"Türkiye Freestyle King" ünvanı sahibi, Facebook ve Youtube üzerinde 120 binden fazla takipçisi olan, şarkıları ve videoları milyonlarca kez tıklanmış, iki sezondur Gençlerbirliği Spor Kulübü'nün büyük beğeni toplayan resmi şarkılarında imzası olan Ezhel, Kasım ayında VooDoo Records'tan çıkaracağı albümüyle Türkiye müzik piyasasına hızlı bir giriş yapacağa benziyor.
Ezhel ile müziğe, rap’e nasıl başladığını, “battle” kavramını, Kasım ayında çıkaracağı albümü ve Gezi direnişini konuştuk.
“Beş yaşımda gitar verdiler elime”
Müzik yapmaya nasıl başladığını anlatır mısın?
Müzik kendimi bildim bileli hep hayatımdaydı. Annem devlet sanatçısıdır; dünya ve Anadolu halk dansları sanatçısı. Aynı zamanda değişik dillerde şarkılar da söyler. Dayım da profesyonel olarak sahne sanatlarının içinde, ses ve ışık tasarımcısı, aynı zamanda iyi davulcudur. Onların çevresiyle büyüdüm hep.
Beş yaşımda keman verdiler elime, ilk çalgım odur. Gitarı da ortaokuldayken dayım almıştı. Arkadaşlarımdan akorları öğrendim… Yüzde yüz hakim değilim tabii gitara ama özellikle rap dışında beste yaparken en çok gitar kullanıyorum…
Rap ile nasıl tanıştın?
İlkokuldayken bizim evde televizyon yoktu. Bir arkadaşımın evindeki televizyonda, MTV diye bir şey olduğunu gördüm. Marilyn Manson’ı da ilk o gün görüp çok şaşırmıştım. Daha sonra D12 çıktı (Eminem’in eski grubu)… Purple Pills adlı şarkısıydı hatta… Müzik, tipler, kıyafetleri, havaları falan çok hoşuma gitmişti. “Bu neymiş yahu?” dedim. Çocukça bir merakla, özenmeyle başladı yani… Rap’in ne olduğunu bilmiyordum. Sonra araştırıp dinlemeye başladım, hem hakim ABD Rap’ini hem de Türkiye’de de ünlenmeye başlayan isimleri. Ortaokulda iyice takip ediyordum artık. Kasetler dönüyordu arkadaş çevresinde, CD daha popüler olmamıştı. Ceza, Silahsız Kuvvet falan… Liseye geldiğimde de şarkı söylemeye başladım.
“Manav, trafik, inşaatlar, kızlar, polisler…”
Sonra da sokakta mı söylemeye başladın?
Evet. Ama hiçbir zaman sadece rap ile uğraşmadım. Lisede müzisyen arkadaşlarım vardı. İnsan kendine benzeyen tipleri hemen bulur ya; biz de bulduk işte birbirimizi… Onlarla biraz Blues biraz Latin havaları falan çalmaya başladık. “Sokağa çıkalım, biraz yol alınca, hem para da kazanırız belki” dedik. Gerçekten de öyle oldu… Hem eğlendik hem müziğimizi geliştirdik ve para da kazandık.
Bir yandan da Rap devam ediyordu. Gördüğüm her şeyle ilgili sürekli kafamdan bir şeyler yazıyordum. Manav, trafik, inşaatlar, kızlar, polisler… Her şey işte…
2011 yılında gelen “Freestyle King” ünvanına böyle hazırlandın demek… Bilmeyenler için “battle” kavramını ve yarışma sürecini anlatır mısın?
“Battle”a kapışma diyebiliriz. İki rap söyleyen adamın, doğaçlama yaparak, mümkün olduğunca hızlı söyleyerek, birbirine karşı üstünlük kurmaya çalışması. Bunlara “şarkı” diyemeyiz aslında. Çünkü hedef karşındakidir, teknik olarak üstünlük kurmaya çalışırsın, onun zayıflıklarıyla uğraşırsın, tarzıyla dalga geçersin falan. Bol bol küfür edilir genellikle, günlük yaşantıda asla kullanmadığınız küfürleri o sırada kullanmanız gerekebiliyor. Küfür edildiği yerde kalır…
Eminem’in filminde görmüştüm ilk kez battle olayını. Hemen ertesi gün okula gidip Freestyle söylemeye başlamıştım. (gülüyor)
Sürekli pratik yapıyordum söylediğim gibi. Daha sonraları aynanın karşısına geçip, “battle” konusunda da çalışmaya; kendi kendime saldırmaya başladım. Kendi zayıf noktalarımla ilgili şeyler söyleyip durdum. Bunun da çok faydasını gördüm. Bu sayede bir kapışma sırasında bana nerelerden saldırılabileceğini tahmin etmeye başladım. Bu hem hatalarımı düzeltmeye hem de düzeltemediklerime karşı çabuk cevap verebilmeme yardımcı oldu.
