Bugünlerde Diyar Galeria’da bulunan Amed Şehir Tiyatrosu’nun olduğu mekan cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle dolu. Çünkü bu yıl “Elim Sende” sloganıyla ilki gerçekleştirilen Amed Çocuk Festivali devam ediyor.
Çocuklar günlerdir mim, resim ve sanat, fotoğraf ve drama atölyelerinde hem yeteneklerini keşfediyor hem de doyasıya eğleniyor.
Atölyeler; Derya Sağlam, Mehtap Alişan, Serdar Uğurlu ve Kibar süvari tarafından veriliyor. Atölye çalışmalarını yürütmek için İzmir’den gelen Mehtap Alişan ve Serdar Uğurlu ile çocuklarla neler yaptıklarını ve deneyimlerini konuştuk.
Alişan: Sanatsal çalışma yapılamaz algısını kırmak
Mehtap Alişan neden Diyarbakır’ı tercih ettiklerini şöyle anlatıyor:
“Savaş sonrası travma görmüş çocuklarla bir şeyler yapmaktı derdimiz. Amed Şehir Tiyatrosu ile irtibata geçtik. Çocuklarla sanat çalışması yapmak istediğimizi söyledik. Çünkü sanatsal çalışmalara bu kadar ket vurulurken ve maddi boyutu olmadan yapılamayacağına ilişkin bir algı var. Biz biraz da bu algıyı kırmak adına başlamıştık.”
Alişan yaklaşık sekiz yıldır Bisiklet Çocuk adı altında çalışma yürüttüklerini ifade ediyor. “Her çocuğun bisiklet hayali vardır. Burada da yerel ağızla söylenen ‘pisklet çocuk’ olarak geldik."
“Gök gürültüsü sesini bomba sesi olarak tanımlıyorlar"
İzmir ve Diyarbakır’daki çalışmaları arasındaki farkı ise şöyle aktarıyor:
“İzmir’de geçirdiğimiz süreç çok daha başka. Aynı oyunları oynuyoruz ama buradaki etkiler çok farklı oluyor, arada epeyce fark gözüküyor.
“Orf müzikte kullanılan bir teknik. Orf tekniğinde belirli enstrümanlar var, bunlar doğal sesler çıkartan enstrümanlar. Masal, müzik, beden, doğaçlama, drama gibi hepsinin bir arada toplandığı bir teknik.
"Orf atölyesinde çocuklara gök gürültüsü sesini dinletiyorum. Bu seslerle bir hikaye yazıyoruz. Bu sesi açtığımız zaman çocuklar bunun bomba sesi olduğunu söylüyordu. Füze, silah, tüfek sesi diye tanımlıyorlardı.
"Sesin gerçek kimliğiyle çocuk uzlaşamıyor ya da onu göremiyor. Karşılaştığı gerçeklik çok daha farklı bir şey. Çok tepki vermeden ‘Tamam, bu sesi kaldırıyoruz’ deyip başka bir şeye geçiyoruz. Çünkü o onun hayatında ve normali olmuş durumda. Tabi ki normal değil ama o bu normali kabul ediyor. Çünkü yıllardır savaşın içinde. Bunlarla çok zorlandık, bize çok ağır geldi.”
“Beden dilini kullandık”
Dille ilgili de dönem dönem problem yaşadıklarını söyleyen Alişan bununla ilgili çözümlerini de şu şekilde ifade ediyor:
“Bazı çocuklar hiç Türkçe bilmiyor. Ama bu aramızdaki iletişimi daha da güçlendirdi. Beden üzerinden bir iletişim kurmaya başladık. ‘Anlamıyorum’ diyor ama ben elimle kolumla anlatmaya çalışıyorum. O oradan bir şeyleri çözmeye çalışıyor. Keyifli, güzel zamanlar geçirdik.”
"Çocukları dinginleştiren bir çalışma"
Alişan, çalışmalarının çocuklar üzerindeki etkisini şöyle anlatıyor:
“Bizim yaptığımız çalışmaların bir dinlendirme özelliği var. Dinleniyor, dinliyor, ses yumuşuyor, beden yumuşuyor.
“Yaklaşık 70 çocuk katıldı. Daha önce bu tür bir çalışmaya temas etmemiş, bu kadar ayrıntılı ve farklı çalışmaya ilk kez katılan çocuk sayısı çok fazlaydı. Ortaya çıkan ürünlerin sergisini yapacağız”
“Her şeyi beraber deneyimliyoruz”
Alişan, çocukların kendilerini ifade etme becerilerini gün yüzüne çıkartmak ve dezavantajlı bölgelerde çalışmanın birincil öncelikleri olduğunu söylüyor:
“Parasız eğitimden yanayım. Eğitimin kalitesini belirleyecek şey senin aktarabileceğin bilgi birikim.
