İlk değerlendirmeler, göçmenler için oldukça "liberal" olduğu ileri sürülen "ortamdan yararlanan teröristlerin", bu ülkeyi "terörist avcılarının jargonuyla "uyumak", yani yeraltına geçip, "gerçekleştirilecek eylemler için emir alana kadar hazırlanmak ve beklemek üzere" bir üs olarak kullandıkları yolundaydı.
Eylemcilerin "Kaşıkladığın çorbaya sakın tükürme!" öğüdünü veren Arap atasözüne uygun davrandıkları düşünülüyordu.
"Uyuyan terörist" haritası
Yayın organları, sık sık terör uzmanlarına dayanarak, "en az 300 Arap kökenli teröristin 'uyuduğu', bir kısım radikallerin de camilerde sempatizan kazanma çalışmalarını sürdürdükleri" uyarısında bulunuyordu.
Önde gelen haber dergilerinden "Der Spiegel" bu arada ülkenin hangi bölgesinde, kaç tane "uyuyan terörist"in bulunduğunu gösteren harita bile yayınlamıştı.
Daha sonra Almanlar, Almanya'da olmasa bile, "terör"e hedef olmaya başladı. 11 Eylül'ü takip eden 2.5 yıl içinde, dünyanın çeşitli bölgelerinde meydana gelen "El Kaide" bağlantılı olduğu ileri sürülen saldırılarda en az 30 Alman da canını yitirdi.
"Güvenlik"le ilgili analizler, Almanya'yı "geri üs" olarak kullanmaktan vazgeçip, eylemleri için hedef olarak görebileceği yolundaydı artık. "Teröristlerin İspanya'daki gibi eylemleri burada da gerçekleştirebileceğini" belirtenler artıyordu.
"Güvenlik" ve yeni yasal düzenlemeler
Devlet de bu yeni tehdide karşı bir yandan elindeki araçları kullanarak savunma önlemlerini alıyor, bir yandan da yeniden yapılanıyordu.
"Teröre karşı önlemler" adı altında sadece güvenlikle ilgili mevzuat değil, göçmenler ve yabancıların sosyal yaşamlarıyla ilgili yasalar da yeniden ele alındı. Birbiri ardına "terörle mücadele" yasa paketleri meclisten geçti. "Terör"le bağlantılı kişilerin, "terörist" olmasalar da sınır dışı edilmelerini kolaylaştıran yasal değişikler gerçekleşti.
Federal sisteme göre kurulmuş iç güvenlik ve istihbarat sisteminin merkezileştirilmesi çalışmaları hızlandı. "Teröristler tarafından kaçırıldığı" şüphesi doğan yolcu uçaklarının, metropoller üzerinde avcı uçakları tarafından vurulmasına olanak sağlayan yasal düzenleme gerçekleştirildi.
Bu arada, "teröristlere işkence yapılabileceği", mahkeme kararı olmadan da şüphelilerin uzun yıllar "gözaltında tutulabileceği", anayasal değişiklikler yapılarak silahlı kuvvetlerin iç güvenlik hizmetlerinde kullanılması gibi öneriler de ciddi ciddi tartışıldı bile.
İlk "El Kaide" davası Hamburg'da
Bu arada "terörle ilgili soruşturmaları" yürütmekle görevli en üst makam olan Federal Başsavcılık'ın (BAW), Federal Polis Örgütü BKA'nın (Federal Asayiş Dairesi), iç istihbarattan sorumlu Gizli Servis BfV'nin (Anayasayı Koruma Dairesi) 11 Eylülcülerin çıktığı Hamburg'dan başlamak üzere tüm ülkede "El Kaide"ci avı sürüyordu.
Bazı soruşturmaların sonunda davalar da açılmaya başladı. 11 Eylül'den sonra dünyada ilk "El Kaide" davası Hamburg'da açıldı.
Saldırının hazırlık aşamasında yer aldığı iddiasıyla yargılanan Faslı üniversite öğrencisi Münir El Mutassadık, kısa sürede sonuçlanan davada 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.
Ardından yine Hamburg'da aynı ekipte yer aldığı iddiasıyla bir Faslı öğrenci daha tutuklandı ve yargılanmasına başlandı.
"Ezme" simgesi Schily
"Metin Kaplan" ve taraftarları gibi, diğer İslamcı aşırılara karşı önlemler de arttı. Bazı cami dernekleri "terör şüphesi"yle kapatıldı.
