Hikayenin kahramanı Sibel Edmonds. Bu isim aslında özellikle Yeni Şafak gazetesi okuyucuları için bilinmez değil. Taha Kıvanç daha önce defalarca bu ismi ve etrafındaki olayları anlatmış ve tanıtmıştı. İran doğumlu bir Azeri Sibel Edmonds ve 11 Eylül 2001'den sonra F.B.I.'da (Amerikan Federal Soruşturma Bürosu) tercüman olarak çalışmaya başlıyor. Daha sonra ise, 2002 baharında FBI'daki görevine son veriliyor.
İşine son verilme gerekçesi, üstlerine yazdığı raporlar. Sibel Edmonds bu raporlarda kendi birimindeki soruşturmalarda gördüğü bazı kasti ihmaller vb. hakkında bilgiler veriyor. Ekim 2002 tarihinde Amerikan CBS kanalında 60 Dakika adlı programa çıkarak dikkatleri üstüne toplayan Edmonds bu programda FBI ve Pentagon'a terörizm ile bağlantısı olduğunu tahmin ettiği bazı kişilerin sızdığını iddia ediyor. Konunun bizi ilgilendiren boyutu bu kişilerin Türk asıllı olmaları.
2002 yılından beri, Edmonds'un verdiği ifadeler ve raporlar devletin milli güvenliği ile ilgili sayıldığı için, gizli olarak tasnif ediliyor. Ayrıca Edmonds'a konuşma yasağı getirilmiş bulunuyor. Edmonds, Amerikan Kongresi çatısı altında kurulan 11 Eylül komisyonuna ve Adalet Bakanlığı yetkililerine de aktardığı bu bilgiler nedeniyle, 11 Eylül'de yakınları ölen kişilerin Devlet aleyhine açtığı davanın baş tanıklarından birisi olmuş durumda.
Bu günlerde Edmonds, hakkındaki konuşma yasağının kaldırılması için Amerikan Anayasa Mahkemesine başvurmuş bulunuyor. Eğer mahkeme teklifi kabul ederse, Edmonds'un ifadesi bilinir hale gelecek.
Vanity Fair dergisi 3 Ağustos 2005'de David Rose imzasıyla sadece Edmonds'a değil (konuşma yasağı nedeniyle teknik ayrıntılı bilgiler veremiyor) başka kaynaklara da dayanarak Edmonds etrafındaki olaylar hakkında oldukça uzun bir yazı yayınlandı.
Eğer bu yazı olmasaydı, 2002 yılından beri Edmonds'un ifadesinde yer alan bazı ayrıntıları bilmiyor olacaktık. Meğer iddialar sadece 11 Eylül ve terörizm konusu ile ilgili değil, Ermeni Soykırım iddiaları ile de ilgili imiş.
Yazıdaki bilgilere göre, tüm hikaye Edmonds'un FBI'da çalışmaya başlamasından sonra, çalışma arkadaşlarından Melek Can Dickerson ve kocası Douglas Dickerson'un bir gün kendilerini ziyaret etmesi ile başlıyor. Melek Can Dickerson ve kocası, Edmonds'dan A.T.A.A. [Assembly of Turkish American Association- Türk Amerikan Dernekleri Konseyi] ve A.T.C. [American-Turkish Council; Amerikan-Türk Konseyi] ile birlikte çalışmasını istiyorlar.
Hatta, kısa zamanda zengin olacağını da söylüyorlar. Teklifi ret eden Sibel Edmonds çok şaşırıyor ve durumu üstlerine bildiriyor. Çünkü kendisinden ilişkiye geçmesini istediği örgütler ve ismi geçen bazı şahıslar, FBI'in dinlemeye aldığı kurum ve kişilerin arasında yer alıyor.
Edmonds'un teklifi red etmesinden sonra ilginç gelişmeler oluyor. Melek Can Dickerson'un yaptığı ve FBI sorumlusu tarafından da kabul edilen bir iş bölümü sonucu Edmonds'un elinden, Türk Elçiliği, Konsolosluğu ve yukarda adı geçen derneklerin telefon konuşmalarını dinleme işi alınıyor.
