan eşitlik ve laikliğe savaş açmış olan iktidarın destekçilerinin de azımsanamayacağını gösteriyor. Gazeteci-yazar Berrin Sönmez’in “Diyanet’in ve iktidarın gittiği yolu, zulmün yolunu reddediyorum” diyerek başörtüsünü çıkarması, Diyanet’in hutbesinin başörtülü dindar kadınları da rahatsız ettiğini göstermesi açısından ayrıca önemli.
Laikliğe yapılan saldırılar, otomatik olarak eşitlik ilkesine de yapılmış saldırılar. Çünkü zaten belli bir dinin belli bir mezhebinin belli bir yorumu öncelenince “toplumsal alanlarda” “kurumsal mekanlarda” bu din/mezhep/yorum diğerlerinden üstün sayılmış oluyor. Laiklik ilkesinden verilen tavizlerin faturası önce ve en ağır olarak kadınlara ödetilir. Hep böyle olmuştur. Bu yüzden de kadınlar eşitlik ve laiklikten vazgeçmiyor. Vazgeçemez. Vazgeçmez.
Çünkü eşitlik ve laiklik belli bir grup kadına değil, illa ki kendini feminist olarak tanımlayanlara değil, sadece kadınlara da değil, herkese ama herkese lazım.

BM: Taliban döneminde 218 eski hükümet çalışanı öldürüldü

Taliban 'İslami değerleri ihlal ettiği' iddiasıyla iki televizyon kanalını kapattı
(EMK)