Siyasi hayatına Yeşiller partisi kurucusu olarak başlayan, daha sonra da sosyal demokrasiye geçen Federal İçişleri Bakanı Otto Schily, her türlü İslamcı aşırılığın ezileceğinin simgesi oluverdi.
70'li yıllarda RAF (Kızıl Ordu Fraksiyonu) örgütü üyelerinin savunmalarını üstlenerek ünlenen Schily'nin elinde coplu fotoğrafları öne çıkmaya başladı.
70 soruşturma da "başarısız"
Ancak, bu arada "terörle ilgili en önemli davalar" savcılık açısından başarısızlık işaretleri vermeye başladı.
BAW'ın açıklamalarına göre şimdiye kadar ülkenin çeşitli bölgelerinde "İslamcı teröristlere" karşı 70 soruşturma açılmıştı ve bunlardan hiçbiri "başarılı" sonuç vermemişti.
En büyük ilk "başarısızlık" Hamburg'daki ikinci El Kaide davasında yaşandı. 11 Eylülcülere bu eylem planını bilerek yardım etmek ve gerçekleştirdikleri saldırıda binlerce insanın öldürülmesinde suç ortağı olmakla suçlanan Faslı üniversite öğrencisi Abdelgani Mzoudi kamuoyunu şok eden bir kararla, "delil yetersizliği"nden beraat etti.
ABD'nin vermediği tanık
Üstelik Mzoudi'yi kurtaran karar, ABD'den gelen bir faks mesajı ve Alman istihbarat örgütü BfV'nin Başkanı'nın bizzat yaptığı tanıklık sayesinde alınmıştı.
Söz konusu faksta, Pakistan'da yakalanan ve halen nerede olduğu bilinmeyen bir diğer Hamburglu El Kaide'cinin (Remzi Binalşib) sorgusunda sanığın örgütle ilgisinin olmadığı, saldırı planını bilmediği yolunda ifade verdiğine dair bilgilerin yer aldığı ileri sürülüyordu.
Amerikalı yetkililer, Alman hakimlerin Remzi Binalşib'in mahkemede tanık olarak dinlenmesi yolundaki tüm rica ve taleplerini reddettiler.
Hatta, İçişleri Bakanı Schily'nin sırf bu amaçla ABD'ye gittiği, Amerikalı meslektaşlarından bunun için destek istediği ve sonuç alamadığı yolunda haberler çıktı.
Afganistan'daki kamplarda "eğitim aldığı kesin olarak bilinen", ancak El Kaide üyesi olduğu kanıtlanamayan sanık Mzoudi'nin davası delil ve tanık yetersizliği nedeniyle çıkmaza giriyordu.
11 Eylül Almanya'da planlanmamış
Ardından, BfV Başkanı Heinz Fromm'un bizzat Hamburg'daki duruşmaya girip, tanıklık ettiği öğrenildi.
İstihbarat şefi, mahkemeye Amerikan istihbaratından gelen bilgilere göre 11 Eylül saldırılarının Almanya'da, Hamburg'da değil, Afganistan'da planlandığını açıklamıştı. Alman istihbaratı da, Federal Savcılığın aksine bu görüşteydi.
Sonuçta, sanığın önce tutuksuz yargılanmasına karar verildi, daha sonra da beraatına. Serbest kaldıktan sonra Almanya'dan çıktığı an Amerikalıların eline geçeceğinden korkan Mzoudi şimdi halen Almanya'da, bu ülkeden yeniden oturum izni almak ve yarım kalan üniversite öğrenimini sürdürmek için girişimlerini sürdürüyor.
Savcılığın ikinci yenilgine doğru
II. El Kaide davası sanığı Mzoudi'nin serbest kalması, aynı iddialarla yargılanıp 15 yıl ceza alan I. El Kaida davası sanığı El Motassadeq'ın temyiz götürdüğü davasını da, savcılık açısından çıkmaza soktu.
Mzoudi'yi kurtaran ortam onun için de söz konusuydu. O da 11 Eylülcü Hamburgluların yakın çevresindendi. O da Afganistan'da eğitim görmüştü. O da aşırı İslamcı olarak biliniyordu.
Ve Amerika'nın tanıklık yapmasını kabul etmediği 11 Eylülcü Remzi Binalşib'in hangi koşullarda, nerede alındığı bilinmeyen ifadesinin, bu sanığın da olayla ilgisi olmadığı yolunda olduğu belirtiliyordu.
Halen devam eden bu davanın da diğeri gibi sonuçlanması Federal Savcılık açısından ikinci büyük yenilgi olacak.