Freestyle King yarışması Türkiye’nin her yerinden kendine güvenen rapçilerin bir araya gelip kapıştığı bir organizasyon. Kimin kazanacağına izleyiciler karar verir.
İlk Freestyle King yarışmasında birinci, Da Poet oldu 2007’de. Ben de şarkılarımı kaydedip yayınlamaya başlamıştım. İnsanlar da ilgi gösteriyordu şarkılarıma. Şeyinşah ile karşılıklı söylediğimiz videolar falan epey ilgi görmüştü. İnsanlar benim iyi doğaçlama yaptığımı söylemeye, yazıp çizmeye başladı. Biraz yükselmeye başlayınca Freestlye King yarışmasına katılmaya karar verdim. Kazandım… Tekrar katılmayı da düşünüyorum. Benden sonra da Şeyinşah kazandı. İronik oldu aslında. Çünkü ilk freestyle videom Şeyinşah ile çıkmıştı. Şimdi tekrar yarışmada karşılaşırsak iyi olacak. Ayrıca bir de projemiz var. Da Poet, Şeyinşah ve ben birlikte bir şeyler yapacağız.
“Aklı bir karış havada olan kimse”
İsimlere girmişken, Ais Ezhel adı ne anlama geliyor?
Ais aslında İngilizce buz anlamına gelen “ice” kelimesinden geliyor. Ancak internet aramalarında kolay bulunsun diye Ais yaptım ben onu. Çok düşünülmüş bir şey değil, biraz ergenlik ismi gibi kalsın istiyorum aslında. Artık sadece Ezhel’i kullanacağım. Ezhel de Osmanlıca’da “aklı bir karış havada olan kimse” anlamına geliyor.
VooDoo adlı bir şirketiniz var… Nedir VooDoo, neler yapar?
Voodo’dan önce başka stüdyo denemelerimiz de oldu. Ancak yaşımız daha küçüktü, ekonomik olarak döndüremedik. Sonra Onur (DJ Suppa) ve Nijeryalı Dapo ile tanıştım. Beraber bir stüdyo kurmaya niyetlendik. Ben Suppa’nın da kafa yapısını gördükten sonra, artık profesyonel olarak stüdyo işine girişebileceğimize ikna oldum. Üç yıldır birlikte çalışıyoruz. Zamanla kendimizi geliştirdik. Birbirimize gayet iyi uyum sağladık, çıkardığımız işleri insanlar da çok sevdi. Kendi aramızda bir fikir atölyesi kurduk bir nevi. Kendi içimizde değişik bölümler oluşturduk, müzikle ilgili alt yapı işleriyle Suppa ve ben ilgileniyoruz. Tüm görsel işlerimizle fotoğrafçılık bölümünde okuyan Aga B ilgileniyor. Herkes bir ucundan tutuyor yani. Beraber devam edeceğiz. Spade (Cem) de aramıza katıldı, iyi sözler yazıyor, doğaçlaması da çok iyi. Bir de Perz (Onur) var, bize göre daha genç ama oldukça yetenekli ve kendini sürekli geliştiriyor. Hepimiz birbirimize bir şeyler katıyoruz. Topluluğumuzu daha da geliştirip, müziğe ve Ankara’ya daha fazla değer katmak istiyoruz. Olabildiğince geniş düşünüyoruz, elimizden geldiğince de çemberimizi genişletmeye çalışıyoruz. Voodo Ankara için çok şey yapmak ister; çocuklar için, gençler için… Olanağımız arttıkça sosyal işlere de el atmak istiyoruz…
“Anadolu’nun kökleri de hayli derinlerde”
Rap dışında, oldukça iyi Reggae şarkıların da var. Afra Tafra grubuyla da hem kendi bestelerinizi, hem dünyadan Reggae örneklerini, hem de Anadolu türkülerini dinleyicilerinize bir arada sunuyorsunuz. Özellikle türküler konusunda, bu tür “harmanlara” soğuk bakan pek çok dinleyicinin ve müzisyenin bile takdirini topladığınız görülüyor. Türküler aile yadigarı olsa gerek, peki Reggae nereden geliyor?
