Zamanla, kadınlar, kah ucuz işgücü olarak, kah kendilerindeki dişil olanın geliştirilip teşhir edildiği ve pazarlandığı, kadın cinselliğinin doğrudan erkeğe sunulduğu genelevler, kadınların hanımlaştırıldığı güzellik salonları, güzellik yarışmaları, mankenlik ajansları vb kurumsal yapılarda toplanarak; kah vücutlarını örtüp dişil olanı da gizleyerek, kah teşhir ederek; ama nihayetinde, erkek egemen sistemin istediği biçimlerde, kamusal alanlarda görülmeye başlamışlar.
Kadınların toplumsal yaşamdan dişi oldukları için dışlandığı ya da dişiliklerini öne çıkararak sosyal yaşama dahil olabildikleri bu ahval ve şeraitte, seksi olmadan toplumsal yaşamda kadın olarak yer almak, sadece insan olmanın değeriyle tartılmak isteyenlerin işi hayli zormuş.
Gün gelmiş bu ülkede, bir süre önce, kadınların dişiliklerine yönelik çalışmalar yapmak üzere, Başbakanlığa bağlı dişiler idaresi diye bir birim kurulmuş.
Bu birim, kadınların ped, prezervatif, doğum kontrol hapı, kozmetik malzemeleri vb çeşitli ürünleri indirimli ya da ücretsiz olarak edinebilmeleri için, üzerinde sahip olanın vücut ölçülerinin, yumurta üretme kapasitesinin, bakirelik durumunun ve dişilik oranının yazdığı Dişilik Kimlik Kartı adlı bir kart dağıtmaya başlamış.
Bu uygulama karşısında kimsenin çıtı çıkmamış. Daha önce, bu tür indirimlerden ve çeşitli haklardan yararlanmak için altı ayda bir dişilik raporu almak gerektiğinden, ve her yerde kartın ibrazı gerekmediğinden, işleri kolaylaştırma olasılığını da düşünerek bir sürü kadın bu karttan edinmekte bir beis görmemiş.
Dişiler İdaresi'nin söz konusu uygulamasıyla toplumda ne kadar dişi olduğunu öğrenemediğinden mi bilinmez, bir gün mevcut hükümet bu uygulamayı yürürlükten kaldırmaya karar vermiş ve soruna kökten bir çözüm bulmanın heyecanıyla, dişilik bilgilerinin herkes için verilen nüfus cüzdanlarına işletilmesini emreden bir ferman yayınlamış.
Dişiliklerini yadsımadan, gizlemeden ya da teşhir etmeden kadın olarak yaşamak isteyen bir grup kadın, bu fermanı bardağı taşıran son damla olarak algılayıp isyan etmişler ve fermanın iptali için mahkemeye başvurmuşlar.
Bu kez de, kendilerini kadınların hakları yerine dişilikleri üzerinden var eden, bazı genelev patron/patroniçeleri ve mankenlik ajansı sahipleri, bu uygulama karşısında sessiz kalmakla yetinmeyip, isyancıların bir bardak suda fırtına kopardıklarını, dişiler için hiçbir şey yapmayıp, durmadan yapanları eleştirdiklerini söyleyip yazarak, işi, isyancılara karşı bir karalama kampanyası başlatmaya kadar götürmüşler.
Sonra ne mi olmuş? Göreceğiz!
Ara not: Yukarıdaki masalsı denklemde biyolojik bir duruma işaret eden dişi, özürlü; sosyal bir kimlik olan kadın, sakat; egemen olanın hizmetine sokulmuş kadına işaret eden hanım, engelli; seksi, ezik ve mahkeme, Danıştay değerindedir. Değerleri belirtilmemiş olan ifadelerin değerleri okuyucu tarafından verilebilir.
Özürlü kimlik kartı
Gerçekten de, 30 Ekim'de, ulusal düzeyde özürlüler veri tabanı oluşturulması ve özürlülerin kendilerine tanınan hak ve hizmetlerden kolaylıkla yararlanabilmelerini sağlama gerekçesiyle, özürlülük bilgilerinin isteğe bağlı olarak nüfus cüzdanında yer almasını öngören bir yönetmelik çıkarıldı; bu gerekçeyle daha önce hayata geçirilen "özürlü kimlik kartı" uygulamasına son verildi.
Kendilerini özürlülük merkezli yapılarda ifade edemeyen bir grup da, söz konusu yönetmeliğin iptali için Danıştay'da dava açtı. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi almak isteyenler TurkQuad adresini ziyaret edebilirler.
Ezilen kimlikler ve toplumsal mücadele
Yazıya, kimlik kartıyla ilgili kısım dışında kadınlar için büyük ölçüde gerçeği yansıtan masalsı anlatımın alınmasının iki temel nedeni var. Birincisi, ezilen kimliklerin durumlarının benzerliğine ve ortak mücadelenin gereğine işaret etme kaygısı.
Yeri gelmişken, Türkiye'de 1965 yılında, sağırlar okullarında işaret dilinin kullanılmasının yasaklandığını da hatırlatalım. İkincisi, aslında utanç verici bir durum yazan için ama, doğrudan sakatlığa ilişkin anlatımın okuyanların ilgisini çekmeyeceği kaygısı. Zira utandıranları utandıracak bir sakat hareketinin varlığından söz etmek güç.
Yakın gelecekte, sınıf merkezli anlayışların, sakatlık, kadınlık vb kimliklere dair doğru siyaset geliştirmeleri olanaklı ve olası görünmüyor.
Bu durumda, bu kimlik sahiplerinin onların doğruyu bulmalarını bekleyecek hali yok tabii. Öte yandan, sakatlar dahil tüm toplumsal kesimleri sakatlayan neo-liberal politikaların geliştiricileri ve uygulayıcılarının kucağına oturmak da çözüm değil.
Haklar temelinde örgütlenmiş, ezen-ezilen ilişkisini yaratan toplumsal hiyerarşiyi kendi içlerinde yeniden üretmeyen, kendilerinin değil de kimliklerini oluşturan toplumsal kodların teşhirini amaçlayan ve sosyal ben merkezci olmayan siyasetlere ihtiyacımız var.
Kimlikler yan yana duruversin
Tarih, bir dönem için statükonun kitleler lehine hizaya getirilmesi mücadelesinin motoru olan güçlerin, kısa bir sure içinde kitleleri statüko lehine hizaya getirmeye çalışan iktidarlara dönüşmesinin örnekleriyle dolu.
Günah, tarihi, hiyerarşik ve sosyal ben merkezci anlayışla yazan hareketlerin boynunda. ABD güdümlü hale gelen eski doğu bloğu ülkeleri ve Kürt hareketinin durumu en güncel örnekler arasında. Yazının konusu bağlamında , Altı Nokta Körler Derneği 'nin sözü edilen yönetmeliği olumlayan tavrı da, yukarıdaki önermeyi gerçekleyen örneklerden.
Kimliklerin hangisi üstte hangisi altta olsun tartışmasının yapıldığı masayı, "neden üst üste duruyor şu canına yandığımın kimlikleri Allah aşkına? Yan yana duruversinler!" deyip terk ettiğimizde ve masayı kendisiyle baş başa bıraktığımızda aralamış olacağız sanırım daha adil bir dünyanın kapılarını. Ütopya mı? Olsun. Ütopyanın suçu ne? (ÇD/EK)