Berlin'de de deliller yetersiz
Açılan önemli terör davalarının yeterli delil bulunamaması nedeniyle çıkmaza girdiği iddialarıyla karşı karşıya kalan ve başarısızlıktan sorumlu tutulan Federal Başsavcılık'ın başını ağrıtan bir dava da başkent Berlin'de.
Adli makamlara yakın çevrelere dayandırılan haberlere göre bir süre önce "Berlin'i El Kaide adına kana bulamaya hazırlandığı" gerekçesiyle tutuklanan Tunuslu eski makine ustası İhsan Garnaoui'ye karşı açılan davaya bakan mahkeme, soruşturma dosyasındaki delillerin bir mahkumiyet için yeterli olmadığı gerekçesiyle, "terör örgütü kurmak" suçlamasından vazgeçilmesini istiyor.
Haftalık haber dergisi "Focus"a göre Mahkeme Başkanı, Federal Başsavcılık'a davanın çerçevesinin daraltılması ve sanığa yönelik suçların "vergi kaçakçılığı, belge sahtekarlığı ve yasadışı silah bulundurma" olarak sınırlandırması önerisinde bulundu.
İddialar çok büyüktü
Basında çıkan daha önceki haberlerde "tehlikeli bir terörist" olarak tanımlanan eski makine ustası İhsan Garnaoui'nin Afganistan'daki "El Kaide" kamplarında terör eğitimi aldığı ve bu örgüt tarafından Almanya'da "bir hareket başlatmak" üzere görevlendirildiği, çok sayıda insanın ölebileceği bombalı saldırılarla ilgili hazırlık içinde olduğu ileri sürülmüştü.
Suudi Arabistan'ın büyük maddi destek verdiği Berlin'deki "Al Nur Camii"nde "spor dersi" maskesi altında "terör eğitimi" verdiği de ileri sürülen, "öğrencileri"yle, cami cemaati arasında kurduğu örgüte üye arayan Tunuslunun evinde yapılan aramada bol miktarda cep telefonu, bu telefonları bomba fünyesi haline getirebilecek ateşleme mekanizmaları ve ilgili patlama düzeneklerinin planlarının ele geçirildiği açıklanmıştı.
Bu düzeneklerin Madrid'deki bombalama eylemleriyle büyük benzerlikler taşıdığına dikkat çeken terör uzmanları, Berlin'in neredeyse "son anda" birçok insanın öleceği bir saldırıdan kurtarıldığını belirtmişlerdi.
İddialar geçersiz mi?
Irak savaşını protesto amacıyla Berlin'de gerçekleştirilen ve binlerce kişinin katıldığı bir gösteri sırasında çok sayıda bombayla, mümkün olduğunca çok sayıda insanın "ölmesi"ni ve böylece "Batı dünyasını aşağılayıp, Müslümanları cesaretlendirmeyi" hedeflediği ileri sürülen İhsan Garnaoui'nin bu eylemleri için caminin imamından da "fetva" almaya çalıştığı, ancak korkan imamın buna yanaşmadığı, ayrıca camideki "spor" derslerini de durdurduğu ileri sürülmüştü.
Bu arada imamın da aslında aşırı İslamcı olduğu, önce cemaate sık sık şiddet çağrısında bulunduğu ve Alman makamlarının zorlaması üzerine geri çağrılan bir Suudi diplomatla sık sık görüştüğü belirtiliyordu.
Bu arada El Nur Camii'nin inşaatının da Amerikalılar tarafından "terör eylemlerini" desteklediği ileri sürülen Suudi El Haramain Vakfı tarafından gönderilen 1.2 milyon euro sayesinde tamamlandığı ortaya atılmıştı.
"Terör suçlaması"nda kurtulsa da
Şimdi, Berlin'deki davanın terör boyutuyla ciddi yayın organlarında sık sık yayınlanan bu iddiaların hukuken geçersiz kalması olasılığı doğdu.
Bunun nedeni ise savcılığın kendisi. İddialara kaynak olan tanıkların ifadelerinin yetersizliği, tercüme eksiklikleri gibi nedenlerin sanığın "terör" suçlamasından kurtulmasını sağlayabileceği yorumları yapılabiliyor.
Ancak, bu davanın Hamburg'un aksine savcıları rahatlatan bir farkı da var. Sanığın "terör suçlamasından" kurtulsa bile, evrakta sahtekarlıktan, silah bulundurmaya, somut delilleri bulunan birçok suçtan mahkumiyet alacağına kesin gözüyle bakılıyor.(GK/BA/EÜ)