(Gülüyor…) Evet evet… Rap’in dışında değişik pek çok müzik dinledim, dinlerim. Ama çocukluğumdan beri giyim kuşam olarak kendimi hep hip-hop kültürünün içinde hissettim, çünkü onu seviyorum. Dayım ve eski resim öğretmenim müziğe olan ilgimi bildiklerinden bana hep “Bob Marley dinledin mi?”, “Hadi artık bir Bob Marley dinle” (gülüyor) gibisinden şeyler söylüyorlardı. Kafamda hep bir Bob Marley…
Anıttepe’de otururken Hollandalı bir karşı komşumuz vardı. İlk kez onun evindeki CD’lerden dinledim. Müziğin ritmine, şarkı sözlerine hayran oldum. Çok etkilenmiştim. Hatta hip hop ile birlikte beni tamamladığını hissettim bu müziğin. Sonra Rastafaryan ve Reggae kültürünü araştırmaya başladım, diğer büyük Reggae gruplarını keşfettim. Bir yandan da ailem nedeniyle sürekli halk müziği ile büyüdüm. Az önce söylemeyi unutmuştum; anneannemin halk müziği konusundaki derlemeleri hala TRT arşivlerinde, hala ismi çıkar kaynak kişi olarak. Durum bu olunca evde bir yandan da sürekli halk müziği konuşulup dinleniyor. Reggae ve halk müziği de kafamda dolu dolu kendine yer ettikten sonra, gitar çalıp söylerken kendi kendine Anadolu Reggae gibi bir şeyler çıkmaya başladı. Aslında ikisi de Reggae ağzıyla “Roots”… Yani, kökler… Anadolu’nun kökleri de hayli derinlerde. Halk müziği dinlerken, dinlediğin müziğin belki binlerce yıllık bir süzgeçten geçip geldiğini hissediyorsun.
Afra Tafra ile bu karışımlardan bol bol denedik, insanların hoşuna da gitti. Şu an için Afra Tafra durmuş durumda; basçımız olan sevgili Uygar’ı kaybettik, ne zaman toparlanırız kestirmek zor…
“Tribün bana çok samimi geldi”
İki sezondur Gençlerbirliği için yaptığın şarkılar epey beğeni topladı… Gençlerbirliği taraftarı mısın? Kulüple tanışmanı ve şarkıların yapılma sürecini anlatır mısın?
Çok küçükken Gençlerbirliği’nin futbol okullarına gidiyordum. O zamanlardan bir yakınlığım var tabii. Ancak pek çok çocuk gibi ben de aile ve çevrenin etkisiyle İstanbul kulüplerinin etkisi altında büyüdüm. Bunlardan bazılarını tutmayı denedim. Denedim diyorum çünkü hiç biri de çok bir anlam ifade etmiyordu benim için.
Dj Aslansütü’nün katkılarıyla, Gençlerbirliği benimle iletişime geçti. Yeni bir şeyler yapmak istediklerini söylediler. Zaten severdim kulübü, kabul ettim. Daha sonra tribüne de gidip gelmeye başladım ve takım tutmanın ne demek olduğunu anlamaya başladım. Rengi sevmek, mahalleni ve şehrini sevmek, sahiplenmek… Kazanan taraf olmak için değil, gerçekten sana ait olduğunu hissettiğin için sevmek. Tribün bana çok samimi geldi, yıllardır oradaymışım gibi hissediyorum kendimi. İki yıldır kendimi buldum diyebilirim. Yani evet, Gençlerbirliği taraftarıyım…
“Şehrini sevmek” dedin, Ankara ile aran iyi sanırım, ayrılmayı düşünüyor musun peki?
22 yıldır burada yaşıyorum. Ankara benim evim. Tabii ki dünya çok büyük, görülecek pek çok şehir var. Bir gün buradan ayrılacak olsam bile Ankara’da her zaman bir evim olsun istiyorum, bir ayağım her zaman burada olsun, arkamda her zaman Ankara olsun istiyorum.
