Şam gezimizin amacı
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) ve Doğu Konferansı üyesi 60 kişinin Şam ziyaretinin üç temel amacı vardı.
Birincisi, son haftalarda George W. Bush, Condolleeza Rice ve Ariel Sharon'un Suriye'yi hedef göstererek Ortadoğu'da yeni savaş ve işgal hazırlıklarına girişmekte olduklarının işaretlerini vermiş olmalarıydı.
Amacımız bu tehlikeye kamuoyunun dikkatini çekmek, savaş karşıtı hareketin bu tehlike karşısında sessiz kalmayacağını göstermek, nüfusun yüzde 80-90'ının Irak işgaline karşı olduğu Türkiye'de Suriye'ye yapılacak herhangi bir saldırıya karşı da çok büyük bir tepki olacağının işaretini vermekti. Bunları yapmanın en etkin yönteminin bizzat Şam'a giderek Suriye halkı ile dayanışma içinde olduğumuzu ilan etmek olacağını düşündük.
Bu amacımızda çok büyük ölçüde başarılı olduğumuza inanıyorum. Türkiye medyasının ziyaretimize gösterdiği yoğun ilgi, açılan ve sürmekte olan tartışmalar, kamuoyunu bu tehlike hakkında bilgilendirme hedefimizin başarısını sağladı.
Suriye medyasında ise ilgi daha da yoğundu. Geziye katılan arkadaşlarımızın sokaklarda, kahvelerde, dükkânlarda -yani resmi alanlar dışında- halktan gördüğü dostluk, sıcaklık ve muhabbet, dayanışma amacımızın da gerçekleştiğini kanıtladı. Resmi alana aşağıda değineceğim.
İkinci amacımız, 1 Mart 2003 Ankara gösterisinin, tezkerenin reddinin ve Amerika'nın Irak'a saldırmak için Türkiye topraklarını kullanamamasının ikinci yıldönümünü kutlamaktı.
Tezkerenin reddi, dünya savaş karşıtı hareketinin en önemli somut kazanımlarından biriydi. Bunu bazen Türkiye'de azımsıyoruz, ama dünyanın geri kalanında ne savaş karşıtları azımsıyor, ne de -başta Washington olmak üzere- hükümetler. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetine "kamuoyunu kontrol etmek" doğrultusunda yapılan baskılar bunun en doğrudan kanıtı.
Geçen ay Porto Alegre'de Beşinci Dünya Sosyal Forumu'nun ana toplantılarından birinde Tarık Ali'nin 1 Mart'a özellikle değinmesi bir diğer kanıt. Suriye'de de aynı kanıtla karşılaştık. Konuştuğumuz pek çok kişi 1 Mart'ı biliyordu, bizlere teşekkür etti.
Otobüslerimizin Ankara'dan Şam'a 1 Mart günü kalkmasıyla, tezkerenin reddini en anlamlı, en somut şekilde kutlamış olduk. Savaş karşıtı hareketin evine çekilmemiş olduğunu, yeni saldırılara karşı tetikte olduğunu, gerektiğinde yeni 1 Mart'lar yaratacağını göstermiş olduk. Böylelikle, kutlama amacımızın da başarıya ulaştığına inanıyorum.
Üçüncü amacımız, 19 Mart'ta dünya çapında gerçekleştirilecek olan Savaşa ve Neoliberalizme Karşı Küresel Eylem Günü'nün duyurusunu yapmaktı.
Türkiye'de de, Emek Platformu'nun çağrısıyla, 19 Mart'ta, İstanbul, Kadıköy'de sokaklarda olacağız. Eylem gününün tüm dünyada ve Türkiye'de mümkün olan en geniş kitleleri kapsaması, bir yandan Irak'ta bugüne kadar 100.000'i aşkın sivili katleden ve her gün yeni ölümlere yol açan, bir yandan da yeni saldırı ve işgal planları yapan Amerikan yönetimine gözdağı verecek, işgalin dünya kamuoyunda meşruluğunu tümüyle yitirmiş olduğunu bir kez daha vurgulayacaktır.
Aynı zamanda, İstanbul'daki gösterinin kitleselliği, AKP hükümetini olası bir maceracılığa, Irak'ın işgalinden ve Amerika'nın bölgedeki yeni askeri saldırganlıklarından pay alma girişimlerine karşı ikaz edecektir.
19 Mart gösterisini en geniş şekilde duyurma çalışmaları var hızıyla sürüyor. Daha dün, BAK konuşmacıları Aliağa'da bin 500, Tüpraş'ta 500 Petrol-İş Sendikası üyesine hitap etti. Şam gezimizin ve Türkiye çapında yapılmakta olan toplantıların ne ölçüde başarılı olduğunu 19 Mart günü göreceğiz.
"Resmi" ve "sivil" tartışmaları
Kişi ve kuruluşları Şam gezisine davet eden metinde şöyle deniliyordu:
"Bizler bütünüyle sivil kişiler ve kuruluşlarız, [ziyaretimiz] hiç bir şekilde Suriye'deki mevcut yönetime destek vermek olarak algılanmamalı. Oradaki ve kendi ülkemizdeki tüm otoriter siyasetlere ilişkin eleştirel görüşlerimizi saklı tutuyoruz. Tüm dünyada ve özellikle bölgemizde demokrasiye ilişkin sorunları sonuna kadar önemsiyoruz. Diğer taraftan, kimsenin, 'otoriter rejim' bahanesi ile bölgeyi işgal etme girişimine tahammülümüz yok".
