Cemil Paşa konağına girdiğimizde gözleri parlamıştı Emre'nin. İşte tam aradığım mekân sözleri birden dudaklarından dökülüvermişti. O ana kadar projesinin ne olduğunu da bilmiyordum. Bu mekânı kullanabilir miyiz? sorusuna, elbette, sahipleriyle çok iyi dostuz demiştim.
Sonra işte bilinen süreç başladı. Defalarca Diyarbakır'a gelip, gidişler, ekibi hazırlama filan. Ne yalan söyleyeyim, doğrusu ilk tanıtım fragmanını Emre bana izletinceye kadar ne yapmaya çalıştığını ben de tam kavrayamamıştım.
İzleyince tamam dedim. Ben de bu işte varım. Ne düşerse eyvallah deyiverdim. Sonra konağı kullanmak için izin çabaları başladı. Epeyce uğraştıktan sonra rahmetli Felat ağabeyin (Cemiloğlu) ağzından hissedarlarla mahkemelik oldukları için mahkeme sonuçlanmayıncaya kadar mekânın kullanımının mümkün olamayacağını anladık.
Ve hızla Emre ile başladık mekân aramaya... Hemen bütün sur içini sağlam ya da kırık dökük yapılarını taradık. Sonunda Ali Paşa mahallesindeki Çeltik fabrikasına Emre olur dedi.
Yapı doğrusu ilginçti! 500 yıllık bir yapıydı. Diyarbakır'ın çok kültürlü yapısal kimliğine uygun bir mekândı. Adı şimdilerde Çeltik Fabrikası olarak anılıyordu. Max Von Berchem, Amida adlı eserinde, 1515'lerde Osmanlı tebaası olan Amidli (Diyarbekirli) Ermenilerin o tarihlerde bu kiliseyi yaptırdığını, adının da Surp Sarkis olduğunu ifade eder.
Fransız arkeolog profesör Albert Louis Gabriel, Voyages Archeologiques dans la Turqie Oriental (Doğu Türkiye'de arkeoloji gezileri ) adlı eserinde ise yapının Hızır İlyas kilisesi olduğunu söyler.
İnciciyan 19. yüzyıl tarihli bir araştırmasında beş horanlı, kagir ve eski bir Ermeni kilisesi olduğunu vurgular. Süryani tarihçi peder Gabriel Akyüz ise Mor Dumyana adını kullanır.
Yapı fiziksel olarak daha çok Süryani cemaatinin yaşam alanı olan Lalebey mahallesine yakın olan bölgede olsa da, demek ki, Mardinkapıya yakınlığı sebebiyle Ermeni cemaati tarafından o tarihlerde inşa edilmiş.
Şimdilerde tapu kayıtlarında Ermeni Gregoryan Cemaati Vakfı adına kayıtlı olan yapı, uzunca bir süre de Çeltik fabrikası olarak kullanıldığından adı sonraları Çeltik Kilisesine dönüşmüş.
Yapının fiziki görünümünün mimari tarzının dışında geçmişinde kilise olduğuna dair hemen hiçbir iz yok. Tesadüfen bizim mekânla ilgili kararımızı kesinleştirmeye gittiğimiz gün kilisenin avlusunda kadınlı erkekli bir sokak düğünü vardı.
Eh işte bazen böyle boş mekânlar gelecekte kurulacak mutlu birlikteliklere de ev sahipliği yapabiliyor, demek ki! Aslında evliliğe ilk adımlarını atan Hıristiyan çiftlerin yolunun ne denli çok bu mekândan geçtiği noktasını da unutmamak gerek.
Kim bilir belki de Emre Koyuncuoğlu bu duruma da dikkat çekmek için performansına "Home, Sweet Home" (Evim, güzel evim) ismini uygun buldu.
Diyarbakır son birkaç yıldır daha önce tanışık olmadığı türden farklı sanat anlayışlarıyla tanışıyor. Özellikle Diyarbakır Sanat Merkezi aracılığıyla çağdaş ya da modern sanat denen farklı sunuşlara da ev sahipliği yapıyor.
İşte en son 8. İstanbul Bienali'nin bir kısmı Diyarbakır'a taşındı. Ama kim bilir belki de bu gidiş gelişler bir süre sonra Diyarbakır'ın kendi alternatif bienalini yaratmasını beraberinde getirir.
Emre Koyuncuoğlu "Evini yurdunu bulmak, huzur bulmaktır" deyip, heyecanını Diyarbakır insanına taşıyarak yoksulluğun dip sınırına vurmuş bir mekânında hem de ilk geceyi mahalle sakinlerine oynayarak hayatının figürünü gösterdi.
Bir sanat eserinde mutlaka bir mesaj, belki de sınırları keskin olarak belirlenmiş bir mesaj arayanlara göre değildi "evim, güzel evim". İzleyicinin istediğini kendi beklentisi ya da sanatsal altyapısı çerçevesinde algılayabileceği boyutlarda bir gösteriydi prodüksiyon.
Çağdaş tiyatronun sınırlarını zorlayan gösteri, belki biraz iddialı olacak ama ; egemen bakışı baltalayan ve tarihi tek, büyük bir resim etrafında kurgulayanları rahatsız edecek ölçekteydi. Biraz da sorgulayıcı mantıkla Cumhuriyetin resmi ideolojisinin yaratmaya çalıştığı tek partici ve tekçi zihniyete tepkiydi aynı zamanda.
Ve çalışmanın aynı zamanda en önemli belki de en kalıcı vurgusu mekâna dairdi. Terk edilmiş kullanılmayan eski amacını yitirmiş yüzler yıllık bir mekânı gösteriyle birlikte paylaşmak ve birlikte olmaya yönelik yeni kullanılabilir alanlara ve mekânlara dönüştürülmesinin kalıcı vurgusu !
Kimi şehirler vardır ki, ancak bazı kişiliklerle o şehirlerin birlikte anılması anlamlı olur. Ama kimi şehirler de tarihinin ağır yükünü öylesine omuzlayarak gelmiştir ki, tarihsel sürecinin her döneminde, insanına o şehirli olmanın erdemini sunar.
İşte Diyarbakır böylesi şehirlerden, yani ikincilerden. Zaman, mekân ve insan sürekli birbirini yoğurmuş. Binlerce yıldan bu yana kendisini sürdürerek, taşıyarak getirmiş.
Diyarbakır, öylesine bir şehir kimliği vermiş ki insanına; "Diyarbekirliyim" demiş bura insanı kendine, başka yerli değil! İşte bu şehirli sorumluluğu bilinciyle, şehir adına ne yapmaya kalkarsanız, ya da ne yaparsanız hep birazcık bir yerlerinden eksik kaldığını, yeterince bu şehr-i Diyarbekiri anlatamadığınız hissine kapılırsınız. Bu duygu da sizi derinden yaralar, alabildiğine tedirgin kılar.
Emre Koyuncuoğlu,"Evim, güzel evim"de zoru başararak hem yıkılan, yerli yurtlu da! insansız kalan mekânlarda duyarlık yaratıyor. Hem de bir şehrin olanca canlılığını, dirliğini insana dair kaygılarını modern gösteri sanatının bütün ustalıklarını kullanarak izleyiciyle buluşturuyor. Biz Diyarbekirliler hem de kendimizi hikâyenin içinde yaşayarak,17 Ekim günü gösteriyi izledik. Siz, siz olun İstanbul ve Belçika'dakiler sakın kaçırmayın "Home, Sweet Home"u. (ŞD/NM)