Bu durumdan da anlaşılacağı gibi dünya üzerinde pek çok çocuk anadili olmayan bir dilde eğitime başlıyor ve sürdürüyor. Bunun yanında küreselleşme olarak adlandırılan yeni yapılanmanın iş gücü pazarında belirli dillerin tercih ediliyor olması, aileleri, çocuklarının anadilden çok dünya iş piyasasının dillerinde yetkinlik kazanmasına önem vermeye yöneltiyor, karar vericiler üzerinde baskı unsuru olmalarına yol açıyor. İş olanakları ve daha müreffeh bir yaşam isteğiyle ülke değiştiren insanların sayısı artarken çocuklarının eğitim dili de sorun oluyor.
Neden ne olursa olsun, gözle görünen şey şu: Her ülkede baskın olan dilin dışındaki dilleri kullanan pek çok insan yaşıyor ve Birleşmiş Milletlerin (BM) bireylerin eğitim hakkının gerçeklenmesinde anadilde eğitimi bir insan hakkı olarak tanımış olmasına rağmen çocuklar, hemen her yerde, baskın olan dilde eğitime maruz kalıyorlar. Baskın dilde eğitim görmenin ise temelde iki sakıncası ön plana çıkıyor:
Baskın dilde eğitim bir kültürel miras olan anadilin ölümüyle sonuçlanıyor
Birincisi: Dil, BM tarafından bir kültürel miras olarak tanınıyor, herkesin anadilini ve kültürünü sevme ve geliştirme hakkı, devletlerin de bu hakkın kullanımını hayata geçirme sorumluluğu var. Oysa araştırmaların sunduğu bulgulara göre çocuklar erken yaşlarda baskın dile yoğun bir şekilde maruz kaldıklarında kendi dillerini unutup sadece baskın dili kullanan tek dilli bireylere dönüşüyor, dil sonraki kuşaklara aktarılamıyor ve bir kültür yok oluyor.
Baskın dilde eğitim çok dillik ve akademik başarı önünde engel oluşturuyor
İkincisi de bireyin kişisel gelişimiyle ilgili. Bugünün koşulları bireylerin birden çok dil kullanmasını zorunlu kılıyor. Ancak erken yaşlarda anadilde eğitim yapılmaması da bireylerin diğer dilleri öğrenmesinin ve okul başarısın önünde bir engel oluşturuyor. Skutnab-Kangas (1) "Avrupa 2004 Anadille Eğitim Hakkı" konferansındaki sunusunda şöyle söylüyor: Her ne kadar ilk bakışta, çocukların anadillerini evde kullanarak öğrenmeleri ve ikinci dille ne kadar erken yaşta yoğun olarak karşılaşırlarsa dilerini o ölçüde geliştirmeleri ve böylece iki dilli bireylerin yetişmesi sağduyunun gereği gibi görünse de araştırmalar bunun tam tersinin gerçekleştiğini gösteriyor.
Anadilde eğitim araştırmaları
Anadilde eğitim konusunda düzinelerce araştırma arasında ikisi, hem çok sayıda bireyi, hem uzun süreli hem de farklı bölgelerden (kırsal ve kentsel) bireyleri kapsamaları dolayısıyla büyük takdir topluyor. Birincisi Ramirez'in 1991'de ABD'de İspanyolca azınlık dilini konuşan 2 bin 352 öğrenciyi kapsayan çalışması. Bu araştırmada öğrenciler üç guruba bölünerek üç farklı eğitim programı uygulandı. Birinci gurup sadece İngilizce, ikinci gurup 1-2 yıl İspanyolca eğitimden sonra İngilizce, üçüncü gurup ise 4-6 yıl İspanyolca eğitimden sonra İngilizce eğitim gördü.
Anadilde eğitim ikinci dil ve diğer derslerde başarıya katkı sağlıyor
Çalışmanın verileri hem okul başarısı hem de her iki dildeki yetkinlik açısından uzun süre anadilde eğitim alanların çarpıcı bir üstünlükleri olduğunu gösteriyor. Bulgulara göre anadilde uzun süre eğitim alan gurup zamanla İngilizce'yi de anadil düzeyinde kullanabilir duruma geliyor. Çalışma gurupları arasında en başarısızı anadilde hiç eğitim almayan gurup olarak görülüyor. Bu gurubun üyeleri ilerleyen dönemlerde İngilizce ve diğer okul derslerindeki başarı açısından yaş gurubunun çok gerisine düşüyor.
Anadilde eğitim üst düzey başarıya götürüyor
Yine ABD'de Thomas ve Collier hem kentsel hem de kırsal alandan anadili İspanyolca olan 210 bin öğrenciyi kapsayan çalışmalarında eğitim dilinin sadece anadil, hem İspanyolca hem İngilizce ve sadece İngilizce olduğu üç farklı grup oluşturdular. Eğitim sürecinin sonunda hem akademik başarı hem de iki dillilik konusunda üst düzeyde başarıyı sadece anadilde eğitim görenler gösterdiler Bu iki çalışma, ikinci dili öğrenmedeki başarıda sosyo-ekonomik durumun değil, anadildeki eğitim süresinin etken olduğunu gösteriyor.
Bu iki çalışmanın ortak özelliklerinden biri de programı yürüten öğretmenlerin her iki dili de biliyor olmasıydı.
Uzmanların vurguladığı diğer bir nokta da yeni öğrenilenlerin eskiden öğrenilenlere bağlı olarak gerçekleşmesi noktasında ortaya çıkan çelişkilerle ilgili. Jim Cummins'e göre farklı kültürlerden gelen çocuklar baskın dilde eğitime başladığında çocukla ebeveyn arasındaki iletişim kesiliyor ve pedagojinin temel kuralı olan çoğun deneyimlerle kazandığı bilgiler üzerinden öğretimin yürütülmesi ilkesi ihlal ediliyor. Çocuğa doğrudan ya da ima yoluyla "kendi kültürünü okul kapısının dışında bırakacaksın" dendiği için çocuk kendisini ret edilmiş olarak hissediyor ve çocuğun öğrenme ortamına aktif katılımı engellenmiş oluyor. (2)
Türkiye'de?..
Bu araştırmaların ve bulgularının ülkemizi de ilgilendiren bir tarafı da var mı acaba?
Politikacılarımızın çok gurur duyarak belirttikleri "çok kültürlü" bir ülke, "medeniyetlerin harman olduğu diyar", "kültürler arasında köprü" olduğumuza inanacaksak buradan çok dilli bir ulus olduğumuz anlaşılır.
Şimdi soru şu: Bu kültürel mirasın yok olmasına göz mü yumacağız, yoksa bu kültürlerin de doğal evrimini yaşamasına katkıda bulunarak aralarında bulunmayı hep büyük bir özlemle ifade ettiğimiz çağdaş ülkeler listesine girmek için sağlam bir adım mı atacağız?
Anadilde eğitim, bireyin sadece kendi dilini değil ikinci, üçüncü dilleri de anadil düzeyinde öğrenmesini sağlıyor, okul başarısını arttırıyorsa biz de çocuklarımıza bu şansı tanıyamaz mıyız?
Neden olmasın? (HS/EK)
___________________________________________
Kaynakça:
(1) Skutnabb-Kangas, T. (2000). Linguistic genocide in education-or worldwide diversity and human rights? Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum Associates.
(2) Cummins, J. (2000). Language, power, and pedagogy. Bilingual children in the crossfire. Clevedon, England: Multilingual Matters.