Örneğin ABD'de bugün yaşı 70'e yaklaşan gazetecilerin temel sloganı "Back to the old values"dür. Yani, "Eski değerlere geri dönelim". Çünkü gazeteciliğin eski, diğer bir deyişle klasik değerleri, siyasi ve iktisadi iktidar odaklarından bağımsızlığı öngörür; devletle toplum arasında tercihini yapmıştır, basın toplumun sözcüsü olmaya çalışır.
Bugün nostaljik olmanın anlamı, gereği ve önemi yok. Ama gazeteciliğin hem global hem de Türkiye'deki değişimini, düşüşünü saptamak ve anlamak açısından geçmişi kurcalamakta yarar var.
Master ya da doktora yapan genç akademisyenlerin çalışmalarını izliyorum. Medya dönemi ile matbuat dönemini kıyaslayan, muhabirin işlevsizlik sürecini irdeleyen, köşe yazarları ya da promosyon-reklam müdürlerinin yükselişini araştıran ilginç tezler yazılıyor. Medya-savaş konusu da tercih edilen üzerinde sık durulan konulardan biri.
Akademik çalışmaların gereği, dün/bugün kıyaslaması yapıldığında, hem nicel hem de nitel olarak aradaki fark fena bir şekilde ortaya çıkıyor.
Bir Fransız araştırmacının gözünden Amerikan gazeteciliği
Fransız gazeteci, araştırmacı Jacques Bertoin 'ın "Modern Gazeteciliği Yaratan Adam: Joseph Pulitzer" başlıklı kitabı hem gazetecilik mesleğinin geçmişi hem de ABD'nin siyasal-medyatik tarihi açısından ilginç, önemli bir çalışma. Ancak kitabın üst başlığındaki "modern" sözcüğü yerine "popüler" sözcüğünü yeğlemek daha doğru olacak.
Gazetecilik ve siyaset açısından Amerikalılarınkinden farklı bir yaklaşıma sahip olan Fransız yazar, orijinali 2003 yılında yayınlanan bu kitapta Amerikan gazeteciliğinin siyasi ve mesleki tarihini aktarırken, okur kaçınılmaz olarak, medyanın bugünkü haliyle kıyaslamalara gidiyor.
Bertoin'ın betimlediği 19. yüzyılın ikinci yarısındaki ABD manzaraları da, hem ABD'nin dünü ile bugününü karşılaştırmaya yarıyor, hem de ABD ile diğer ülkeler -mesela Fransa hatta Türkiye- arasındaki benzerlik ve farkları sergiliyor. Kitap bir bakıma "Sarı Gazetecilik" tabir edilen sansasyona dayalı, popüler, heyecanlı gazeteciliğin ABD'deki tarihçesi.
Kitabın büyük bir ihtimalle en başarılı yanı, Amerikan popüler gazeteciliğini Pulitzer'in mesleki-siyasi özyaşamöyküsü fonunda anlatırken, dönemin ABD'si ile, o zamanki siyasi-ekonomik-ticari-ideolojik ve kültürel ortamla gazetecilik arasındaki neredeyse organik ilişkileri bağlaması, anlatması.
Kitabı Türkçe okurken, "ABD" yerine "Türkiye", "19. yüzyılın ikinci yarısı" yerine "21. yüzyılın başı" deseniz, size hiç de yabancı gelmeyecek bir manzarayla, bir öyküyle karşılaşabilirsiniz. Yükselmekte olan bir kapitalist burjuva sınıfı, bu sınıfın kural tanımaz hırsı, kendi aralarındaki kapışmalar ve tüm bu çelişmelerin gazetelere, gazeteciliğe yansıması... Sonuç olarak, Menderes'in deyişiyle, biz hakikaten "Küçük Amerika" olduk galiba.
Kim için nasıl bir gazetecilik?
İşin teknik-mesleki yanına gelince, bu Pulitzer biyografisi, -özellikle bugün yayınlanması anlamlı- gazetecilik mesleğinin temel sorusunu tartışıyor tüm olaylarda, tüm haberlerde, tüm çatışmalarda: Gazetecilik kim için nasıl yapılmalıdır?
Pulitzer'in yaşamı aslında medya-toplum ve medya-iktidar ilişki ve çatışmasının çok tipik bir yansıması. Yoksul bir Macar göçmeninin, Amerikan hülyasıyla geldiği Yeni Kıta'da, yüz bir işe girip çıktıktan sonra, mevcut kaotik durumu düzeltmek ve gerçek anlamda bir sosyal adalet mekanizması kurulabilmesi için en etkin aracın gazetecilik olduğuna inanması, Pulitzer'in temel karakteri.