Bu çekinceyi özellikle vurguladık, çünkü hem Suriye'deki otoriter rejimin bizi kendi çıkarları için kullanmaya çalışacağını, hem de Türkiye'deki savaş çığırtkanlarının ve Amerika yanlılarının bu vesileyle gezimizi karalamaya çalışacaklarını iyi biliyorduk. Nitekim öyle oldu.
Tüm çabalarımıza rağmen, Suriye'de resmi makamlarla görüşmekten, resmi makamların hazırladığı yemekleri yemekten kaçınmamız mümkün olmadı. Doğrudur. Suriye gibi bir ülkede bunlardan kaçınmak mümkün değil.
Dahası, medyanın bu ziyaretten Beşar Esad'a bir paye çıkarmasını engellemek de, elbette, mümkün değil.
Ancak, hem grup olarak, hem tek tek bireyler olarak düzinelerce basın toplantısı ve bire bir söyleşi yaptık, sokaklarda insanlarla konuştuk. Tüm beyanat, söyleşi ve konuşmalarımızda, resmi bir konumumuz olmadığını, sivil savaş karşıtları olduğumuzu, hükümete değil halka destek ve dayanışma vermeye geldiğimizi vurguladık.
Parlamento önünde açık havada yaptığımız basın toplantısında, Suriye Yazarlar Birliği başkanı "Amerika, biz sana düşman değiliz, bizi rahat bırak" dedikten hemen sonra Türkçe ve -önceden talim yapmış olarak- Arapça "Savaşa hayır!" ve "Bütün halklar kardeştir" sloganlarını bağırdık.
Bütün bunların Suriye halkına en azından bir ölçüde yansımış olduğunu biliyoruz, çünkü yabancı dilde yayın yapan Kanal 2'de kendimizi gördük, dinledik.
Hürriyet gazetesinde Hadi Uluengin'in gezimizi karalama çabasını cevap vermeye değer bile bulmuyorum.
Milliyet gazetesinde Mehmet Ali Yılmaz'ın ifade ettiği ve iyi niyetli olduğunu varsaydığım kaygılar ise cevaplanmaya değer. Yılmaz, "Eğer Saddam, işgalin kaçınılmazlığını görüp Irak'ı terk etmeye razı olsaydı olaylar çok farklı gelişebilirdi" (yani savaş çıkmayabilirdi) görüşünden yola çıkıyor ve ziyaretimizin rejimi güçlendirecek bir girişim olduğunu, "geçmişte bu tür girişimlerin bölgeyi bir savaşa sürükleyecek yanılsamalara yol açtığını" savunuyor.
Yılmaz'ın yanılgısı şu: Saddam'ın çekilmesi durumunda Amerika'nın Irak'a saldırmayacağını ve, keza, Esad geri adımlar atar ve uslu durursa sorun çıkmayacağını varsayıyor. Yanılgı, Amerika'nın dünyadaki ve bölgedeki planlarını anlamamaktan, Washington'un saldırıları meşrulaştırmak için yaptığı propagandaya inanmaktan kaygılanıyor.
Irak'a saldırmak için öne sürülen gerekçelerin -kitle imha silahlarının varlığı, el-Kaide'nin Irakta konuşlanmış olduğu, 11 Eylül saldırısında Irak'ın parmağı olduğu, Irak'a demokrasi getirme isteği- tümünün yalan olduğunu bugün bütün dünya biliyor.
Aynı şekilde, Suriye'ye yöneltilen suçlamaların da -Hariri'nin öldürülmesi, Tel Aviv'de patlayan bomba- yalan olduğu, salt yeni bir Amerikan saldırısını meşru göstermek için ortaya atıldıkları gün gibi aşikâr.
Irak ve Suriye de dahil olmak üzere, Ortadoğu'daki rejimlerin hemen hepsinin berbat diktatörlükler, krallık ve şeyhlikler oldukları açık. Ancak, Amerika'nın saldırılarının bulunla bir ilişkisi yok. Olsaydı, Amerika'nın Suudi Arabistan'a da, Ürdün'e de, İsrail'e de saldırması gerekirdi.
Amerika, "Yeni Bir Amerikan Yüzyılı" projesi uyarınca, dünyada hegemonyasını korumak, ekonomik gücü gerilerken askeri gücünü kullanarak hem müttefiklerine -Avrupa Birliği, Japonya- hem rakiplerine (Çin, Rusya) gözdağı vermek, onları hizaya çekmek, yeni askeri üsler elde etmek, önemli doğal kaynakları kontrol etmek için saldırıyor.
Yeni yüzyılda Amerikan hegemonyası artık salt ekonomik üstünlüğe dayanamıyor, dolayısıyla askeri üstünlüğü giderek daha fazla kullanılıyor. Yugoslavya, Afganistan ve Irak savaşlarının nedeni bu, Suriye'nin tehdit edilmesinin nedeni bu.
Saldırı ve tehditlerin, Amerika'nın tüm dünyaya demokrasi ve özgürlük götürme isteğinden kaynaklandığını düşünenler olabilir. Ama dünya savaş karşıtı hareketini oluşturan on milyonlar bu kadar saf değiller. Bu hareketin unsurları olan biz Şam yolcuları da değiliz.
Şam ziyaretimiz, Amerika'nın yeni savaş planlarına karşı Suriye halkına dünya halklarının dayanışma duygularını ileten ilk etkinlik oldu. Başka hiçbir şey başaramamış bile olsak, bununla gurur duyuyoruz.(RM/EÜ)