Beni ben yapan, müziğimi ve kafa yapımı oturtan yer burasıdır. Burada tanıdığım insanlar, burada kurduğum ilişkiler benim için her zaman birincil öneme sahiptir…
Ankara’da Reggae deyince akla Araftafaray adlı mekan geliyor…
Araftafaray benim hem müzikal yaşamımda hem de kişisel dünyamda çok önemli bir yer. İlk gittiğimde 17 yaşındaydım. Caka Yalınız abim beni almamıştı yaşım nedeniyle (gülüyor)… Sonra 18 olur olmaz yeniden gittim. Bir de kaydettiğim şarkım vardı yanımda. Biraz bira içtikten sonra gidip, “Benim bir şarkım var, dinletebilir miyim?” diye sordum. Pek ciddiye almadı önce beni Caka Yalınız abim. Dinlemeye başladıktan sonra hoşlarına gitti, sallanmaya başladılar (gülüyor).
O gün arkadaşlığımız başladı. Zaman geçtikçe kendimi büyük bir aileye girmiş gibi hissettim. Müziğime de çok büyük katkısı oldu. Zaten Afra Tafra ile de orada tanıştık. Araftafaray’da yaptığımız akustik dinletilerimiz oldu. Onun dışında Selecta Corto ve Dj Aslansütü ile birlikte partilerimiz oldu, oluyor. Onların çaldığı plaklar üzerine söylüyorum. Çok samimi bir hava yakalıyoruz.
Afra Tafra ve Ezhel’in dinleyici kitlesi farklı mı?
Rap, tabii ki daha genç, daha dinamik bir müzik. Şu anda en yaşlı rapçi elli yaşında falandır herhalde. Haliyle dinleyiciler genellikle daha genç oluyor. Rap dinleyicileri çoğunlukla lise çağında insanlar.
Müziği ve sözlerini anladıklarını düşünüyor musun?
Hepsi değil tabii. Müzik hoşlarına gidiyor olabilir. Ama sonuçta bu da anlamanın bir başlangıcıdır diye düşünüyorum. Ben de dinleyerek ve yapmaya çalışarak başladım sonuçta. Bunların dışında hatırı sayılır sayıda 20 yaş üzeri de dinleyicim var. Bunu görebiliyorum. Çünkü müziğim onlara da hitap ediyor aslında. Ergen müziği olduğunu düşünmeyi bırakıp, en azından bir şans veren çoğu insan, sözleri ve içeriği anladığında rap müzikten hoşlanmaya başlıyor. Ya da beni ilk kez canlı müzik yaptığımız mekanlarda dinleyen görece daha ileri yaştaki insanlar, yaptığım diğer şeyleri merak edip dinliyorlar ve hoşlarına gidiyor.
Ben iki durumdan da rahatsız değilim, hitap edebildiğim kadar geniş bir yaş aralığına hitap etmek istiyorum. Belki insanların ve farklı kuşakların birbirini anlamasında çok küçük de olsa bir yararım olur. Sonuçta hem reggae hem de rap, derdi olan, dünyayla ilgili bir meselesi olan müzikler.
“Killa P’nin sözleri baki kalacak”
Bu “meseleler” yüzünden başına iş açıldığı oldu mu?
İnternet ortamında küfür eden, hakaret eden çok… Bunun doğru yolda olduğuma bir işaret olduğunu düşünüyorum. Hakaret, küfür dert değil. İstesem onlardan çok daha fazla, çok daha hızlı ve çok daha çeşitli küfürler edebilirim (gülüyor)… Hiçbir anlamı yok ki… Bunların ötesinde zaman zaman bazı tehditler de aldığım oluyor ama yapacak bir şey yok… Geçenlerde, 17 Eylül’de Yunanistan’da Altın Şafak, Killa P’yi bıçaklayarak öldürdü. Katillikleriyle kalacaklar… Killa P’nin sözleri baki kalacak. Bizim dertlerimiz var, bunları anlatmazsak, bunlara karşı çıkmazsak birer hiçiz zaten.
“İçimde hep Gezi ruhunu taşıyordum”
Dertler demişken, Gezi Parkı süreci senin için nasıl geçti? Sokakta mıydın?