Henüz "serious/popular" (ciddi gazetecilik/popüler-magazin gazeteciliği) ayrımının tam olarak ortaya çıkmadığı dönemde, Pulitzer'in önce muhabir, röportajcı, köşe yazarı olarak önem verdiği üç temel kriter bugün hala geçerli:
Yayınlanan haberin doğruluğu, haberin kamu çıkarına hizmet etmesi ve nihayet haberin en geniş kitlenin ilgisini çekmesi, onun ihtiyaçlarına, beklentilerine karşılık vermesi.
Aslında bu ilkelerin Pulitzer gazetenin başında iken bile tam olarak uygulandığını öne sürmek güç. Çoğu zaman esas olarak ve belki de sadece son ilkeye uyulmuş...
Pulitzer'in önemli yanlarından biri de, mesleğe bu denli önem ve değer veren bir işveren olarak, geleceği düşünmesi. New York'daki Columbia Üniversitesi'nde Gazetecilik Okulu'nun kurulmasına bağışlarıyla önayak olan Pulitzer'in adına konan ödül, bugün ABD'de mesleğin hala en önemli, en prestijli ödülü.
ABD'de bir gazetecinin ulaşmak istediği iki zirve var: Pulitzer Ödülü'nü kazanmak ve Nieman Bursunu almak. Pulitzer Ödülleri bugün hala Joseph Pulitzer'in koyduğu üç temel kritere uygunluğa göre veriliyor.
Ne var ki popüler gazetecilik, tehlikeli, kaygan bir zemin. Bundan on yıl kadar önce, siyah bir kadın gazeteci, uyuşturucu kullanan 10 yaşındaki çocuklar hakkında yazdığı bir dizi ile Pulitzer Ödülünü kazanmıştı. Ancak bilahare bu dizinin tamamen uydurma olduğu ortaya çıktı. Kadın da ödülü iade etmek zorunda kaldığı gibi meslekten de ayrıldı. Darısı...
Doğru haber/İlginç haber
Sanılanın aksine Pulitzer, aydın bir kişi değil. Çekirdekten yetişme bir gazeteci. Ama olağanüstü hırslı. Ayrıca da maceraperest. Meteliksiz bir mülteci olmaktan köşklere, saraylara, yatlara uzanan hayatında, çok okuyor (gazete) ve çok da geziyor.
Avrupalı kökeni nedeniyle başı her sıkıştığında transatlantiklere ya da yatına atlayıp kendini Akdeniz sahillerine vuruyor. Hatta bir İstanbul ziyaretinde zaten sağlıklı olmayan gözlerinin tamamen kapandığını yazıyor.
Pulitzer'in bugün hala çok tartışılan, medya-toplum ve medya-siyaset ilişkileri alanındaki düşünce ve uygulamaları da üzerinde düşünülmeye, tartışılmaya değer.
Doğru habere olduğu kadar ilginç habere de önem verilmesi gerektiğine inanan bu gazetecilik gurusu, özellikle kadın ve genç okurlara yönelik olarak, tirajı artırmak amacıyla tamamen magazin, popüler dizi ve başka girişimlerde de bulunuyor, üstelik bu alandaki girişimlerini yayınla sınırlı tutmayıp, kampanyalar düzenleyerek, sosyal ya da magazin konularda, gazetesini okur nezdinde sevilen, sayılan kalıcı bir kurum haline getirmeye çalışıyor.
New York'daki Özgürlük anıtının kaidesinin halktan toplanan paralarla yapılması ya da Jules Verne ve ya Emile Zola olaylarında olduğu gibi...
Pulitzer'in siyasetle de yoğun ilişkisi var: Hem Temsilciler Meclisi üyeleri hem Senatörler hem de ABD Başkanları hakkında kaleme aldığı yazılar, yaptığı ya da yaptırdığı haberlerle siyaseti etkilemeye çalışıyor.
Hatta bir aralar gazete yoluyla idareyi etkileme faaliyeti zayıf kalmış olsa gerek ki, bizzat kendisi aday olup seçimlere giriyor, kazanıyor ancak gazetecilik uğraşı ağır bastığı için bu siyasi görevini hakkıyla yerine getiremiyor. (Bizde de bir sürü gazeteci, gazete patronu mebus olmuştu ya...).