Bu örgütleri dinleme işi Melek Can Dickerson'e veriliyor. Can Dickerson ise yaptığı dinlemeleri "konu ile ilgili değil" diyerek rapor etmiyor. Türk örgüt ve temsilciliklerinden bilgi akışının kesilmesi, konu üzerinde çalışan bir başka FBI görevlisinin (Dennis Saccher) dikkatini çekiyor.
Sibel Edmonds ile ilişkiye geçen Saccher, ilgili bantları bu sefer de Edmonds'a dinletiyor ve sonuç da anlaşılıyor ki, Türk örgütlerinin telefonlarında yapılan konuşmalar, üstlerin haberdar edilmesini gerektirecek son derece önemli bilgileri içermektedir. Melek Can Dickerson kasıtlı olarak bu bilgileri üstlerinden saklamaktadır.
Yapılan kısa bir soruşturma sonucunda da açığa çıkıyor ki, Melek Can Dickerson aslında daha önce ATAA'da çalışmıştır ve bu örgütle ilişki içindedir. İşe alınacağı sırada Melek, bu ilişkisini FBI'dan saklayarak yalan söylemiştir. Edmonds, ilgili kuruluşların telefonlarını dinleyerek elde ettiği sonucu şöyle özetliyor:
A.T.A.A. [Assembly of Turkish American Association- Türk Amerikan Dernekleri Konseyi] ve A.T.C. [American-Turkish Council; Amerikan-Türk Konseyi] ABD'ye karşı casusluk yapmakta ve Türk devletinin ABD'li yetkililere rüşvet yedirmesine aracılık etmektedirler. Ayrıca bu örgütler, Türk doktora öğrencileri aracılığıyla 'nükleer silah karaborsası' konusunda bilgi toplamaktadırlar.
Vanity Fair dergisindeki ifadeye göre, Edmonds'un iddiaları arasında doğrudan Ermeni Soykırımı ile ilgili bilgiler de var. Aslında bu konu röportajda ve genel olarak da konunun içinde son derece kenar ve ayrıntı bir bilgi olarak duruyor.
Bu bilgiye göre, Washington ve Chicago'daki Türk diplomatları, Temsilciler Meclisi Başkanı Dennis Hastert'a Ermeni soykırımı tasarısına karşı tutum alması için rüşvet vermişler. Rüşvetin miktarı 0,5 milyon dolar.
Yaptığı röportajlardan birisinde Edmonds, tüm bildiklerini çeşitli soruşturma komisyonlarına aktarmış olduğunu ve bu bilgilerin doğrulandığını, tek bir bilginin bile asılsızlığı konusunda bir kanıt gösterilmediğini söylüyor. Ayrıca, Adalet, Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarını gerçek suçlular hakkında soruşturma açmamakla suçluyor.
Edmonds şimdi oldukça güçlü bir sivil toplum desteğine sahip. Bu örgütler şu anda büyük bir kampanya başlatmış bulunuyorlar. Dennis Hartert hakkında soruşturma açılması ve Sibel Edmonds'un ifadelerinin kamuoyunun bilgisine sunulması bu taleplerin başında geliyor.
Eğer gerçekten Amerikan Temsilciler Meclisinden Soykırım tasarısının geçmemesi için böyle bir rüşvet verilmiş ise ortaya çıkacak skandalın boyutlarını tahmin edebiliriz.
Bu rüşvetin verilip verilmediğinden bağımsız, Türkiye'nin, ABD'de Ermeni Soykırımı iddialarına karşı faaliyet göstermek amacıyla çeşitli lobi gruplarına her yıl milyonlarca dolar para akıttığı da biliniyor.
İnsanın aklına çok ama çok basit bir şey geliyor. Yıllardır, rüşvettir, lobi parasıdır diye Amerika'ya akıtılan bu milyonlar bir kenara ayrılsaydı, Soykırım sorununun doğrudan çözümü için kullanılır ve sorun çoktan (en azından diplomatik boyutu itibarıyla) çözülmüş olurdu.(TA/BA)