Sokaktaydım. Yıllardır beklediğim bir şeydi aslında. Olacağından korktuğumuz şeyler aslında Türkiye’de ve dünyada yıllardır var. Bunu fark ettiğimden beri zaten içimde hep Gezi ruhunu taşıyordum. Aslında soyut bir kavram olan devletin, kafasına koyduğu şeyi yapmak uğruna insanların üzerine tüm maddi gücüyle nasıl gidebileceğini, gittiğini zaten biliyordum. Polis şiddetinden her zaman haberdardım. Gezi olaylarının başlangıcında da, öncesinde de olup bitenlerle birlikte, bu şiddet insanların o kadar kanına dokunmuş olmalı ki herkes sokaktaydı.
Böylesine bir şey beklemiyordum gerçi. İlk gün Ankara’da dışarı çıktığımda, insanlardaki o ateşi gördüğümde “Gerçekten bir şeyler oluyor lan!” dedim ve kolay kolay da eve dönmedim. Halkın, hepimizin gerekeni yaptığını düşünüyorum. Bu süreçte birçok rapçi de sokaktaydı. Birçok şarkı da yapıldı, paylaşıldı ve insanların beğenisini kazandı. Rap olması gerektiği yerdeydi.
Gezi sürecinden sonra sence bir şeyler değişti mi?
İnsanlar karşı çıkılması gereken bir durum olduğunda buna hep beraber karşı çıkılabileceğini, bunun mümkün olduğunu gördüler en önemlisi. Bu umut verici. İnsanların kendi özgür iradeleriyle sokağa çıkıp, “Durun bakalım, burası Dingo’nun ahırı değil!” dediler. Bunu yaparlarken ortada bir lider de yoktu üstelik. Gezi Parkı’nda, Kızılay’da kısa süre de olsa insanlar komünü, otonomiyi tattılar.
Olumlu anlamda değişen diğer bir şey de, farkındalık oldu. İnsanlar yıllardır doğu ve güney doğu ile ilgili olarak televizyonlarda ortada hiçbir sebep yokken polise taş atan çocuklar görüyordu. Böyle görüyordu çünkü onlara böyle gösteriliyordu. Aynı şiddete kendileri kurban olduklarında ve kendilerinden de televizyonlarda aynı şekilde bahsedildiğini gördüklerinde neyin ne olduğunu anladılar.
İnsanlar, medyanın bilinçli ve sistematik olarak içlerinde yarattığı faşist duyguların aslında nasıl yalanlar üzerine kurulu olduğunu gördü.
15 Haziran’da yayınladığın Katili Katlet adlı şarkı da bundan bahsediyor sanki?
Adı biraz sert algılanıyor ama aslında… “Katili katlet, bunun için öldürmene yok gerek. Aç gözü anla ve sadece fark et. İnsan ürün, dünya market. Zihnini aç ve katili katlet” diyorum. Katil olan şey benim için cehalet. Zaten insanları katletmeye teşvik eden de bu. İnsanlar cehaleti yendikçe, cehaleti katlettikçe bütün katilleri de ortadan kaldıracaklardır…
Kasım ayında çıkarmayı planladığın albümde daha önceden internet üzerinden yayınladığın şarkılardan da olacak mı?
Hayır, hepsi yeni şarkılar olacak. Yarısından fazlasını tamamladık. Zaman değişik ilerliyor. Bazen bir hafta boyunca bir şarkı yapmaya çalışıyorum, bazen de dört günde üç şarkı bitiveriyor…
Bütün albüm rap türünde şarkılardan mı oluşacak?
Hayır. Çok değişik türlerde şarkılar bir arada olacak. Zaman zaman sample’larla oluşturulmuş alt yapılar, Reggae ve Dub türünde şarkılar var, Rock’a kayan işler de var. Zor olan kısmı, hepsini bir bütünsellik içinde aynı albüm içerinde toplamak olacak.
Tüm besteler sana mı ait?
Evet. Besteler ve alt yapılar bana ait. Belki önümüzdeki günlerde Suppa’nın yaptığı bir şeyleri de kullanacağız. Bu ilk albüm olduğu için ve içinde çok fazla türü barındırdığı için her şeyiyle kendim uğraşmak istedim.
Şarkıların belli bir teması var mı? Sert, politik şarkılar mı duyacağız?
Aslında yine her şey var içinde. Politik durumlar, isyan, günlük hayat, Ankara… Aşka dair şeyler de var. Rap edebi de bir sanat. Biraz buradan da bakmak istiyorum olaya, hikaye kitabı gibi, hikayelerimi anlatıyorum… (EÖ/AS)