“Bölge çok zor, alan bulmak çok zor, çocuklarla çalışma yapabileceğiniz ekonomik ve ruhsal süreci ayarlamak gerçekten çok zor. Sürekli susturulmaktan dolayı yanlış yapma kaygısını çok fazla taşıyorlar. Yaptığımız çalışmalarda yanlış diye bir şey yok. Neyle temellendiriyorsak, neyi yapmak istiyorsak, içimizden hangisi geçiyorsa onun üzerinden bir şey oluşturmalarını istiyorum.
“Onların başında bir öğretmen modunda değil de bir işi beraber yapabilmenin biçimini göstermek istedim. Aynı düzlemde her şeyi beraber deneyimliyoruz.”
Diyarbakır’ı bırakmayı hiç düşünmediklerini belirten Alişan, “Bir buçuk yıldır buradayız. Kurumlarla hala temas ediyoruz. Festival olmasa bile eğitmen eğitimi çalışma talep edildiğinde gelişlerimiz oluyor. Takip edebildiğimiz ve var olabildiğimiz kadarıyla burada var olmaya devam edeceğiz. Nusaybin, Cizre gibi yerlerde de alan bulabilirsek gitmeyi istiyoruz” diyor.
Uğurlu: Ellerine büyüteç veriyorum
Drama atölyesini yürüten Serdar Uğurlu’nun ise Diyarbakır’a ilk gelişi. “İlk kez temas ettiğim bir çalışma oluyor. İlk kez karşılaşıyoruz” diyor.
“Amaç, kendi bedenleri ve düşünce yapılarına dair biraz daha eksik veya geride kalan akıl yürütmeleri öne çıkartmak. En azından kendi bedenleriyle bir ritim oluşturmak.
“Ön ergen çocukların birbirlerine karşı daha hırçın tavırları var. Aynı yerde bulunmak, dokunmak bir gerilim yaratıyordu. O gerilimi azaltmaya yönelik çalışma yapmaya çalışıyorum.
"Hangi yaklaşımlar onların bedenlerine daha farklı yaklaşmalarını sağlar? Yanındakiyle nasıl daha sakin bir ilişki kurar? Hırçınlaşmadan, onu vurmadan, bağırmadan ne söyleyip ne anlatabilir? Bunu belki biraz kurgulayabilmeye çalıştık.
“Yaptığım şeye, bir şeyleri daha yakından tanımaları için onların eline bir büyüteç vermek daha doğru bir tabir."
“Sessiz iletişim”
“Biraz sessizlik çalışması yaptık. 12 kişiden oluşan bir çemberimiz var. Elimizde küçük bir topumuz var. Hiç konuşmadan sadece karşımızdakinin gözlerine bakarak ama bütün çemberi tarayarak sessizce nasıl iletişim kurabilir, bunu en azından deneyimlemesini sağladık.
“İlk başlarda herkes biraz bağırıyor, konuşuyor. Ama işin mantığını kavradığı andan itibaren bağırmadan iletişim kurabileceğini hızlı bir şekilde görebiliyor. Kendisinden çıkan bir nesnenin karşısındakine sessizce iletilebileceğini ve bunu sadece iki kişiyle değil on kişiyle de yapabileceğini görüyor.”
“Beni duy, fikrim var”
Uğurlu, çocukların her yerde aynı yetişkinlere maruz kaldığını ve dolayısıyla aralarında bir fark olmadığını ifade ediyor.
“Yoksulsan hangi dilek ve taleplerin gerçekleşebileceğinin ya da olmayacağının farkındasın. Ama dışarıda da daha renkli bir dünya var. Herkesin arzularını tetikleyen bir dünya var bu çocuklar için de geçerli. Televizyon ve internetin olduğu yerde bundan kaçış yok.
"O baskıyı yaymanın dağıtmanın yolu olarak bağırmayı ve gürültüyü buluyorlar. Kendi seslerini duyurmak istiyorlar. Dünyayı bizden farklı bir şekilde algılıyor. O gürültü pratiği, ‘beni bir duy, benim bir fikrim var’ anlamına geliyor. Dinlendiğini fark ettiği anda dinginleşiyor. Gürültü varsa sesin bana ulaşmaz. Bunun işaretini vermeye çalışıyorum.”
Festival; atölye çıktılarının sergileri ve tiyatro oyunlarıyla devam edecek. (BD/BK)