Hekimler epeydir 14 Martlarda bayram yapmıyorlar.
1976'dan beri bu günün içinde olduğu haftaya "Sağlık Haftası" diyorlar. Toplumun sağlığıyla, sağlık ortamında yaşananlarla ilgili durumu, taleplerini, isteklerini çokça da itirazlarını dile getirdikleri eylem ve etkinlikler gerçekleştiriyorlar.
Bu yılda öyle oldu. Hükümetin uygulamalarına diğer sağlık çalışanlarıyla ve duyarlı sivil toplum örgütleriyle hep birlikte tepkilerini dile getiriyorlar.
Bu yıl ki eylem ve etkeniliklerin temel teması "Sağlık Hakkı". Sağlık hakkı, sağlıklı olma ve sağlıklılık halini sürdürebilmek demek. Sağlık hakkı aslında sağlık hizmetine ulaşabilmek ve ondan etkin bir şekilde yararlanabilmek demek.
Sağlık hizmeti yüzyüze bire bir ilişkiyi gerektiriyor.
Sağlık hizmetinden yararlanabilmek için hekimle hizmetten yararlanananın birbirini anlaması ve anlaşabilmesi gerekiyor. Yalnız hizmete ulaşmak ve yararlanmak değil, bilgilendirilme, aydınlatılmış onam, gizlilik, güvenlik ve başvuru haklarının gereklerinin yerine gelmesi için de "anlamak ve anlaşabilmek" gerekli.
* * *
Ben şu anda "anadili" Türkçe'den farklı olan insanların çoğunluk olduğu bir coğrafyadayım.
Gündelik yaşamda çevremdeki insanlar benim "hâlâ" bilmediğim, ama bir hekim olarak da bu güne kadar öğrenmediğim için kendi kendimi ayıpladığım bir dille; anadilleri olan Kürtçeyle konuşuyorlar.
Bu coğrafyada sağlık sorunları daha büyük, sağlık hizmetine daha çok gereksinim var.
Bu coğrafyada sağlık kurumları ve sağlık hizmeti verecek sağlık çalışanlarının sayısı, ülkenin başka yerlerine göre daha az, daha yetersiz ve dağılımı daha dengesiz.
Bu nedenle, bu coğrafyada insanlara sağlığı daha çok anlatmak, onların sağlıkla ilgili sorunlarını daha çok ve ayrıntılı dinlemek gerekiyor.
Bu coğrafyada sorunları daha çok olanların, kadınların, çocukların, yaşlıların pek çoğu anadili dışında bir dil bilmiyorlar.
Oysa bu kesimle çok daha sıcak bir ilşki kuramk, çok daha yakın olmak, daha uzun konuşmak, daha iyi anlaşmak gerekiyor.
Bu her türlü başka kaygının ötesinde hem insani bir durum, hem de sağlığın, sağlıklılığın yarattığı bir zorunluluk aslında. Aklı olan da bilimin doğrularını kabul edenler de hep bunu söylüyorlar.
"Sağlık hizmeti anlamayı ve anlaşmayı gerektiriyor". Bu hizmetin gereği gibi verilebilmesi için aynı dili konuşmak gerekiyor.
Çevirmen, tercüman, her iki dili bilen insanların yaptığı aracılık hizmeti gerektiği gibi vermeye ve "tam iyilik hali"ni sağlamaya ne yazık ki yetmiyor. Çünkü sağlık hizmeti "duyguları, düşünceleri tam ve doğru bir şekilde ifade etmeyi" gerektiriyor.
* * *
1985'de yine bu coğrafyanın "kuş uçmaz, kervan geçmez", yolu sekiz ay kapalı bir ücra bir yöresindeki bir sağlık ocağına gitmiştim. Orada "zorunlu hizmet" gereği çalışmak zorunda olan bir hekimle karşılaşmıştım. Kolej mezunu Türkçe dışında iki dili daha anadili gibi konuşan, bir çok batı ülkesini görmüş ama ülkesinde İstanbul'dan başka bir yeri görmemiş bir doktordu.
Gitarını getirmişti yanına, besteler yapıyordu. İşten arta kalan uygun bir zamanda bir köşede sohbet ederken, sesini kısarak bana bir derdini söyledi. Ocak bölgesindeki tüm çocuklar aşılansın diye araba yolunun olmadığı, yalnız yürüyerek ulaşılan köylere, o köylerden gelen insanların ellerine birer "Kürtçe yazılmış" duvar ilanı vererek "aşıya çağırdığı" ve bunun için nasıl cezalandırıldığını, başına neler geldiğini anlattı.
Yıl 2007. Önünde uzanan akademik kariyere karşın emekliliğini isteyerek, İzmir gibi bir şehri bırakıp, Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesine "Sağlık Danışmanı" olarak gelen Halk Sağlığı Uzmanı akademisyen, yıllarca TTB'de bir çok çalışmalar yapmış, hekim örgütüyle tanışık herkesin yakından tanıdığı Dr. Ata Soyer'le birlikteydim. Sağlık alanında halk eğitimi yapmak üzere hazırladıkları "kuş gribi" üzerine kısa bir bilgilendirici filmi gösterdi bana heyecanla.
Filmi Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi yaptırmıştı. Kuş gribi konusunda, özellikle kümes hayvancılığı yapan kırsal kesim insanına yönelik, oldukça etkili, eğitici ve öğretici bir "halk eğitimi" filmiydi izlediğim.
"Elinize sağlık" dedim. Diyecek başka birşey yoktu.
Keşke herkes, toplumun karşılaştığı, sağlık sorunu yaratan, hastalıklara neden olan her konuda buna benzer filmler yapsa diye içimden geçirdim. Dahası bu filmi yöreye yayın yapan GAP televizyonunda gösterilebileceğini hayal ettim.
Ertesi günü Büyük Şehir Belediye Başkan Vekilliği görevini yapan akadaşım Dr. İlhan Diken 'i makamında ziyaret ederken, gerçekleştirdikleri bu işten dolayı kutladım.
O da bana Belediye Meclisinin aldığı "çok dilde hizmet"le ilgili kararları nedeniyle Danıştayca haklarında soruşturma açıldığını ve belediye başkanıyla meclis Üyelerine görevden el çektirilmesinin söz konusu olduğunu söyledi.
* * *
İki olayın üzerinden 22 yıl geçmiş. Belki durduğumuz nokta aynı değil ama, "oldurmaya" çalıştığımız şeyler hemen hemen herkes için aynı.
Bir tarafta insanlar "sağlıklı olsun, sağlıklı yaşasın" diyenler var. Diğer yanda "80 yıllık kurallar değişmesin" diyenler.
Aklıma hep gelen soruyu bir kez daha soracağım:
Yaşamda karşılığı olmayan kuralların "insanları yaşatmadığı tersine öldürdüğü"nün ne zaman farkına varacağız?
Bir soru da "Sağlık hakkı" için bir haftadır eylem yapan sağlıkçılara sormak istiyorum:
"Sağlık hakkını savunurken ne zaman sağlık hizmetlerine ulaşma ve yararlanma konusunda "anadilde hizmetin olmazsa olmaz önemde bir unsur" olduğunu ne zaman dile getireceğiz, sağır kulaklara duyurmak amacıyla haykıracağız?".(MS/EÜ)