Bu arada Pulitzer'in, yükselmekte olan büyük kapitalist bir devlet olarak ABD'nin 19.yüzyılın ikinci yarısı boyunca uluslararası alandaki etkinliklerine karşı da, özellikle savaş durumlarında, barışçı bir yayın çizgisi izlemesi önemli.
Keza Emile Zola/Dreyfus olayında da doğru tutum takındığını görüyoruz. Pulitzer'in bir başka önemli niteliği kişisel çıkarlarını, özellikle de dini kökenini mesleki faaliyetlerine alet etmemesi.
Gazetelerin bugün hala gerçekleştirmeye çalıştığı sosyal sorumluluk projeleri de aslında Pulitzer kaynaklı bir girişim. Keza gazeteler arası muhabir ya da yazar transferinin kökeninde de Pulitzer'i görüyoruz. Yine, bugün hala uygulamada olan sürmanşet, birinci sayfadan dev başlıklar, kocaman fotoğraflar, patlangaç tabir edilen dikkat çekici yıldızlar genellikle Pulitzer'in keşif ve yaratıları.
Pulitzer, o dönem ABD'sinin bir ürünü. Popüler gazetecilik yaparken bile, bağımsızlığını titizlikle korumak için siyasi iktidarla her zaman mesafeli bir ilişki kurmuş olması Pulitzer'in herhalde en önemli özelliği.
Bugün belki de sosyal-demokrat olarak nitelenebilecek bir ideolojiye sahip olan Pulitzer'in, çalışanlara karşı genel olarak olumlu davranmakla birlikte, burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişkilerin keskinleştiği dönemde, doğal olarak burjuva ruhunun kabardığını da görüyoruz. Gazete dağıtıcısı çocukların sendikalaşma girişimine karşı amansız rakibi Hearst ile birleşmesi bu tutumun en bariz örneği.
Uşaklar, hizmetçiler, sekreterler eşliğinde olağanüstü lüks bir hayat yaşayan, dolayısıyla gazete patronu olup büyüdükten sonra toplumdan büyük ölçüde kopan Pulitzer, her şeye rağmen bu döneminde bile temel ilkelerinden taviz vermemeye çalışıyor.
Aslında çocuk yaştan beri sağlığı bozuk olan, olağanüstü titiz, sinirli hatta huysuz bir adam olan Pulitzer, özellikle kör olduktan sonra yakınları ve çalışanları tarafından "tahammül edilemez" bir adam, bir patron olarak biliniyor.
Pulitzer, gazeteciliğe, mesleğine, işine o kadar sadık, o kadar bağımlı ve o kadar düşkün ki, özel hayatı da bu nedenle son derece bozuk. Eşi ve çocuklarıyla nadiren görüşebiliyor zaten...
Onlar ve bizimkiler
Bu monografi, gazetecilere ya da gazeteciliğe ilişkin diğer kitaplarla kıyaslandığında medya-toplum, medya-siyaset ve siyasi-ekonomik-ideolojik-sosyal-kültürel ortamla gazeteci arasındaki ilişkileri sergilemesi, çözmesi açısından son derece başarılı ve yetkin bir örnek.
Kıyaslama söz konusu bile olamaz ama mesela bu aralar Haldun Simavi 'nin Günaydın 'ı hakkında yazılmış kaldırım taşı ağırlığında bir kitabı okurken, hoş da olsa sonuç olarak kahve muhabbeti ile monografi arasındaki farkı anlıyor insan.
Haldun Simavi, büyük ölçüde Türkiye'de geç kalmış bir Pulitzer şubesi olarak işlev görmüşe benziyor. Bizde bu konuda Hıfzı Topuz ile rahmetli Nezih Demirkent 'in çalışmaları, mesleki ve teknik alanla sınırlı kalsa da, başarılı örnekler olarak temayüz ediyor.
Ama Hasan Cemal 'in son kitabı türünden magazin-dedikodu kitapları, mesleğe çok fazla bir şey katmadığı gibi, alanın güvenirliğini ve inandırıcılığını da sorgulatıyor.
Sonuç olarak Pulitzer monografisi, bize hem Amerikan tarihi hem de Amerikan popüler gazeteciliğinin kökenleri hakkında önemli bilgiler ve ufuk açıcı tahliller sunuyor. Gazeteciler ve okurlar için hem bilgi hem de fikir dolu bir kitap.(RD/EÜ)
(*) Jacques Bertoin, Modern Gazeteciliği Yaratan Adam : Joseph Pulitzer çev. Kerem Topuz, Remzi Kitabevi, 2004, 255 s.